YARGITAY İLGİLİ CEZA DAİRESİ’NE
Sunulmak Üzere,
İSTANBUL BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 1. CEZA DAİRESİ’NE
Dosya No : 2023/310 E., 2023/494 K.
Sunan : Adnan OKTAR
Müdafi : Av. Mert ZORLU
Konu : Müvekkil Adnan Oktar'ın, maddenin aslı ile hiçbir zaman muhatap olmadığımıza dair izahlarını kanıtlayan bilimsel delillerin sunumudur.
AÇIKLAMALAR
Maddenin aslı konusu 90'lı yıllardan bu yana müvekkil Adnan Oktar'ın üzerinde durduğu, araştırmalar yaptığı, üzerine kitaplar yazdığı en önemli konular arasındadır. Müvekkilin bu konunun üzerinde durmasının sebebi, kesin bir gerçek olarak var olduğu zannedilen bu dünyanın, insanların, evlerin arabaların, kısaca hiçbir şeyin aslında maddi bir varlığı olmadığını, tümünün beynimizde birer hayal olarak yaratıldığını, dolayısıyla bu hayal dünya içinde yaşadığı ve yaşamakta olduğu hiçbir olayın kendisini etkilemediğini gösterebilmektir. İnsanların kendi hayatlarına, önem verdikleri konulara, hırslarına, öfkelerine, beklentilerine bu gözle bakmalarının gerektiğini, bir hayal dünyanın içinde yalnızca Allah'a karşı sorumlu olduğumuzu hatırlatmak istemektedir. Müvekkil Adnan Oktar, daha önce farklı açılardan değindiği bu konulara yeni örnekler ve bilimsel izahlarla dilekçelerinde değinmeye devam edecektir. Söz konusu açıklamalardan bir diğeri aşağıda Sayın Dairenizin dikkatine sunulmaktadır.
Müvekkil Adnan Oktar'ın Maddenin Hayalden İbaret Olduğuna Dair Açıklamalarına Sunduğu Bilimsel Deliller
Görüntüsü, sertliği, kokusu, tadı olan bir maddenin aslında beynimize giden elektrik sinyalleri sonucu oluştuğunu, madde dediğimiz şeyin bu sinyaller vasıtasıyla var gibi algıladığımız bir hayalden ibaret olduğunu ve eğer varsa dışarıdaki gerçek maddeyi hiçbir zaman görmediğimizi, buna hiçbir zaman ulaşamayacağımızı, başkalarının gördüğünü iddia ettiği maddelerin de var olup olmadığını asla bilemeyeceğimizi daha önceki dilekçelerimde kapsamlı izah etmiştim.
Bugün izah etmek istediğim konu, maddenin hayal olduğunu ispat eden yapay algılar, rüya ve hipnoz gibi deneyimlerde bu konunun gerçekliğine dair ortaya çıkan bilimsel gerçeklerdir. Normal şartlarda görüntü kavramını açıklarken, insanları en fazla yanıltan şey dışarıda bir maddenin gerçekten var olduğunu zannetmeleridir. Ancak aşağıda vereceğimiz örneklerde, hali hazırda yanılgıya düşürecek bir madde hiç olmamasına rağmen insanların üç boyutlu görüntülerle muhatap olması, bunlardan etkilenerek gerçek zannetmeleri, maddenin tümüyle bir hayal olduğuna dair açıklamalarımızı teyit etmektedir.
Yapay Olarak Meydana Getirilen Algılar
Bilim yazarı Rita Carter, Mapping The Minds isimli kitabında, “görmek için gözlere ihtiyaç yoktur” diyerek, bilim adamları tarafından gerçekleştirilen önemli bir deneye yer vermektedir. Deneyde görme özürlü kişilere, video resimlerini titreşimlere dönüştüren bir cihaz takılmıştır. Bu kişilerin gözlerinin yanına takılan bir kamera ise uyarıları bu kişinin beynine göndermektedir. Böylece bu kişi sürekli olarak görsel dünyadan uyarı alabilmektedir.
Bu deneyin sonunda hastalar bir süre sonra gerçekten görüyormuş gibi davranmaya başlamışlardır. Örneğin, cihazlardan birinde görüntüyü yaklaştırmak için bir lens bulunmaktadır. Bu lens hasta uyarılmadan çalıştırıldığında, hasta görüntü büyüyerek üzerine geliyormuş gibi gördüğü için iki kolu ile kendini koruma ihtiyacı hissetmiştir. Oysa hasta görme özürlüdür. Gözleri görmediğine göre, kendisini korumaya alacak kadar gerçekçi bir görüntüyü NEREDE GÖRDÜĞÜ sorusu akla gelir. Görenin göz olmadığı, kişinin dış dünya ile bağlantısının olmadığı, sadece zihninde oluşan algı ve hayalleri seyrettiği gerçeği bu deney ile tam anlamıyla ortaya çıkmaktadır.
Rüyalarda Yaşadığımız "Algılar Dünyası"
Bilim adamlarının deyimiyle uykudaki REM evresi, “uykunun rüya görülen evresi” şeklinde basitçe ifade edilebilir. REM uykusunu ilginç kılan bir başka özelliği ise, beyin tarafından bu uyku evresinde yayılan sinyallerdir. “Elektroensefalografi” adı verilen hekimlerce “EEG” kısaltması ile tabir edilen tetkikte de (EEG: Beyin dalgalarının elektriksel olarak incelenmesi) görülmektedir ki; UYANIKKEN VE REM UYKUSU ESNASINDA BEYİN TARAFINDAN AYNI ÖZELLİKTE SİNYALLER ÜRETİLMEKTEDİR. KİŞİ ASLINDA UYKU HALİNDEDİR FAKAT BEYNİ UYANIKMIŞ GİBİ DAVRANMAKTADIR.
Bu aşamadayken kişi, bir yatakta derin uykuda olmasına rağmen gerçek hayatında karşılaştığı olayların, yaşadığı hislerin, uyarıların tamamını rüyalarında, gerçeklerinden ayırt edilemeyecek kadar gerçekçi olarak algılar. Örneğin, gece yatağında sessiz ve sakin bir ortamda, çevresinde ikinci bir kişi dahi yokken yatan bir insan, rüyasında kendisini çok kalabalık bir mekanda bir tehlike içinde görebilir. Rüyada can havliyle bu tehlikeden kaçmakta, bir duvarın arkasına sığınmaktadır. Hatta rüyasında gördükleri o kadar gerçekçidir ki, korku ve panik duygusunu gerçekten tehlikeli bir ortam varmış gibi aynısı ile hisseder. Her gürültüde yüreği ağzına gelir, korkudan titrer, nabzı hızlanır, terler, nefes nefese kalır, insan bedeni tehlike anlarında neler hissederse, fiziksel olarak ne tepkiler verirse hepsini aynen yaşar. Oysa, gördüklerinin hiçbiri gerçek değildir.
Rüyasında ayağı kayıp su birikintisinin içine düştüğünü gören bir insan, tüm kıyafetlerinin ıslandığını, çıkan rüzgar nedeniyle üşüdüğünü hissedebilir. Hatta titremeye başlar. Ancak bulunduğu yerde ne bir su birikintisi ne de rüzgar vardır. Hatta çok sıcak bir odada uyuyor olmasına rağmen ıslaklığı ve üşümeyi, aynı uyanıkken olduğu gibi yaşar.
Böylesine gerçekçi bir rüya anında o kişinin yanına bir arkadaşı gelse ve aslında "o sırada bir rüya içinde olduğunu, maddenin kopya görüntüsüyle muhatap olduğunu, dış dünyanın aslıyla muhatap olmanın mümkün olmadığını” anlatsa, bu kişi muhtemelen ona inanmayacaktır. Yüksek ihtimalle arkadaşının omzuna elini koyarak “Şimdi ben bir hayal miyim? Beni görmüyor musun; elimi omzunda hissetmiyor musun? O zaman nasıl kopya görüntü olabiliyorsun?” diyebilir.
Derinleşen uykusunda gördüğü bu rüya o kadar nettir ki, keyifle arabanın kontağını açıp motora gaz verir. Yolda hızla giderken bir yandan da temiz boğaz havasını alır. Tam arkadaşına itiraz etmeye, o anda yaşadıklarının hayal olmadığını anlatmaya hazırlanırken saatinin ziliyle uyanır. Orada gerçek olduğundan emin olduğu her şeyin aslında bir hayalden ibaret olduğunu fark eder.
Rüyası sırasında gördüklerinin hayal olduğuna itiraz eden bu insan, aslında uyanıkken de gördüklerinin zihninde oluşan kopya görüntüler olduğunu anlatan biri ile karşılaşsa, muhtemelen ona da itiraz edecektir. Gördüğü görüntünün netliği kendisini her seferinde aldatmaktadır. Oysa bu dünyada gördüğü görüntüler de, tıpkı rüyasında olduğu gibi aynı görme merkezinde oluşan kopya görüntülerden ibarettir. Dış dünya ile bağlantısızdır ve rüyadakinden hiçbir farkı yoktur.
İnsan ve Toplum, Kişisel Gelişim kategorilerinde eserler yazmış bir yazar olan Joe Dispenza, konuyla ilgili olarak şu soruları sorar:
"Bilimsel deneyler gösterdi ki, eğer bir kişiyi alıp beynini belli PET taramalarıyla veya bilgisayar teknolojisiyle incelerken belli bir nesneye bakmalarını istersek beynin belli bölgeleri aydınlanıyor. Sonra gözlerini kapatıp aynı nesneyi hayal etmeleri istendiğinde, sanki o nesneye gerçekten gözle bakıyormuş gibi, BEYNİN AYNI BÖLGELERİ AYDINLANIYOR. Bu, bilim adamlarının şu soruyu sormasına neden oldu: O zaman kim görüyor? Beyin mi görüyor? Yoksa gözler mi? Gerçek ne? Gerçek olan beynimizle gördüğümüz mü? Yoksa gözlerimizle gördüğümüz mü? Ayrıca gerçek şu ki, beyin çevresinde gördükleriyle hatırladıkları arasındaki farkı bilmez. Çünkü aynı özel sinir ağları ateşlenir. Bunun üzerine bilim adamları yine aynı soruyu sorar: GERÇEK NEDİR?"[1]
Bilim adamlarının sorup durdukları o GERÇEĞİ bizler hiçbir zaman görmedik. Çünkü biz, ne yaparsak yapalım, ister gözlerimiz açıkken, ister uykudayken gözlemleyelim, sadece ve sadece beynimizde oluşun o hayal dünya ile muhatabız. BUNUN DIŞINA ASLA ÇIKMADIK VE ÇIKAMAYACAĞIZ.
Dolayısıyla, gerçek dünyada gördüğümüz görüntü ile rüyada gördüğümüz farklı değildir. Muhatap olduğumuz aynı hayal görüntülerdir. Her insan rüya eylemini tecrübe etmesine rağmen, bu gerçeğe inanmakta zorlanır. İnsanlar rüyalarından uyandıklarında o ana kadar görmüş olduklarının hayal olduğunu anlarlar, ama “uyanma” görüntüsüyle başlayan ve adına “gerçek hayat” dedikleri hayatın bir hayal olabileceğinden nedense hiç kuşkulanmazlar. Oysa, “gerçek hayatımız” dediğimiz görüntüleri algılayış şeklimiz, rüyalarımızı algılayış şeklimizle tamamen aynıdır. Öyle ise şu anda gördüklerimizin bir rüya olmadığını ispatlamanın yolu yoktur. İnsanlar sadece henüz uyandırılmamış oldukları için, içinde bulundukları anı gerçek zannetmektedirler. Her gece gördükleri rüyadan daha uzun süren bu rüyadan bir gün uyandırıldıklarında, bu gerçekle karşılaşacaklardır. Ve sonucunda aslında bir ömürlük bu rüyayı da günün birkaç saatlik kısmı gibi algılayacaklardır. Tıpkı sayısız olayın yaşandığı upuzun bir rüyanın gerçekte sadece birkaç saniye sürmesi gibi, dünyadaki süremiz de aslında sadece günün birazı kadardır.
Dedi ki: "Yıl sayısı olarak yeryüzünde ne kadar kaldınız?"
Dediler ki: "BİR GÜN YA DA BİR GÜNÜN BİRAZI KADAR KALDIK, sayanlara sor." (Müminun Suresi, 112-113)
Dünya hayatının bir rüyadan ibaret olduğu, bu rüyadan “büyük bir uyanış” ile uyanılacağı İslam alimleri tarafından da dile getirilen bir gerçektir. Üstün ilmi nedeniyle Şeyh-i Ekber (En Büyük Şeyh) olarak anılan büyük İslam alimi Muhyiddin Arabi, bir sözünde, Peygamber Efendimiz (sav)'in bir hadisini aktararak, dünya hayatını rüyalarımıza şöyle benzetmiştir:
Hazreti Muhammed Aleyhisselam “insanlar uykudadır, öldükleri vakit uyanırlar” buyurmuştur. Demek ki, dünya hayatında gördüğü şeyler uyuyan kimsenin rüyasında gördüğü şeyler gibidir. Yani hayaldir.[2]
Bir ayette ise Allah insanların kıyamet gününde tekrar diriltildiklerinde şöyle diyeceklerini bildirmektedir:
Demişlerdir ki: “EYVAHLAR BİZE, UYKUYA-BIRAKILDIĞIMIZ YERDEN BİZİ KİM DİRİLTİP-KALDIRDI? Bu, Rahman (olan Allah)ın vaat ettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş”. (Yasin Suresi, 52)
Ayette de görüldüğü gibi, insanlar kıyamet günü tıpkı bir rüyadan uyanır gibi uyanmaktadırlar. Bir insan, ağır bir uykuya daldığı ve rüya gördüğü sırada aniden uyandırıldığında kendisini uyandıranın kim olduğunu nasıl sorgularsa, bu insanlar da aynı şekilde kendilerini kimin uyandırdığını sormaktadırlar. Demek ki dünya hayatı sadece işari olarak değil, bilimsel olarak da bir rüyadır ve her insan bu rüyadan uyandırılacak ve gerçek hayatı olan ahiret hayatına dair görüntüleri görmeye başlayacaktır.
Hipnozun Gösterdiği Önemli Gerçek
Yapay uyarılarla bir dünya oluşturulabileceği gerçeğine verilebilecek en iyi örneklerden biri de hipnoz tekniğidir. Bilindiği gibi hipnozda, hipnotize edilen kişiye bir dizi telkin yapılır ve bu kişinin, gerçeğinden ayırt edilemeyecek derecede inandırıcı birtakım olayları yaşaması sağlanır. Söz konusu kişi, bulunduğu odada olmayan görüntüleri, kişileri veya manzarayı görür, sesleri duyar, kokuları ve tatları alır. Bu sırada yaşadığı olaylardan dolayı sevinir, üzülür, heyecanlanır, sıkılır, endişelenir, telaşlanır. Hatta hipnoz altındaki kişinin yaşadığı olayların etkileri dışarıdan fiziksel olarak da izlenebilir; yapılan telkinle doğru orantılı olarak kişide nabız artışı, tansiyon artışı, cildinde kızarıklık oluşması, ateşinin yükselmesi, mevcut ağrıyı veya acıyı hissetmemesi gibi belirtiler meydana gelebilmektedir.
Örneğin bir hipnoz deneyinde, kişiye bir hastanede bulunduğu ve bu hastanenin 10. katında ölmek üzere olan bir hasta olduğu söylenmiş ve ancak kendisinin hızlı bir şekilde elindeki ilacı yetiştirirse hayatının kurtulabileceği telkin edilmiştir. Bu kişi hipnoz sırasındaki telkinin etkisiyle, son derece hızlı olarak 10 katı çıkmaya başladığını sanmıştır. Bu sırada nefes nefese kalmış, iyice yorulduğu için de nefesini kontrol edemeyecek hale gelmiştir. Bunun üzerine artık en üst kata geldiği, ilacı yetiştirdiği söylenmiş ve rahat bir yatağa uzanabileceği telkin edilmiştir. Böylece hipnoz uygulanan kişi rahatlamaya başlamıştır. Hipnoz yapılan kişi, kendisine telkin edilen mekanı ve ortamı tüm gerçekliğiyle yaşamasına rağmen, ortada ne bahsedildiği gibi bir mekan, ne insanlar, ne de olaylar vardır. Kendisi tüm bu olaylar sırasında bir koltukta yatmaktadır.
Bir diğer deneyde ise kişiye bir hamamda olduğu ve hamamın çok sıcak olduğu telkin edilmiş, ardından bu kişi aşırı derecede terlemeye başlamıştır. Bilindiği gibi insan vücudunda terlemenin oluşması için bazı etkilerin meydana gelmesi gerekir. Ancak hipnotize edilen kişi, dışarıda terlemeye sebep olacak hiçbir etken bulunmadığı halde terlemiştir. Bu örnek açıkça göstermektedir ki, bir mekanda bulunmak ya da bir ortamı hissetmek için o ortamın ya da mekanın aslıyla muhatap olmak şart değildir. Suni uyarılar veya telkin yoluyla, benzer etkilerin oluşturulması mümkündür.
Ulusal Hipnoterapi Derneği, Ulusal Psikoterapistler Derneği, Profesyonel Hipnoterapistler Merkezi, Hipnoterapi Araştırma Derneği gibi birçok kuruluşun üyesi olan İngiliz hipnoterapi uzmanı Terrence Watts da, bir makalesinde, hipnoz sırasında geçmişteki bir olayı hatırlayarak anlatan kişilerde, anlattıkları olayla bağlantılı olarak bazı fiziksel değişimler gözlendiğini belirtmektedir. Örneğin kişinin anlattığı olayda, nefes alamama durumu oluşmuşsa, olayı hipnoz altında anlattığı sırada yine nefesi daralmakta, hatta bir süre için tamamen durmaktadır. Watts, hipnoz altındayken küçükken dövüldüğü bir anı anlatan kişinin yüzünde tokat izlerinin belirdiğini belirtmektedir. Ayrıca Watts bunun bir gizem olmadığını, vücudun acı algısına tepki verdiğini belirtmektedir.[3]
Hipnoz uygulamalarında görülen en çarpıcı örneklerden biri de hipnoz yapılan kişinin cildinde telkin sonucu yaralar dahi oluşabilmesidir. Örneğin Paul Thorsen isimli bir araştırmacı, hipnoz altındaki bir kişinin koluna sadece bir kalemin ucunu değdirmiş ve bunun kızgın bir şiş olduğunu telkin etmiştir. Kısa bir süre sonra kalemin ucunun değdiği noktada bir yanık kabarcığı belirmiştir. Yine aynı araştırmacı, Anne O. isimli kişiye, hipnoz esnasında kolunun A harfi şeklinde kanırtırcasına çizildiğini telkin etmiştir. Başka hiçbir şey yapılmadığı halde, o bölgede A harfi şeklinde kızarıklık belirmiştir.[4]
Hipnoz sırasında insan vücudunda meydana gelen bu değişiklikler, görme, duyma, dokunma, işitme, acı, ağrı gibi algılarımızın oluşması için dış dünyaya ihtiyacımızın olmadığını göstermektedir.
Tüm bu örneklerden de anlaşıldığı gibi, hem görüntünün nasıl oluştuğunu incelediğimizde, hem teknolojik gelişmeleri takip ettiğimizde, hem de hipnoz gibi bilimsel telkin yöntemlerini bu bilgilere eklediğimizde ortaya kesin bir gerçek çıkmaktadır: İnsan, ömrü boyunca bedeninin dışındaki bir dünyada yaşadığını zannetse de aslında algı merkezine ulaşan sinyalleri beynin yorumlaması ile oluşan dünyayı izler. Yani biz beynimizin içinde oluşan dünyadan başka bir dünyayla hiçbir zaman muhatap olamayız. Dışımızda ne var bunu asla bilemeyiz.
Bu konuyla ilgili şu açıklamayı yapmak önem teşkil etmektedir:
Ben, hayatta daima bu önemli gerçeğin farkında olan bir kişi olarak, karşılaştığım her olayın beynimde yaratılmış bir algılar bütünü olarak yaratıldığını bilerek yaşıyorum. Ben nasıl beynimdeki hayal dünyanın içinde bana izlettirilenleri izliyorsam, benim karşımdaki insanlar da, bu yargılamayı yapan kıymetli hakimler de, bize sahte suçlamaları yöneltenler de, bizim dağılıp parçalanmamız için sinsi planlar yapanlar da aslında beyinlerinde kendilerine izlettirilenleri izliyorlar. Çok gerçek görünen dünya, aslında hiçbirimiz için hiçbir zaman maddesel olarak var olmadı. Dünyadaki her insan gibi bu davanın tarafları da şimdiye kadar hep beyinlerinde oluşan hayal görüntüleri izlediler. Bundan sonra da öyle olacak.
İnsanlar, ölümü tattıklarında bir rüyadan uyandıklarını ve bu hayatta hırsını yaptıkları, üzüldükleri, öfkelendikleri, vakit kaybettikleri her şeyin bomboş hayal varlıklar olduğunu çok iyi anlayacaklardır. O an pişmanlık duymamak için, şimdiden, imtihan devam ederken HAYALDEN İBARET BU DÜNYANIN FARKINA VARMAK, TEK MUTLAK VARLIĞIN ALLAH OLDUĞUNU VE O'NA HESAP VERECEĞİMİZİ bilerek yaşamak önemlidir.
Sonuç:
Müvekkilin madde-hayal-gerçek konularında vurgulamak istediği hususları takdirinize sunuyor, saygılarımızla bilgilerinize arz ediyoruz.19.08.2023
Adnan Oktar müdafi,
Av. Mert Zorlu
[1] What the Bleep Do We Know?, Belgesel film, yönetmen: William Arntz, Betsy Chasse
[2] Fusus-ül Hikem, çev. Nuri Gencosman, İstanbul 1990, s. 220
[3] Terrence Watts, Abreaction, The psychological phenomena that hypnotherapists either love or hate, http://www.hypnosense.com/abreaction.htm
[4] Dr. Recep Doksat, Hipnotizma, Kader Basımevi, İstanbul, 1962, s. 106-108