İSTANBUL 1. AĞIR CEZA MAHKEMESİ'NE

DOSYA NO               : 2024/74 E.

SUNAN                      : Adnan OKTAR

MÜDAFİİ                  : Av. Mert ZORLU

KONU                        : Adnan Oktar davasında, bazı komünist ve bir takım muhafazakar grupların müvekkil aleyhine ortak hareket ediyor olması, fikri karşıtlık içinde olan bu grupların müvekkile yönelik kumpasta ittifak ediyor olmaları, ideolojik amaçlarla bir oyun oynandığının önemli bir delilidir.

 

AÇIKLAMALAR:

Adnan Oktar kumpas davasının başlangıcından beri en dikkat çeken noktalardan biri, aleyhe propaganda konusunda komünist kesimin bir kısmı ile muhafazakar kesimden bazılarının sürekli olarak bir ittifak içinde olmasıdır. Normal şartlarda ne fikren ne de ideolojik olarak asla ortak paydada buluşamayan, karşılıklı birbirlerini daima “kabul edilemez fraksiyon” olarak kabul eden bu iki sistemin temsilcileri, şaşılacak biçimde müvekkil ve arkadaşlarına muhalefet konusunda adeta el ele tutuşmuş gibilerdir.

Müvekkile göre bunun sebebi, her ne kadar uygulayıcıları çoğunlukla iyi niyetli olsa da- kökenlerinde her iki fikir sisteminin de yasaklarının, sevgisizliklerinin, öfke unsurlarının ortak olmasıdır. Örneğin her iki ideolojide de kadın sevgisi yoktur; birinde kadın meta olarak diğerinde ise değersiz olarak görülür. Her iki ideolojinin temeli dekolte, dans, müzik gibi güzellik ve estetik unsurlarına şiddetle karşıdır. Komünistlerin de birtakımı gülmez; dindar muhafazakarların bazı kesimleri de. Bu ideolojilerin hayata geçirilmesi durumunda gülmek, mutlu ve hayat dolu olmak, hayatın güzelliklerinden faydalanmak, nimetleri takdir edebilmek ve bunlarla heyecanlanabilmek mümkün değildir. Bu ideolojilerin ortaya koyduğu yaşam modeli, insanların hayatlarını bir cendere içinde, tüm zevkleri ve güzellikleri yok saymış olarak geçirmeyi telkin ettiğinden, bu batıl inançlar nedeniyle kapkaranlık bir hayat yaşandığından, aslında neşesizlikleri de sevgisizlikleri de ortaktır.

Bu ideolojiler tüm zevkleri ve güzellikleri yok saymış olmanın bir getirisi olarak güzel giyinmeyi, şık ve hoş görünümü, bakımlı, özenli ve estetik görünmeyi de asla kabul etmezler. Bu ideolojilerde güzel görünen şeyler de garip bir kıskançlık ve eziklikle tamamen dışlanır ve istenmez. Dikkat edilirse komünist ideolojiyi hayata geçiren bazı kadınlar, kısa saçlı, erkek gibi görünmeye özen gösteren, bakımlarına özen göstermeyen kadınlardır. Ne ilginçtir ki, muhafazakar kesimi temsil eden bazı kadınların da en önemli özellikleri bakımsızlıklarıdır. Her iki ideolojide de KADIN; silinmiş, yok edilmiş, tüm güzelliği ve estetiği elinden alınmış sıradan bir varlık haline getirilmiş olması şartıyla varlığını devam ettirebilir.

Benzer durum müzik gibi güzel bir nimet için de geçerlidir. Muhafazakarların bir kısmı için müzik hiç yoktur; bazı komünistler arasında ise oldukça sınırlandırılmış haliyle mevcuttur. Onlar tarafından kabul gören müzik dışında farklı ve eğlenceli bir müziği dinlemenin bu camiada imkanı yoktur.

Birbirinden alabildiğine farklı bir görünüm sergileyen, fikren şiddetli bir karşıtlık içinde olan, normal şartlarda asla ortak zeminde buluşamayan bu iki inanç sisteminin bu kadar ortak özelliğe sahip olması şaşırtıcı gözükse de, aslında her ikisi de BATIL BİR ZEMİNE dayandıklarından, ALLAH’IN BEĞENDİĞİNE MUHALEFET ETTİKLERİNDEN, taassupları da, yasakları da, öfkeleri de, sevgisizlikleri de ortak olmaktadır. İşte bu nedenledir ki müvekkil, her iki kesimin de ELEŞTİRİ NOKTASI olmuş ve müvekkile kurulan kumpas, bu iki farklı ideolojinin şaşılacak şekilde ortak hareket etmeye itmiştir.

Her iki ideolojinin de bazı savunucuları, müvekkil ve arkadaşlarını sermaye sahibi burjuvazi olarak nitelendirmişler ve bu nedenle müvekkile yönelik kumpasa sahip çıkmışlardır. Aslında bu durum, söz konusu ideolojilerin özünde olan sermaye karşıtlığının da bir göstergesidir. Elbette sermayenin bir avuç insan elinde tekelleşmesi, sosyal adaletin ortadan kalkması, toplum içinde eşitsizlikler olması hiçbir vicdanın kabul edeceği bir durum değildir. Her şeyden önce Allah Kuran’da böyle bir adaletsizliği ve dengesizliği istemediğini bildirmiştir. Ancak söz konusu ideolojilerde amaç -tarihteki uygulamalarında açıkça görüldüğü üzere- sosyal adaleti sağlamak değil zenginliğe karşı duyulan kıskançlık ve malın tek sahibi olmak, kendi sahip olamadığını da yok etmek iç güdüsüdür. Gücü elde ettiğinde toplumun diğer tüm kesimlerini ezen, zorla ve dayatmayla halkın malına el koyan despot rejim uygulamaları bu durumun somut örneğidir. Nitekim bu zihniyet, yalnız müvekkil ve arkadaşlarına yönelik değil, varlıklı olduğuna inanılan bazı ünlülerin, iş insanlarının yaşadıkları gözaltılar vs. söz konusu olduğunda da kendisini göstermiştir. Her ne kadar bazı insanların israfkar tutumları ve yersiz gösteriş tutkuları rahatsız edici olsa da bu insanların sırf maddi varlıklarına duyulan öfke sebebiyle yok edilmelerini istemenin de adil bir tutum olmadığı ortadadır.

Bahse konu iki ideolojinin müvekkil ve arkadaşları söz konusu olduğunda ittifak etmesindeki bir diğer şaşırtıcı unsur ise, müvekkil sözde Türk aile yapısını ve ahlakını dejenere etmekle itham edilirken, komünist ideolojinin özünde aile kavramını tamamen reddediyor olmasıdır. Aile kavramını ve dini değerleri hiçe sayan, dini güya bir afyon, kadını ise ortak bir kullanım alanı gibi gören komünist ideoloji ile aynı safta yer alabilen bazı muhafazakarların bir yandan da müvekkil ve arkadaşlarını dekolte, müzik, dans gibi konularda eleştirip, bunların Türk aile yapısını bozduğunu öne sürmeleri elbette samimi bir tutum değildir.

Müvekkil ve arkadaşlarının özellikle kadına, aile müessesesine sahip çıkışı, savundukları dindarlığın sanat, estetik, dans, müzik, neşe ve sevgi ile yaşanacağını göstermesi, hayattan kopmuş değil, hayat ve sevinç dolu bir yaşam modeli sunuyor olmaları nedeniyle, yaşanılan bu kumpas, hem bazı komünistler hem de bazı muhafazakarlar tarafından sürekli olarak desteklenmektedir. Her iki kesim de müvekkil ve arkadaşlarının ADETA YOK EDİLMESİNİ İSTERCESİNE şiddetli bir karşıtlıkla bir araya gelmişlerdir. Müvekkilin temsil ettiği fikir sisteminin hem komünizmi hem de bağnaz muhafazakar din anlayışını FİKREN KÖKTEN YOK EDECEĞİ çok iyi anlaşıldığından, kendi batıl sistemlerini ayakta tutabilmek için bu büyük adaletsizliği canla başla savunma yarışına girmişlerdir. Sosyal ortamlarda tek bir ortak noktaları olamayacak bu iki kesimdeki bazı kişiler, müvekkile karşıtlık konusunda yıllardır birbirleriyle ittifak etmektedirler. Yalnızca bu bile, MÜVEKKİLİN FİKİR SİSTEMİNİN NE KADAR DOĞRU VE GÜÇLÜ OLDUĞUNUN AÇIK GÖSTERGESİDİR. Zira müvekkilin de ifade ettiği üzere, kendisi kendi mantığına göre bir sisteme değil Kuran’a tabi olmuştur ve Kuran Müslümanlığını savunmaktadır.

Müvekkilin her zaman belirttiği gibi, bu ülkede ne komünizmin ne de bağnaz muhafazakar din anlayışının hakim olması mümkün değildir. İyi niyetle, adalet, dindarlık, takva, eşitlik gibi arayışlarla bu ideolojilerin etkisi altında kalmış olanlar da müvekkilin delillerle doğruyu ortaya koyması üzerine her iki tarafın da yanlışlarını görmektedir. Neticede müvekkil kendisine karşıt olan, en radikal tutum sergileyenler de dahil kimsenin yok olması, yaşam sahası bulamaması gibi bir düşünce içinde değildir. Onların da doğruyu görmesi, kendilerini yersiz ve gereksiz taassuplarla, katı kurallarla mutsuz etmemesi için çaba göstermektedir. Her düşünceden her insanın kendi fikrini özgürce anlatabildiği, inancını dilediği gibi yaşadığı, kimsenin bir diğerini dışlamadığı, birbirine saygı, sevgi ve merhamet duyduğu bir toplu düzeni istemektedir.

Nitekim Cumhuriyetin temel değerlerini de bu ölçüler oluşturmaktadır. Atatürk hem komünist ideolojiyi hem de bağnazlığı Türk Milleti için tehlikeli olarak görmüş, toplumun bilinçlenmesini sağlamıştır. Atatürk’ün savunduğu dindarlık da Kuran’daki gerçek dindarlıktır. Kuran’ı Türkçe’ye tercüme ettirip ücretsiz olarak Anadolu’ya dağıtması, cebinde hep Kuran taşıması, modern, sanatı ve bilimi önemli gören, aydın, hayat dolu bir nesil yetişmesi için çabalaması bunun delillerindendir.

Müvekkilin, 2018 öncesinde, yaptığı yayınlar ve yazdığı kitaplar vesilesiyle Türk halkına özellikle de Türk gençliğine oldukça etkili şekilde ulaştığı bir gerçektir. Gençlerin o dönemlerde dine yönelmeleri, kendilerini Allah’a yakın hissetmeleri, müvekkilin anlattığı Kuran’daki gerçek İslam anlayışı ile mümkün olabilmiştir. Türkiye’de bunu inkar edecek hiçbir insan yoktur.

İşte asla bir araya gelmeyecek fikir gruplarını şu an birleştiren husus bu etkidir. Müvekkil ve arkadaşlarına karşıtlıkta birleşen bu gruplara baktığımızda, İDEOLOJİK AMAÇLARLA OLUŞTURULMUŞ BİR KUMPAS HAREKETİ tüm çıplaklığıyla göze çarpmaktadır. İdeolojik grupların karşıtlığı, bu grupların canla başla bir kumpası desteklemeleri, adaletsizliği alabildiğine körüklemeleri çok kapsamlı bir oyunun oynandığının açık delilidir. Bu kumpas uğruna, asla bir araya gelmeyecek ideolojik grupların el ele bir duruş sergilemeleri ise tarihte bir ilktir. Belli ki, her ikisinin de fikir sistemini çürütme konusunda kararlı ve etkili bir kişi söz konusudur ve onun hapiste kalması, her iki kesimin de işine gelmektedir.

Adnan Oktar Davası'nda, kimin ne amaçla bu gruba karşıtlık gösterdiğinin ve kimin kimlerle ittifak yaptığının araştırılması bile kumpası çözebilmek için yeterlidir. Zaten tüm Türkiye’nin gözleri önünde oynanan bu oyunun bir başka önemli delilini de takdirinize sunar, saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz. 04.10.2024

Adnan Oktar müdafi,

Av. Mert Zorlu

Daha yeni Daha eski