İSTANBUL 1 AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

DOSYA NO           : 2024/74 E

SUNAN                 : Adnan Oktar

MÜDAFİİ            : Av. Mert Zorlu

KONU                 : İddianamede yer alan “Adnan Oktar’ın Mehdiyeti inancı etrafında, lüks ve eğlenceyi merkezine alan modern bir İslamiyet yorumu” yaparak sözde suç örgütü oluşturduğu, bu yorumun güya dini dejenere ettiği iddiası akla, mantığa ve somut gerçeklere aykırı bir iddiadır. Müvekkilin modern İslam anlayışı yani Kuran’da olan İslam ruhunu savunmasının Devletin bekası, milletin ve İslam dünyasının muhafazası için önemini izah eden dilekçemizin sunumudur.

AÇIKLAMALARIMIZ:

Huzurdaki iddianamenin ilk sayfasının ilk paragrafında ana dava dosyasının iddianame ve gerekçeli kararından birebir kopyalama yapılarak;

Adnan Oktar silahlı suç örgütünün (AOSSÖ), Adnan Oktar’ın mehdiyeti inancı etrafında, LÜKS VE EĞLENCEYİ MERKEZİNE ALAN MODERN BİR İSLAMİYET YORUMU İDDİASINDA BULUNAN ve mehdiyet inancının gereği olarak küresel bir güç olmayı amaçlayan, amaçlarını gerçekleştirmek, maddi, manevi ve beşeri güç elde etmek için ahlaki ve hukuki normları hiçe sayan, kırk yıla yakın süredir her dönem ve şarta göre amaçları doğrultusunda şekil alan kendine özgü yapıda bir örgüt olduğu anlaşılmıştır.

şeklinde hukuken bir karşılığı olmayan, hayatın doğal akışıyla ve mantıkla da çelişen bir tespite yer verilmiştir. Bu, herhangi bir araştırma, inceleme, soruşturma yapılarak veya konunun uzmanı olanlardan örneğin Diyanet İşleri Başkanlığı ya da bir İlahiyat Fakültesi’nden rapor alınarak ortaya konulmuş bir tespit değildir. Sayın İddia Makamı’nın kendi algısı oranında ve dünya görüşü doğrultusunda yaptığı bu yorum, somut bir bulguya dayanmayan, baştan sona basında ve kamuoyunda belli çevreler tarafından kullanılan basmakalıp tabirleri tekrardan ibaret, üzerinde muhtemelen bir kere bile düşünülmeden kaleme alınmış cümlelerdir.

BU ÇIKARIM, müvekkilin 45 yıllık ilmi mücadelesi sonucunda;

  • Darwinizm’i ilmen yıkmasını,
  • Sağı iktidara taşıyan fikri zemini inşa etmesini,
  • Dindar ve modern bir gençlik yetişmesine vesile olmasını,
  • Laik kesimle dindar kesim arasındaki uçurumun ortadan kaldırmasını,
  • Özgüvensiz, pasif ve içe kapalı sağ imajının yerine özgüvenli, dışa dönük, kendinden emin bir sağ profili oluşturmasını,
  • Dindar denildiğinde akla gelen bakımsız, yoksul, içine kapalı, dünyadan habersiz, sanattan ve güzellikten anlamayan insan modeli yerine, aydın, modern, kişilikli, güzel, bakımlı, hayat dolu bir insan modeli koymasını,
  • Kuran ruhunun gereği olarak her fikre açık, insanları dışlamayan, sevecen, demokrat, olgun, kaliteli bir ruhun güzel etkilerini HİÇE SAYARAK,

Tamamı belli bir amaç ve hikmetle yapıldığı sıradan bir vatandaş tarafından dahi anlaşılabilen, toplamında 4-5 saatlik bir tv yayını boyunca sadece 4-5 dakikadan ibaret olan dansları, basına yansıyan bazı fotoğrafları esas alarak dar bir algıyla yapılan yorumdur.

Müvekkil daha önce de beyan ettiği üzere,

  • Yaptığı uygulamaların tamamı Kuran ayetlerine dayanmaktadır. Bugüne kadar Kuran ayetlerine göre şu yaptığın bu yüzden yanlış diyen ilmi bir açıklama kendisine yapılmamıştır. Müvekkile Kuran ile cevap veremeyenlerin ve Kuran’a göre müvekkilin doğru bir uygulama yaptığının farkında olanların magazinsel yaygaraları dışında ortada somut hiçbir eleştiri yoktur.
  • Örneğin müvekkilin tebliğde lüks, kalite ve sanatı kullanması Kuran’daki Hz. Süleyman kıssasında uzun uzun anlatılan bir yöntemdir. Öyle ki devrin süper gücü olarak kabul edilen Sebe ülkesinin Kraliçesi, Hz. Süleyman’ın yaptırdığı saraydaki havuzlar, heykeller, bahçeler, lüks ihtişam ve sanattan etkilenerek, sarayı görür görmez Hz. Süleyman’ın ruh kalitesinin etkisi altına girip iman etmiştir.
  • Benzer şekilde, Hz. Peygamber (sav)’in tebliğde kullanmak için, bugün İtalya’da lüks kıyafet markalarının getirtilmesi gibi, Bizans’tan cübbe ve sandalet getirttiği, İstanbul’a tebliğe en yakışıklık sahabesi olarak tanınan Hz. Dıhye’yi gönderdiği yani tebliğde şıklık, güzellik, sanat ve kaliteyi kullandığı bilinmektedir.
  • Yine Peygamberimiz (sav)’in hayatının anlatıldığı rivayetlerde, düğüne gidenlere Peygamberimiz (sav)’in “yanınıza tef çalan şarkı söyleyen birini aldınız mı” dediği, kendisine biat için gelen hanımlardan elleri bakımsız (o devir için kınasız) olanlar olduğunda onları uyardığı ve kendilerine iyi bakmalarını söylediği, hanımıyla deve yarışlarını izlemeye gittiği, hanımın başını kendisinin omuzuna koyarak yarışları izlediği, kimi zaman ise sokakta hanımıyla koşu yarışları yaptığı, yani müzik, neşe, eğlenceyle hayat dolu bir insan olarak yaşadığı da bilinmektedir.

Özellikle 11 Eylül saldırılarından itibaren Müslümanların şiddet, vahşet, cehalet, despotluk ve acımasızlıkla özdeşleştirilmesi ve bu bahaneyle Afganistan, Irak gibi ülkelerin tek tek parçalanıp işgal edilmesi gerçek İslam’ın ve Müslümanların aydın ruhunun ortaya konulmasını gerekli kılmıştır.

Ülkemizde özelinde ise son 15 yılda laik-dindar kutuplaşmasının tırmanması, bu durumun Gezi olayları gibi sokak hareketlerine dönüşmesi, halkın farklı kesimlerinin bir takım taleplerinin derin odaklar tarafından kullanışlı malzeme olarak görülmesi, bir yandan bağnazlık kışkırtılırken bir yandan modern demokrat kesimlerin uçlara itilmesi milletin ve devletin bekası için öncelikli tedbirler alınması gerektiğini göstermiştir.

Tüm bu koşullar içerisinde müvekkil ve arkadaşlarının;

  • Dindar olmanın bağnazlıkla eş anlamlı olmadığını ortaya koymaları,
  • Müzik dinleyen, dans eden, dekolte giyinen, disko, bar, klüpte vakit geçiren kesimlerin kendilerini dışlanmış hissetmemeleri gerektiğini göstermeleri,
  • Müslümanların her kesimi kucaklayabilecek bir olgunluk ve sevgi derinliğinde olmaları,
  • Sanatın, bilimin, güzelliğin, estetiğin ve kalitenin Müslümanları ezmek isteyenlerin elinde bir nevi silah olarak değil, Müslümanların dini anlatmak için kullanabilecekleri güzel birer nimet olduklarını açıklamaları,
  • Gerçek özgürlüğün Kuran’da olduğunu, demokrasi ve laikliğin en doğru manasının Kuran’da yer aldığını anlatmaları takdir edilmesi gereken bir ileri görüşlülük, feraset ve basiret örneğidir.

Sıraladığımız üzere belirli bir hikmetle ve amaçla izlenen bu yöntem ve uygulamaları suç örgütü yapılanmasının amacı olarak niteleyebilmek ise akıl tutulmasıdır. Dar düşünmenin, basmakalıp söylemler içine sıkışmış zihnin ürünüdür.  

Şunu da ifade etmek gerekir ki müvekkil çok defalar bağnazlığa sistem olarak karşı olması gelenekçi İslam anlayışını benimsemiş dindarlara karşı katı bir bakış açısına sahip olduğu anlamına gelmemektedir. Tam tersine onların inandıkları gibi yaşayabilmeleri müvekkil için sevinç vesilesidir. Müvekkilin inancı, her insanın inancını ve düşüncesini -şiddet içermediği müddetçe- dilediği gibi anlatabilmesi ve ve yaşayabilmesi üzerine kuruludur. Örneğin müvekkil Kuran’da başörtüsü olmadığına inanmaktadır. Ancak başörtüsü veya çarşaf kullanan hanımlara büyük saygı duymakta, onların istedikleri gibi giyinebilmeleri ve yaşayabilmelerini sonuna kadar savunmaktadır. Bir insan bir çok gerekçeyle tesettürlü yaşamayı tercih edebilir. Müvekkil bu tercihlerin hepsine saygı duyar. Ancak bu saygısı, Kuran’da baş örtüsünün emredildiği anlamına gelmemektedir. Eğer Kuran’ın hükmü bu olmuş olsa müvekkilin bunu savunmaktan hiçbir çekince duymayacağı ve arkadaşlarının tamamının da seve seve bu hükme tabi olacağı açıktır.  

Özetle, müvekkil ve arkadaşlarının bağnaz din anlayışına karşı duruşlarının Devletin bekası ve İslam’ın menfaati için gerekliliğinin daha iyi anlaşılması için başta Sayın Cumhurbaşkanımız’ın bugünkü konumuna gelişi ve sağ hükümetin güçlü bir fikri zemin elde etmesindeki sürecin iyi irdelenmesi de önemlidir.

AŞAĞIDA MÜVEKKİLİN KONUYLA İLGİLİ DÜŞÜNCE VE YORUMLARI BİLGİLERİNİZE ARZ EDİLMİŞTİR:

Geçmişteki sohbet programları esnasında yapılan 2-3 dakikalık müzik ve dansları öne sürerek, müvekkil ve arkadaşlarının “güya dini dejenere ederek toplumun ahlaki yapısını bozmak, devlete karşı gelmek ve aile kavramını yok etmekle” suçlandıkları kamuoyunun malumudur.  

Oysa ki müvekkil bu haksız suçlamaların aksine, yıllar boyunca komünist, Marksist ve Darwinist felsefelerin savunduğu DİN, AHLAK, AİLE ve DEVLET gibi KUTSAL DEĞERLERDEN YOKSUN BİR TOPLUM ANLAYIŞININ KARŞISINDA DURMUŞ,  arkadaşlarıyla birlikte BİLİMSEL, İLMİ ve İMANİ BÜYÜK BİR MÜCADELE YÜRÜTMÜŞTÜR. Müvekkil ömrünü adadığı bu uğurda, 300’ü aşkın kitap ve yüzlerce makale kaleme almış, eserleri 73 dile tercüme edilerek dünya çapında okunmuştur. 

Müvekkil Adnan Oktar’ın, DEVLETİN ÜNİTER YAPISINI ve AİLE BİRLİĞİNİ GÜÇLENDİRMEK; GÜZEL AHLAK ve DİNDARLIĞI ARTIRABİLMEK İÇİN 45 yıl boyunca gece gündüz süregelen çalışmalarını görmezden gelerek savunduğu değerlere karşı müvekkili suçlamak, akla ve mantığa aykırı bir durumdur.

Müvekkil ve arkadaşlarının savundukları, bağnazlıktan arınmış Kuran’a dayalı İslam anlayışı ile anti-Darwinist, anti-materyalist ilmi ve imani faaliyetleri sayesinde, -geçmişte adeta yıkılmaz görünen- sol ideolojilerin etki ve nüfuz alanlarını yıllar içerisinde kaybederek daralıp zayıfladıkları; bunun da milletimizin milli ve manevi bilincinin iyiden iyiye artmasına ve MİLLİ ŞUURA SAHİP DİNDAR BİR NESİL yetişmesine vesile olduğu bugün artık bilinmektedir.

AK PARTİ HÜKÜMETİNİN FİKRİ ALTYAPISIYLA FELSEFİ ZEMİNİ ve 20 YILI AŞKIN SÜREDİR CUMHURBAŞKANIMIZ SN. ERDOĞAN’I İKTİDARDA TUTAN KESİNTİSİZ HALK DESTEĞİ de bu sayede oluşabilmiştir.   

Kaldı ki, müvekkil ve arkadaşlarının yürüttükleri ilmi ve imani faaliyetlerin başarısı, konunun doğrudan muhatabı olan kişilerin bizzat kendi ağızlarından yaptıkları ikrar ve itiraf şeklindeki açıklamalarla da ispatlanmıştır. Bu açıklamalardan en göze çarpanları arasında;

  • Ulusalcı Vatan Partisi’nin Genel Başkanı, Aydınlık Gazetesi yazarı ve Mao’cu komünist ideolojinin ülkemizdeki önde gelen savunucusu DOĞU PERİNÇEK’İN bir konuşmasında dile getirdiği: Adnan Hocanın talebeleri bütün Anadolu’yu karış karış gezdiler, Darwinizm’in ve materyalizmin aleyhinde çalışmalar yaptılar ve AK Parti iktidar oldu. AK Parti’nin felsefi zeminini Adnan Oktar sağladı şeklindeki sözleriyle,
  • PKK Terör Örgütü Elebaşı Abdullah Öcalan’ın 2001 yılında yazdığı “Oligarşik Cumhuriyet Gerçeği” isimli kitabında dile getirdiği: Tepede de MİT’in Türk oligarşik yapısının emrindeki din adamları vardır. Hem de filozofça din adamlarıdır bunlar. Osmanlı sultanlarında da tarih boyunca yol gösterenler din adamları değil miydi? Şimdi de rejimin saldırılarına yol gösterecek din adamları vardır. MESELA O ADNAN HOCALAR NASIL ORTAYA ÇIKARILDI?

şeklindeki sözleri öne çıkmaktadır.  

SAĞ KESİMİN ÖZGÜVENSİZ, ÇEKİNGEN VE İÇE KAPALI YAPISI UMUTSUZLUK İÇİNDEYDİ.  GAZETE ve TV’LERDEN SN. ERDOĞAN’A PERVASIZCA ALENEN HAKARET EDİLİYOR, MUHTAR BİLE OLAMAYACAĞI SÖYLENİYORDU

Ortodoks gelenekçi zihniyete sahip olan sağ görüşlü vatandaşlarımızın yakın geçmişte ülkemizde ne söz ne de yaşam hakkı maalesef ki bulunmuyordu. Sağ kesimden insanlar, inançlarını ve haklarını göğüslerini gererek savunamaz; pek çok ortamda öfkeyle, nefretle karşılanırlardı.

Ana akım medya olarak adlandırılan gazete ve televizyon kanallarının büyük çoğunluğu Marksist, Darwinist, komünist düşünce yapısına sahip sol görüşlü kimselerin yönetimdeydi. BU MEDYA, TÜM GÜÇ ve ETKİSİYLE SAĞ KESİMİ EZİP AŞAĞILAMAK, PASİFİZET ETMEK AMACIYLA KULLANILIYORDU.  

Sağ kesimin büyük çoğunluğu bu sebeple, inandıkları değerleri dahi doğru düzgün ifade edip savunmaktan aciz, özgüvenini kaybedip pasifize olmuş bir haldeydi ve sosyal hayatın pek çok alanından çekilmiş, yaşam alanları sınırlanmıştı. Adeta kendi gettoları içine kapanmışlardı.

Gazete ve televizyon kanalları, Sayın Erdoğan hakkında hakaret içeren ifadeler kullanmaktan dahi çekinmiyordu. Yapılan haberlerde Sayın Erdoğan, güya orman arazisine KAÇAK GECEKONDU YAPMAKLA İTHAM EDİLİP -Refah Partisi’nin İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkan Adaylığı’ndan- ÇEKİLMEYE ZORLANIYOR, MUHTAR DAHİ SEÇİLEMEYECEĞİYLE TEHDİT EDİLEREK SİYASET YAPMAKTAN ENGELLENMEYE ÇALIŞILIYORDU.

O dönemde Milletvekili Yasası’nın 11. maddesine göre 1 yıldan fazla hapis cezası alanlar belediye başkanı olamıyordu. Medya ve muhalefet sürekli bunu gündeme getiriyordu. Erdoğan’ın 10 aylık kaçak inşaat cezasının yanı sıra, kaybettiği 1989 yerel seçimlerinde ilçe seçim kurulu başkanını tartaklamaktan dolayı kesinleşmiş 6 ay mahkûmiyeti de vardı. Dolayısıyla 1 yılın üzerinde bir ceza olduğu için RP İl Başkanı’nın aday olamayacağı öne sürülüyordu. Gazeteler, Erdoğan’ın aday olamayacağına ilişkin hukukçu ve uzman görüşleri ile doluydu.

Dönemin DSP lideri Bülent Ecevit, “Refah Partisi, Tayyip Erdoğan’ı adaylıktan çekmelidir” diye sesleniyordu. RP için “Her türlü hileye başvuran parti” şeklinde çirkin bir yakıştırma yapan Sayın Ecevit, “RP, Tayyip Erdoğan’ın durumuna kılıf bulamaz” iddiasında bulunuyordu. Dönemin Orman Bakanı Hasan Ekinci ise “Tayyip Erdoğan orman arazisine gecekondu yapmış, yıkım kararı alınmış, bu kararı uygulayacağız” diyordu.

Dönemin DYP Genel Başkanı Tansu Çiller ise, 19 Şubat 1994 tarihli Hürriyet’te Muharrem Sarıkaya’ya ‘‘Elimde Tayyip’in Dosyası Var” diyordu. 




Özetle Sağ kesimin gündeminde, aklında ya da hayalinde DEĞİL BUGÜNKÜ GİBİ İKTİDARDA SÖZ SAHİBİ OLUP ÜLKE POLİTİKALARINA YÖN VEREBİLMEK, DİNLERİNİ KENDİ ARALARINDA ÖZGÜRCE YAŞAYIP FİKİRLERİNİ DİLEDİKLERİ GİBİ İFADE EDEBİLECEKLERİ BİR GELECEĞE YÖNELİK İNANÇLARI DAHİ BULUNMAMAKTAYDI.  

İŞTE BÖYLE BİR ORTAMDA DAHİ MÜVEKKİL ADNAN OKTAR HEM SAYIN CUMHURBAŞKANI’NIN BİZZAT KENDİSİNİ HEM DE SAĞ CAMİAYI AYDINLIK BİR GELECEKLE MÜJDELİYOR, ÇEVRESİNE ÜMİT VE ŞEVK AŞILIYORDU.

SAĞ KESİMİ İÇİNDE BULUNDUĞU YEİS ve UMUTSUZLUKTAN ÇEKİP ÇIKARAN DA, HER ŞEYE RAĞMEN KARŞILIKSIZ OLARAK SN. ERDOĞAN’I DESTEKLEYEN DE YİNE  MÜVEKKİL ve ARKADAŞLARI OLMUŞTUR

Kanaatimizce askeri vesayet ve medya baskısı sebebiyle, o dönemde Sayın Erdoğan’ın bile bir gün vatandaşlarımızın büyük çoğunluğunun oyunu alıp ülkenin başına geçeceği, Cumhurbaşkanı olup ülkeyi tek başına yönetebileceğine yönelik bir kanaati bulunmamaktaydı.  

Çünkü müvekkil ve arkadaşlarının daha önce hem huzurunuzda hem de İstanbul 30 ACM’de verdikleri beyanlarda açıkladıkları üzere;

1990’lı yıllarda Sn. Erdoğan’ın belediye başkanlığının öncesinde, henüz kendisi daha Refah Partisi’nin il başkanı iken, müvekkilin arkadaşları Tarlabaşı’ndaki İl Başkanlığı binasında kendisini sık sık ziyaret ediyorlardı. Bu buluşmalarda Sayın Erdoğan ve müvekkilin arkadaşları ülkenin genel durumu ve geleceği konusunda istişare edip fikir alışverişinde bulunuyorlardı. (Sn. Erdoğan’ın o dönemde özel kalemi olan Sn. Mustafa Yüce Beyefendi, bu ziyaret ve görüşmelerin yakın şahitleri arasındadır.) Aynı şekilde Sayın Cumhurbaşkanı da müvekkil ve arkadaşlarının evlerine konuk oluyordu.

Bu dönemde Sayın Cumhurbaşkanımız’ın belediye başkanlığı adaylığı ilk kez söz konusu olduğunda, Refah Partisinde ADAYLIK İÇİN ADI GEÇEN ASIL İSİM SN. ALİ ÇOŞKUN’du ve partinin üst kurullarında Sn. Ali Coşkun ismi destek görmekteydi.

Bununla birlikte ana akım medya da sürekli olarak Sayın Erdoğan’ın üzerine gitmekte, Sayın Erdoğan hakkında güya hasta olduğu, gecekondu davasından hüküm giydiği, bu sebeple adaylıktan çekilmesi gerektiği, seçilse dahi muhtar bile olamayacağı şeklinde yoğun bir karalama kampanyası yürütmekteydi.

Hem adaylık için düşünülen ilk isim olmaması hem de ağır medya baskı sebebiyle Sayın Erdoğan’ın da oldukça sıkıntı duyduğu ve yakın çevresine “ADAYLIKTAN ÇEKİLMEYİ DÜŞÜNDÜĞÜNÜ SÖYLEDİĞİ” konuşulmaktaydı.

Bu yüzden müvekkilin arkadaşları,

  • Hem Sn. Erdoğan’ın kendisini partinin önde gelenlerine ve üst yönetimine daha iyi tanıtabilmesi,
  • Hem de müvekkil ve arkadaşlarının temsil ettikleri genç, modern ve aynı zamanda dindar bir grubun desteğini aldığını da gösterebilmesi,
  • Ve mutlaka SAYIN ERDOĞAN’IN ADAY GÖSTERİLMESİNİ SAĞLAMAK AMACIYLA,

Refah Partisi’nin önde gelenler ve Sn. Erdoğan ile bir ev toplantısında bir araya geldiler. Toplantı, şu an müvekkil ile birlikte tutuklu bulunan arkadaşı Alkas Çakmak’ın Emirgan’daki villasında gerçekleşti.

Müvekkil Adnan Oktar ayrıca, merhum Sayın Necmettin Erbakan ile bizzat görüşerek de, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkan adaylığına Sayın Erdoğan’ı aday göstermesi için kendisini teşvik etti.

Nitekim Sayın Erdoğan da, İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı seçilmesinin ardından ilk basın toplantısına müvekkilin arkadaşlarından Altuğ Berker ile çıkıyor; yanyana çekilen fotoğrafları birçok gazetede yayınlanıyordu.

30.03.1994 Tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nin ‘Cumhuriyet Ankara Bürosu’ tarafından kaleme alınan RP’den belediyelere Osmanlı modeli başlıklı haberde; Sn. Recep Tayyip Erdoğan’ın düzenlediği basın toplantısında müvekkilin yakın arkadaşları ile birlikte çektirdiği fotoğrafa yer verilerek “Erdoğan Adnan Oktar’ın müritleriyle” alt başlığı kullanıyordu.

Haber içeriğinde ise “İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı kazandığına kesin gözüyle bakılan RP’li Recep Tayyip Erdoğan, Pazar gününden bu yana basın toplantısı düzenleyerek neler yapacağını anlatıyor. Erdoğan, dünkü toplantıda da kamuoyunda Adnan Hoca olarak ünlenen Adnan Oktar’ın müritleri olduğu bildirilen gençleri arkasına aldı ifadelerine yer verilmekteydi. (Aşağıda)

Sayın Erdoğan’ın merhum Sayın Necmettin Erbakan tarafından İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkanı adayı gösterildiği dönemde REFAH PARTİSİ DE MODERN KESİME HİTAP ETMEK İSTİYOR; MÜVEKKİLİN ARKADAŞLARINDAN BAŞTA GÜLAY PINARBAŞI VE SERAP AKINCIOĞLU OLMAK ÜZERE SANAT DÜNYASINDAN GELEN TANINMIŞ BİR ÇOK İSİM, REFAH PARTİSİ’NİN VİTRİNİ OLARAK KABUL EDİLİYORDU.

Müvekkilin Sayın Necmettin Erbakan’a ve Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a olan doğrudan ve dolaylı bu destekleri o dönemde de medya ve basına sıkça yansımaktaydı. Dönemin ana akım medyası olarak adlandırılan televizyon kanallarıyla gazetelerinde yayınlanan pek çok haber ile Sayın Erbakan ve Sayın Erdoğan karşıtlığıyla tanınan gazetecilerin kaleme aldıkları köşe yazıları, bu açık gerçeğin de bir ikrarı niteliğindeydi.

Kamuoyunca daha iyi anlaşılabilmesi amacıyla, o döneme ilişkin basına ve televizyonlara yansıyan çeşitli haberleri hatırlatmak gerekirse, müvekkil ve arkadaşlarının Sayın Erdoğan ve merhum Sayın Erbakan’a olan açık desteklerini gösteren döneme ilişkin yüzlerce haber arasından öne çıkan bazılarını ise şöyle sıralayabiliriz:

10 Aralık 1993 Gecesi Abdi İpekçi Spor Salonunda Gerçekleştirilen Refah Patisi İstanbul İl Teşkilatının ‘İstanbul Gecesi’nde, MÜVEKKİL ADNAN OKTAR’IN ARKADAŞLARINDAN TÜRKİYE GÜZELİ OLAN GÜLAY PINARBAŞI’NIN REFAH PARTİSİNE KATILIŞI SIRASINDA SN. RECEP TAYYİP ERDOĞAN İLE BİRLİKTE Haberlere Yansıyan Görüntüler (Aşağıda)


Aynı Geceye İlişkin 12.12.1993 Tarihli Milliyet Gazetesi’nde Yer Alan, “RP’NİN İKİ KOZU” Başlıklı Haberde  GÜLAY PINARBAŞI ve FİLİZ  ERGÜN’ÜN birlikte fotoğrafları ise aşağıdadır:

12.12.1993 Tarihli Milliyet Gazetesi’nin Melek Elitok tarafından kaleme alınan “ERBAKAN HOCA GÜLAY’I TANITTI” başlıklı haberinde;  “Törene arkadaşları Altuğ Berker ve Bahadır Güven ile katılan Gülay Pınarbaşı, ERBAKAN ve PARTİLİLER ile MİLLİ GÖRÜŞ YEMİNİ ETTİKTEN SONRA PARTİ ROZETİNİ ALDI” açıklamasında bulunuluyordu. (Aşağıda)

O gecenin ardından, müvekkilin arkadaşları arasında yer alan, tanınmış manken ve fotomodeller ile sosyetenin ünlü simaları da Refah Partisi’ne destek olmak amacıyla partiye üye olmaya başlamışlar; katıldıkları toplantı ve programlarda, “RP’nin modern ve yenilikçi anlayışına inandıklarını, Sayın Erbakan ile Sayın Erdoğan’a büyük bir sempati ve muhabbet duyduklarını, bu sebeple seçimlerde RP’ni destekleyeceklerini” dile getirmişlerdir.

31.01.1994 Tarihli Milliyet Gazetesi’nin Tunca Bengin tarafından kaleme alınan Adnan Hoca’dan RP’ye manken ordusu başlıklı aşağıdaki haberinde;  ADNAN HOCA ve MANKENLERİNDEN OLUŞAN ORDUSU 27 MART SEÇİMLERİ ÖNCESİNDE REFAH PARTİSİ İÇİN ÇALIŞIYOR ifadelerine yer verilmiştir.  Tunca Bengin ayrıca “RP’ne katılan, ardından da örtünen Gülay Pınarbaşı’ndan sonra İslami yaşam tarzını benimseyen pek çok ünlü erkek manken “OYLAR REFAH”A derken aralarında Şebnem Dinçgör, Melis Murathanoğlu, Cansel Özzengin ve Allegra’nın da bulunduğu sempatizanların sayısı giderek artıyor” açıklamalarında bulunuyordu.


27.01.1994 Tarihli Milliyet Gazetesi’nin Tunca Bengin tarafından kaleme alınan SEDEF BOZOK DA ‘REFAH’ÇI OLUYOR başlıklı haberinde ise;  MANKEN GÜLAY PINARBAŞI’NDAN SONRA SOSYETE DÜNYASININ ÜNLÜ İSMİ SEDEF BOZOK DA ADNAN HOCA’NIN MÜRİTLERİ ARASINA KATILDI” ifadelerine yer veriliyordu. Haberde ayrıca “Adnan Hoca’nın sağ kolu Altuğ Berker sosyete dünyasının ünlü ismi Sedef Bozok’u da saflarına katmayı başardı.”, “Manken Gülay Pınarbaşı’nı örnek gösteren bazı çevreler, Bozok’un da yakında kapanıp RP’ne gireceğini iddia ederken, Sedef Bozok’un yakınlarına ‘Ben de iyi bir Müslüman olmak istiyorum. Hayatımdan çok memnunum’ dediği öğrenildi” açıklamalarında bulunuluyordu.

Yine Tunca Bengin tarafından kaleme alınan 24.05.1994 Tarihli Milliyet Gazetesi’nin “SEREN’İN YENİ DÜNYASI” başlıklı haberinde ise, bu kez ünlü şarkıcı Seren Serengil hakkında ADNAN HOCA’NIN SEMPATİZANLARI ARASINA GİREN SEREN SERENGİL 5 VAKİT NAMAZ KILIP KUR’AN OKUMAYA BAŞLADI. ifadelerine yer verilmişti. (Aşağıda)

25.06.1994 Tarihli Milliyet Gazetesi’nin ‘Ankara-Milliyet’ bürosu tarafından kaleme alınan “Adil düzen düğünü” başlıklı haberde; RP Genel Başkanı merhum Sayın Erbakan’ın kızı Zeynep Erbakan’ın Ankara Sheraton Oteli Balo Salonunda gerçekleştirilen düğünü anlatılırken ADNAN HOCACILAR alt başlığına yer verilmişti. Haber içeriğindeyse müvekkilin arkadaşlarından, “Mankenliği bıraktıktan sonra kapanan Didem Ürer’le Gülay Pınarbaşı, nikaha Gökalp Barlan ve Bahadır Güven’le geldi” ifadeleriyle bahsedilmişti. (Aşağıda)

Gazeteci İsmail Saymaz ise, 3 Ocak 2021 tarihinde Sözcü Gazetesindeki köşesinde kaleme aldığı “REFAH’IN MANKENİ” başlıklı köşe yazısında, Gülay Pınarbaşı’nın, Refah Partisi’nin İstanbul İl Teşkilatının 10 Aralık 1993’te gerçekleştirdiği İstanbul Gecesine katılımına ilişkin izlenimlerini şöyle ifade etmekteydi:

REFAH’IN MANKENİ

Necmettin Erbakan’ın RP’si 1993 yılında tabanını genişletirken, laikleri ürkütmemek adına vitrine başı açık kadın koymaya çabalıyordu. İlk transferi ANAP’lı Diş Hekimi Filiz Ergün oldu.

İkincisi, RP İstanbul İl Teşkilatı’nın 10 Aralık 1993’te gerçekleştirdiği İstanbul Gecesi’nde sahneye çıktı. O GECE YALNIZCA SİYASET DEĞİL, MAGAZİN DÜNYASI DA SARSILDI. ÇÜNKÜ KONUKLAR ARASINDA ÜNLÜ MANKEN GÜLAY PINARBAŞI VARDI. 

ERDOĞAN’IN UZATTIĞI MİKROFON

Pınarbaşı, Abdi İpekçi Arena’daki geceye başı açık vaziyette katıldı. Kadınlara ayrılan bölümde Filiz Ergün ile yan yana oturdu. Çarşaflı ve türbanlı kadınlar arasında dikkat çekiyorlardı. Pınarbaşı’nın rozetini Ergün takarken, tüm salon “İnançlı kadınlar omuz omuza” diye slogan atıyordu.

Kürsüde, RP İl Başkanı Erdoğan da vardı. Erdoğan: “Gülay hanım kısa bir selamlama yapacak” dedi ve mikrofonu kendisine uzattı.

Pınarbaşı şunları söyledi:

“Selamın aleyküm muhterem kardeşlerim. Bugün gerçekten çok mutluyum. RP üyesi olmaktan şeref duyuyorum. Allah’ın ipine sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Müslümanlar birlik olmalı. Allah’ın selameti üzerinize olsun.

ERDOĞAN, ÇOK MUTLUYDU. ERBAKAN DA…

O dönemde yaşanan bu olayların etkisi hafızalarda büyük yer etmiş, sol görüşlü muhalif bazı köşe yazarları bile, yıllar sonra kaleme aldıkları köşe yazılarında müvekkil ve arkadaşlarının o dönemde Sayın Erdoğan ve Sayın Erbakan’a VERDİKLERİ DESTEĞİN ÖNEMİNİ İKRAR EDEN yazılara imza atmışlardır.

Bunlar arasında öne çıkanlardan birisi olan Cumhuriyet gazetesi yazarı Sn. Tayfun Atay, 16 Temmuz 2018 tarihinde kaleme aldığı köşe yazısında hem Sayın Gülay Pınarbaşı’nın Refah Partisine katılışını hem de müvekkilin, Sayın Erdoğan ve Sayın Erbakan’a olan desteklerini kendince yorumlarla köşesine taşımıştır:

“Tabi asıl çarpıcı olan Adnan Oktar’ın yükselişinin 1990’lı yılların ilk yarısına denk gelmesi…. Hem Türkiye’de bilim ve üniversite camiasının karşısına evrim-karşıtı yaratılışçı iddialarla çıkıp kamuoyu oluşturarak seküler bilim ve düşünce anlayışını yıprattı hem de “modernist tını” ile Refah Partisi öncülüğünde yükselen siyasal İslam’a “seküler sosyete”deki alerjiyi gidermeye dönük işler yaptı o...

“Bariz bir örnek, 1993’te Refah Partisi’nin başlattığı ve o dönem Parti’nin İstanbul İl Başkanı Tayyip Erdoğan’ın başını çektiği “vitrin transferleri” atağı çerçevesinde “Adnan Hocacı” eski manken Gülay Pınarbaşı’nın RP’ye katılmasıdır. Demek ki “Adnan Hoca” şimdiki iktidarın “cemâziyelevvel”inden başlayarak katkısını esirgememiştir.

Özetle buraya kadar detaylarıyla anlatmış olduğumuz müvekkil ve arkadaşlarının gösterdikleri büyük çabalar neticesinde,

  • Refah Partisiyle Sayın Erbakan’a ve Sayın Erdoğan’a yönelik kamuoyundaki ön yargılar tamamen yıkılmış,
  • Müvekkilin önerdiği “hurafelerden arınmış Kuran’a dayalı modern İslam anlayışı”nı benimseyen,
  • Sergilediği vitrin vesilesiyle başı örtülü ya da açık “toplumun her kesimini kucaklayacağını ilan eden” Refah Partisi’ne,
  • Kendilerinin dahi beklemediği derecede büyük bir teveccüh oluşmuştur

Nitekim 1994 senesinde gerçekleştirilen Belediye Seçimlerinin sonuçları ile 1995’de gerçekleştirilen Türkiye Genel Seçimlerinin sonuçları, TAM DA MÜVEKKİLİN DÖNEME İLİŞKİN AÇIKLAMALARINI DOĞRULAR ŞEKİLDE GERÇEKLEŞMİŞTİR.

Refah Patisi, 1994 Belediye Seçimlerinde başta Ankara ile İstanbul olmak üzere 28 şehirde seçimleri kazanarak EN ÇOK İLDE SEÇİM KAZANAN PARTİ olurken, Sayın Recep Tayyip Erdoğan İstanbul, Sayın Melih Gökçek ise Ankara Büyük Şehir Belediye Başkanı seçilmişlerdir.

24 Aralık 1995’te gerçekleştirilen Türkiye Genel Seçimlerinde ise, Merhum Necmettin Erbakan’ın liderliğindeki Refah Partisi, oyların %21,4’ünü alarak SEÇİMDEN BİRİNCİ PARTİ OLARAK çıkmıştır.

REFAH PARTİSİ İÇERİSİNDEKİ MODERNLİK KARŞITI ÇIKIŞLAR,     28 ŞUBAT POST-MODERN DARBESİ, AK PARTİ'NİN KURULUŞU ve 20 YILI AŞKIN KESİNTİSİZ AK PARTİ İKTİDARININ ARDINDAKİ GERÇEK

Müvekkil Adnan Oktar’ın, Sayın Erbakan’a ve Sayın Erdoğan’a önerdiği ve bu sayede Refah Partisi’ni hem yerel hem de genel seçimlerde muazzam bir başarıya taşıyan MODERN ÇİZGİYE KARŞI, zamanla parti içinde sayıca az da olsa olumsuz bir reaksiyon da gelişmiştir.

Bizzat merhum Sayın Necmettin Erbakan’ın talebi üzerine, hurafelerden arındırılmış Kuran’a dayalı İslam’ın en modern din olduğunu göstermek; başörtülü olsun veya olmasın tüm Müslüman kadınların eşit olduklarını ve kardeşçe birbirlerine sarılıp kaynaşmaları gerektiğini topluma anlatmak amacıyla gerçekleşen müvekkilin arkadaşlarının partiye olan katılımları, RP İÇERİSİNDEKİ SAYICA AZ AMA SESİ ÇOK ÇIKAN BAĞNAZ BİR ZÜMRENİN TEPKİSİNİ ÇEKMİŞTİR.

Böyle olunca, Refah Partisi’nin modern ve yenilikçi çizgisini görerek oy veren modern kesimler de, Refah Partisi’ndeki bu modernlik karşıtı hareketleri gördüklerinden dolayı, PARTİYE OLAN DESTEKLERİNİ GERİ ÇEKMEYE BAŞLAMIŞLARDIR.

Müvekkilin önerdiği modern, ilerici anlayışa parti içinde başlayan karşı çıkışın ardından, Refah Partisi hakkında iktidardayken sözde bir irtica tehlikesi öne sürülmeye başlanmıştır. Refah Partisi’nin modern çizgiden gelenekçi ortodoks çizgiye yeniden dönmesi riski bahane edilmiş ve ardından 28 Şubat 1997 postmodern darbesi meydana gelmiştir. Bu darbenin ardından 18 Haziran’da Merhum Necmettin Erbakan Başbakanlık görevinden istifa etmek zorunda kalmıştır.

Süreç bununla da sona ermemiş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, iktidarda iken Refah Partisi hakkında, “Lâik Cumhuriyet ilkesine aykırı eylemleri” gerekçesiyle kapatma davası açmıştır. 8 ay süren dava sonunda Refah Partisi, 16 Ocak 1998’de Anayasa Mahkemesi tarafından, parti görevlilerinin laiklik karşıtı eylemleri, devletin kurucusuna karşı suçlamaları ve başörtüsü ile ilgili siyaseti gibi bazı nedenler öne sürülerek kapatılmıştır. Necmettin Erbakan başkanlığındaki Refah Partisi ise henüz daha dava devam ederken 28 Şubat sürecinde iktidardan uzaklaştırılmıştır.

Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Refah Partisi’nden ayrıldıktan sonra Refah Partisininin son dönemlerinde yaşanan ve partinin kapatılmasına da sebep olan MODERNLİK KARŞITI GÖRÜŞLERİN TAKİPCİSİ OLMAYACAĞINI ‘‘MİLLİ GÖRÜŞ GÖMLEĞİNİ ÇIKARDIK’’ sözleriyle ifade ederek 2001 yılında, müvekkil Adnan Oktar’ın yıllarca savunduğu modern sağ parti temelinde olan AK Parti’yi kurmuştur.

Sayın Erdoğan, “Milli Görüş gömleğini çıkarttık” sözleriyle aynı zamanda, müvekkil Adnan Oktar’ın öncülüğünü yapmış olduğu, Atatürkçü, Laik ve modern İslam anlayışını savunacaklarını, geçmişten gelen modernlik karşıtı, geleneksel ortadoks islam anlayışını terk ettiklerini ifade etmiştir.

Gerçekten de Sayın Erdoğan’ın bu kararı fevkalade doğru olmuş, modern bir sağ partinin bir yandan manevi değerleri korurken aynı zamanda yenilikçi ve milli bir çizgide ülkeyi kalkındırıp geliştirmesinin özlemi içerisinde olan halkımızdan büyük bir teveccüh görmüştür.

Halkımız, 2002’den itibaren modern sağın tek merkezi haline gelen AK Parti’ye o günden bugüne kesintisiz bir şekilde milli ve manevi değerleri koruyarak iktidar olma ve ülkeyi yönetme görevini işte bu yüzden vermiştir.

ANCAK NE VAR Kİ şu anda sağ kesimden bazı kişiler, bir kısmı yaşları itibariyle bu süreci bilmediklerinden bir kısmı gelmiş oldukları konum nedeniyle yersiz bir gurura kapıldıklarından;

  • Sağ kesimi geçmişteki acziyet, zayıflık ve umutsuzluğundan çekip kurtulmasına vesile olanların,
  • AK PARTİ HÜKÜMETİNİN FİKRİ ALTYAPISI ile FELSEFİ ZEMİNİNİ HAZIRLAYARAK, 20 YILI AŞKIN SÜREDİR CUMHURBAŞKANIMIZ SN. ERDOĞAN’I İKTİDARDA TUTAN KESİNTİSİZ HALK DESTEĞİNİ SAĞLAYANLARIN

müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının yıllardır anlattıkları bağnazlıktan arınmış, Kuran’a dayalı modern ve SAMİMİ İSLAM ANLAYIŞI OLDUĞUNU UNUTMUŞ GÖRÜNMEKTEDİRLER.

Tıpkı Refah Partisi’nin iktidarı döneminde olduğu gibi Kuran’a dayalı modern ve samimi İslam anlayışından rahatsızlık duyan az sayıdaki BAĞNAZ BİR ZÜMRENİN, ne yazık ki yakın dönem içerisinde de etki alanlarının genişlediği görülmektedir.

Hatta öyle ki gelenekçi İslam anlayışının en hassas olduğu konulardan biri olan “mezhepler” konusunda “mezhepçiliğe karşı olduğunu ve Kuran’ın rehberliğine ihtiyaç duyulduğunu” söyleme cesareti gösteren Sayın Cumhurbaşkanı dahi zaman zaman bu bağnaz zümrenin baskısına maruz kalabilmektedir.




Görüldüğü gibi Sayın Cumhurbaşkanı’nın savunduğu ve inandığı inanç da Kuran Müslümanlığı’dır.

İSLAM ADINA ORTAYA ÇIKAN HURAFE DİNİ

Müvekkil ve arkadaşlarının savunduğumu din anlayışı, TAMAMEN KURAN’A DAYANMAKTADIR. Müvekkilin konuk olduğu geçmişteki tüm televizyon programları ve canlı yayınları, yayınladığı tüm makale ve kitaplar, Kuran'daki gerçek ve tek İslam dininin savunuculuğunu içermektedir.

Dolayısıyla müvekkilin Kuran'a dair anlattıkları hiçbir zaman gizli saklı bir sır olmamış; herkesin kolayca erişip okuyabileceği, izleyebileceği şekilde ve sade bir dil ve üslup ile anlatılmıştır.  Müvekkil görüşlerini sürekli şekilde KURAN'DAN AYETLER IŞIĞINDA ANLATMIŞ ve KURAN'I ESAS ALAN DİN ALİMLERİNİN AÇIKLAMALARIYLA DA DELİLLENDİRİLMİŞTİR. Bunun dışında kendinden herhangi bir yorum yapmamaktadır.

Müvekkilin karşı olduğu konu, DİN ADI ALTINDA, GERÇEKTE KURAN'DA OLMAYAN ÜRETİLMİŞ, ÖĞRETİLMİŞ BİR HURAFE DİNİNİN UYGULANMAKTA oluşudur

Müvekkil Adnan Oktar’ın ifadeleriyle;

Bu bağnaz yaklaşım oldukça yaygın görülen bir sistemdir. Bunu oluşturan yapı, HEM MEVZU HADİSLER (gerçek olmayan, sonradan üretilmiş ve Kuran ayetleriyle örtüşmeyen) HEM DE HURAFE ANLATIMLAR YOLU ile KURAN’DA OLMAYAN YENİ BİR DİN TÜRETMİŞLERDİR.

Bu hurafe dinini yaygınlaştırabilmek uğruna İNSANLAR KURANDAN UZAKLAŞTIRILMIŞTIR. KURAN’IN GÜYA ANLAŞILAMAZ OLDUĞU SÖYLENEREK ADETA DUVARA ASILMASI GEREKEN DOKUNULAMAZ BİR KİTAP HALİNE GETİRİLMİŞTİR.

Kuran yerine ise, sadece mevzu hadislerin ve sözde İslam alimlerinin karmaşık yorumlarıyla sahte yasaklarını içeren sözde kitaplar kaynak haline getirilmiş; 

YANİ İSLAM ALEMİ, ADETA KURAN’I TERK ETMİŞTİR.

 

Bu durum Kuran’da da şöyle bildirilmiştir:

Ve elçi dedi ki: "Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terk edilmiş (bir Kitap) olarak bıraktılar." (Furkan Suresi, 30)

Peygamberimiz (sav)'in vefatından yüz yıl sonra oluşturulan 4 mezhep, yüce Allah’ın Kuran’da bildirdiği bu hükmünün de gerçekleşmiş olduğunu göstermektedir. Sadece TEK BİR KİTABI OLAN BİR HAK DİNDEN 4 AYRI MEZHEP oluşması ve bunların tümünün HELAL VE HARAMLARININ BİRBİRİNDEN FARKLI olması, bu mezheplerin BİR KISMININ DİĞERİNİ KABUL ETMEMESİ bu vahim gerçeğin en açık göstergesidir. 

Kuran'a dayanmayan ama mevzu hadisler ve sözde alimlerin himayesindeki sahte dinlerin peşine düşenler, hem İslam dinini gereği gibi uygulayamamış hem de mezhep farklılıkları nedeniyle kendi dindaşlarına düşman haline getirilmişlerdir.

İslam adına kafa kesenler ise, bu vahim durumun ulaştığı son noktadır. Yalana dayanan bu hurafe din, barış dini olan İslam'ı, bir anda insanları sebepsiz ve vahşice idam eden, nefret saçan, katliam yapan, kadınları mal olarak kullanan bir din görünümüne getirmiştir. (İslam'ı tenzih ederiz)

İslam'ın tek ve gerçek kitabı Kuran'dan uzaklaştıkça, bu felaketlerin artarak devam edeceği ortadadır.

Nitekim Hurafeciler, İslam dinini, olağanüstü zor, hiçbir şekilde uygulanamaz bir din haline getirmiş durumdadırlar.

Örneğin, KURAN’DA ABDEST TEK BİR AYET İLE TARİF EDİLMİŞKEN, sözde alimler tarafından SADECE ABDEST ÜZERİNE 300 KÜSUR SAYFADAN OLUŞAN KİTAPLAR yazılmıştır. Her sayfada abdesti bozan sayısız unsur sıralanmış, onları da kendi içlerinde detaya boğmuşlardır. Allah'ın TEK BİR AYETTE anlattığı, son derece anlaşılır ve kolay olan abdest ibadetini, bir anda YAPILAMAYACAK HALE GETİRMİŞLERDİR.

Bir kısım İslam İlmihallerinde, Zelletül Kariye isimli başlık altında, namazda okunan ayetlerde dil sürçmesi ve okuma hatası olduğunda namazın bozulacağı anlatmaktadır. Sadece Allahu Ekber hitabında Ekber kelimesinin yanlış vurgulanması bile, bu kişiler için namazın bozulması için bir sebeptir.

Bu bağnaz anlayış sebebiyle insanlar, namazını kılarken dilinin sürçmesi veya yanlış söylemesi ya da vurguları iyi yapamaması vesveseleriyle boğuşmakta, dikkatini sadece bu imla unsurlarına vermekte ve en nihayetinde de daha büyük vesveseler içine girerek namazının kabul olmayacağını düşünmektedir. Bu kadar zorluk içinde artık bu kişi bu sayede namazdan da uzaklaşır hale getilmektedir. 

Bu tip suni zorluklar yüzünden, gençler büyük ölçüde namaza yanaşmamakta, ibadetlerin yolu daha başından kapatılmaktadır.

Örneğin kadınlara, Kuran'da bir farz olmayan başörtüsünü zorla dayatmaktadırlar. Kadınların büyük bir bölümü, gerçekte Nur Suresinde hiç geçmeyen, sadece bu hurafe dininin üretmesi sonucu oluşturulan ve adeta bir tabu haline getirilen başörtüsü dayatması yüzünden dinden uzaklaşmaktadır. Müvekkil herhangi bir sebeple başörtüsü kullanmak isteyen ve çarşaf giyen kadınlara saygı duymaktadır. Ancak bu, başörtüsünün farz olduğu anlamına gelmemektedir. Kuran’a göre Nur Suresinde başörtüsü anlatılmamakta, Ahzab Suresinde ise eğer kadınlar kendileri gerekli görürlerse, mümin tanınmaları ve bilinmeleri yani kendilerini korumaları gerektiği durumda çarşafla örtünebilecekleri söylenmektedir. Konuyla ilgili açıklama ayrı bir dilekçede bilgilerinize arz edilecektir.

Öte yandan Kuran’da olmadığı halde başörtüsü farz diyenler, ahirette kendilerine, "Kuran'da olmayan bir hüküm için milyonlarca insanı dinden niye uzaklaştırdınız?" diye sorulduğunda ne cevap vereceklerini düşünmekle yükümlüdür.

Allah haram ve helalleri Kuran’da net olarak belirtmiştir. Şayet başörtüsü bir şart olsa, namazda okunan dualarda dil sürçmesi namazı bozsa, abdest alırken kişinin üzerine sıçrayan su mekruh demek olsa, bunu kuşkusuz ki Allah Kuran'ında açıkça belirtirdi. Haşa, Allah'ın kadrini takdir edemeyerek ve Haşa, kendilerini daha akıllı görerek, Kuran'ı kendilerince yetersiz bularak yeni bir din uyduranlar, Allah adına yalan söylemektedirler.

Oysa Allah, Kuran'ında, dinin kolay olduğunu belirtmektedir:

Allah adına gerektiği gibi çaba gösterin. O, sizleri seçmiş ve DİN KONUSUNDA SİZE BİR GÜÇLÜK YÜKLEMEMİŞTİR, atanız İbrahim'in dini(nde olduğu gibi)… (Hac Suresi, 78)

Ve seni KOLAY OLAN İÇİN BAŞARILI KILACAĞIZ. (A'la Suresi, 8)

ALLAH, SİZE KOLAYLIK DİLER, ZORLUK DİLEMEZ… (Bakara Suresi, 185)

Müvekkile göre, bu zihniyetteki kişiler yüzünden şu anda ülkemizde gençler arasında iki türlü insan oluşmaktadır.

Bunlardan birincisi, söz konusu hurafeler neticesinde IŞİD zihniyetine  yönelmiş olanlardır. Aslında İngiliz derin devleti tarafından amaçlanan, IŞİD zihniyetinin Türkiye'de hakim hale getirilmesidirANCAK BUNA MÜVEKKİL ve ARKADAŞLARININ ENGEL OLDUĞU olmuştur. Şu an maruz bırakıldıkları dehşetli haksızlıklar, hukuksuzluklar, sürgünler ve hapislerin de sebebi BU KONUDAKİ etkileri ve başarılarıdır.

Türkiye'de gençler arasında oluşan ikinci yapı isegitgide yaygınlaşan ATEİZM ve DEİZM’dir Gençler, Kuran'dan uzak hurafe dinini gerçek İslam zannettiklerinden, dinden gitgide daha da uzaklaşmakta, Allah'a sevgi duyamayacak hale gelmekte, bağnazlara olan öfkelerinden bilmeden dini suçlamaktadırlar. ATA Parti Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek'in, geçtiğimiz günlerde bu konuyla ilgili yapmış olduğu açıklama manidardır. Zeybek, şunları söylemiştir:

İnanç özgürlüğünden, düşünce özgürlüğünden korkmayın. Şu anda bugünkü uygulamalar, DAYATILAN DİN YÜZÜNDEN, 2000’DEN SONRA DOĞAN GENÇLERİN YÜZDE YETMİŞİNİN (yaklaşık beş milyon gencimiz) DEİST, ATEİST, PANDEİST olduğu unutulmamalıdır.[1] 

Gençlerimizin %70'inin ateist, deist ya da panteist olması içler acısı bir durumdur ve daha da acısı, gerçekte bu oranın çok daha fazla oluşudur.

Müvekkil anlattığı gerçek İslam'ın, gençler, hatta ateist ve deist gençler arasında bile kabul görmesi ise GENÇLERİN ASLINDA DİNE DEĞİL BAĞNAZLARA ÖFKELİ  olduklarının bir göstergesidir.  

Bu gençler, kendilerine Kuran'daki sevgi ve barış dolu, kadına, sanata, tüm varlıklara saygı duyan, estetik ve güzelliği ön plana çıkaran, özgürlük ve demokrasi dini olan İslam gösterildiğinde, çok hızlı bir şekilde İslam’a yönelmektedirler. Müvekkil ve arkadaşlarının İNGİLİZ DERİN DEVLETİ TARAFINDAN DURDURULMAK İSTENMESİNİN İKİNCİ SEBEBİ DE BU KONUDAKİ BAŞARILARIDIR.

Müvekkilin tüm bu düşünce ve kanaatlerini saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz. 23.12.2024

Adnan Oktar Vekili

Av. Mert Zorlu

 

[1] https://m.gurhaber.com/haber/guncel/zeybek-tarikatlari-hedef-aldi/34602.html

Daha yeni Daha eski