İSTANBUL 30 AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞINA
Dosya No : 2024/414 E
Sunan : Adnan Oktar
Müdafi : Av. Mert Zorlu
Konu : Suçtan pişman olma veya suçu engelleme amacıyla yazılmış olan Etkin Pişmanlık kanunun iftiracılık ve suni suç oluşturma müessesi haline getirilmiş olması sebebiyle, etkin pişman ifadelerine dayanılarak hüküm kurulmasının hukuka ve vicdana uygun olmayacağına dair beyanlarımızdır.
1. AÇIKLAMALAR
Etkin pişmanlık düzenlemesi suçla mücadele ve failin yeniden topluma kazandırılması gibi önemli amaçlara yönelik olarak uygulamaya konulmuşsa da, pratikte iftiracılık ve yalan üretme sistemi haline dönüşmesi sebebiyle toplum tarafından rahatsızlıkla karşılanmakta, akademisyenler ve hukuk insanları tarafından da bir çok açıdan eleştirilmektedir. Eleştirilerin odağında, etkin pişmanlık düzenlemesinin mevcut haliyle bir nevi dayatma ve köşeye sıkıştırma unsuru olarak kullanılması, kişileri yalan söylemeye ve iftira atmaya mecbur kılarak ahlaki yozlaşmaya zemin hazırlaması, adalet duygusunun zedelenmesine sebep olması, kişilerin sırf kendini kurtarmak adına suni suçlar anlatmaya mecbur edilmesi, bu yolla masumların mağdur edilmesi gibi somut sebepler ye almakta, eğer amaç gerçekten vatandaşları suç işlemekten alıkoymak ve/veya suça karışması durumunda ise pişman olmasını sağlamak ise kanunlarda ve uygulamada önemli değişiklikler yapılması gerektiği yönünde görüşler bulunmaktadır. Özetle, etkin pişmanlık kurumu uygulamada “itirafçılığın” aslında “iftiracılığa” dönüştüğü bir hal aldığı için eleştirilmektedir.
Etkin pişmanlık kurumu, 765 sayılı eski TCK ve 5237 sayılı yeni TCK döneminde farklı biçimde düzenlenmiştir. Etkin pişmanlık kurumu eski kanun döneminde de olduğu üzere kanunun özel hükümler kısmında belirli suç tiplerine ilişkin olarak münhasıran düzenlenmişse de, 5237 sayılı kanunda suçun tamamlanmasından sonraki aşamaya ilişkin bir nitelik kazanmıştır.
Ancak uygulamada yukarıda değindiğimiz üzere etkin pişmanlık kurumu kötüye kullanılabildiği için önemli sorunlara da yol açabilmektedir. Özellikle Adnan Oktar Davası dosyasındaki etkin pişmanlık kurumunun işleyişi incelendiğinde, somut olarak suç ve suça dair tek bir delil bile bulunmadığından etkin pişman sanık beyanlarıyla dosya oluşturma ve kamoyu algısı oluşturma amacıyla kullanıldığı görülmektedir. Müvekkil ve avukatlarının adan dava yargılamasında hukuk dışılığı sıkça gündeme getirmelerine rağmen gerekli tedbirlerin alınmaması ve düzenlemelerin yapılmaması sebebiyle bugün kamuoyunun yakından takip ettiği bir çok davada kullanıldığı görülmektedir. Aşağıda öncelikle ülkemizin önde gelen hukukçularının, devamında Adnan Oktar Davası dosyası özelinde Avrupa’nın önde gelen hukukçularının mevcut etkin pişmanlık yasaları hakkındaki eleştirileri özetlenmiştir. Sonrasında da etkin pişmanlık yasalarının mevcut haliyle sebep olduğu hukuksuzluklar ve haksızlıkların tam olarak anlaşılması için Adnan Oktar Davasının ana dava dosyasında yaşanan somut örneklere yer verilmiştir.
2. GERÇEK PİŞMANLIK DEĞİL, İFTİRACILIK VE YALAN SÖYLEMEK TEŞVİK EDİLİYOR
Türk hukuk camiasındaki akademisyenler, etkin pişmanlığın failin samimi pişmanlığına mı yoksa cezadan kurtulma stratejisine mi dayandığının belirlenmesi mümkün olmadığından, daha doğrusu uygulamada bu yönde bir belirleme çabası dahi çoğu zaman gösterilmediğinden eleştirilmektedir. Özellikle örgütlü suçlarda çoklukla karşılaşılan “salt beyana dayalı suç isnat etme” yönteminin, cezadan kurtulmak için taktiksel bir hareket olarak kullanıldığı, kimi zaman da insanların buna mecbur edildiği görülmektedir. Bu durum, adaletin sağlanması yerine bir tür “iftiracılık” kültürünü teşvik etmekte, dosyalarda olmayan suçların inşa edilmesi için bu iftiralar kullanılmaktadır. Böylece hem iftirada bulunanın kişiliği ve ahlakı zarar görmekte hem de iftiraya maruz kalan telafi edilmesi mümkün olmayan haksızlıklar ve hukuksuzluklar yaşamaktadır. Bu, toplum düzeni ve huzuruna yönelik farkına varılmayan çok ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
2005 yılındaki Türk Ceza Hukuku Reform Çalışması’nın mimarları ve 5237 Sayılı Türk Ceza Kanunu’nun yazarları arasında yer alan Prof. Dr. İzzet Özgenç ve Prof. Dr. Adem Sözüer’in bu konudaki tespitleri durumun görülmesi açısından önemlidir.
2.1. Prof. Dr. İzzet Özgenç’in Etkin Pişmanlık Kurumu İle İlgili Eleştirileri
İzzet Özgenç, Türk ceza hukuku literatüründe etkin pişmanlık konusunda ayrıntılı çalışmalar yapmış ve özellikle uygulamanın teorik ve pratik sorunlarına dikkat çekmiştir. Eleştirileri şu şekilde özetlenebilir:
2.1.1. Hukuki Belirlilik ve Kriterlerin Yetersizliği:
- Özgenç, etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasında net kriterlerin eksikliğini eleştirir. Özellikle TCK m. 221’de (örgütlü suçlarda etkin pişmanlık) failin verdiği bilgilerin “örgütün dağılmasına veya suçun aydınlatılmasına” katkı sağlayıp sağlamadığına ilişkin değerlendirmenin belirsiz olduğunu belirtir. Bu belirsizlik, yargısal kararların tutarsızlığına yol açabilir[1].
- Örgütlü suçlarda, failin “samimi” olup olmadığının subjektif bir şekilde değerlendirilmesinin, adil yargılama ilkesini zedeleyebileceğini savunur[2].
2.1.2. Özgür İrade ve Etik Sorunlar:
- Etkin pişmanlığın, ceza tehdidiyle failin özgür iradesini baskı altına alabileceği ve “itirafçılık” kültürünü teşvik edebileceği yönünde eleştiriler getirir[3]. Özgenç, bu durumun bireyin dürüst yargılanma hakkını (AİHS m. 6) etkileyebileceğini ve failin yalnızca cezadan kurtulmak için diğer kişileri ifşa etmeye yönelebileceğini belirtir[4].
2.1.3. Terör Suçlarındaki Uygulama Sorunları:
- Özgenç, AİHM’in Yüksel Yalçınkaya v. Türkiye kararına ilişkin değerlendirmesinde, terör örgütü üyeliği suçunda etkin pişmanlık uygulamasının, örgütün suç işlediği dönemde mahkeme tarafından “terör örgütü” olarak tanımlanmış olması şartına bağlı olmadığını belirtir. Ancak bu durumun, suçun kanunilik ilkesine aykırı yorumlara yol açabileceğini ve failin suçun unsurlarını tam anlamıyla bilmeden cezalandırılabileceğini eleştirir[5].
2.2. Prof. Dr. Adem Sözüer’in Etkin Pişmanlık Kurumu İle İlgili Eleştirileri
Adem Sözüer, Alman ceza hukuku doktrinine hâkimiyetiyle bilinen bir hukukçu olarak, etkin pişmanlık kurumunu hem teorik hem de uygulama açısından değerlendirmiştir. Eleştirileri şu şekilde özetlenebilir:
2.2.1. Örgütlü Suçlarda İtirafçılık ve Adil Yargılanma:
- Sözüer, örgütlü suçlarda etkin pişmanlığın, failin özgür iradesini kısıtlayarak adil yargılanma hakkını ihlal edebileceğini eleştirir. Ceza indirimi veya cezasızlık vaadiyle failin suç ortaklarını ifşa etmeye zorlanması, etik sorunlara yol açabilir ve “ihbarcılık” kültürünü teşvik edebilir.[6]
- Ayrıca, TCK m. 221’in uygulamasında, verilen bilgilerin doğruluğunun ve yeterliliğinin değerlendirilmesinde yargıçların geniş takdir yetkisine sahip olmasının, kararların öznelliğine neden olduğunu belirtir[7].
2.2.2. Uygulamadaki Tutarsızlıklar:
- Sözüer, etkin pişmanlık hükümlerinin farklı suç tiplerinde tutarsız şekilde uygulandığını eleştirir. Örneğin, malvarlığına karşı suçlarda zararın kısmen giderilmesi durumunda indirim oranlarının net olmaması, yargısal kararlarda farklılıklara yol açmaktadır[8].
- Vergi suçlarında etkin pişmanlığın sıkça kullanılmasının, vergi kaçakçılığını caydırmaktan ziyade teşvik edebileceğini savunur. Bu durum, devletin vergi gelirlerini olumsuz etkileyebilir ve toplumsal adalet algısını zayıflatabilir[9].
2.2.3. Cezaevlerinin Doluluğu ve Sistematik Sorunlar:
- Sözüer, etkin pişmanlığın cezaevlerinin doluluğunu azaltmak için bir araç olarak görülmesini eleştirir. Cezaevlerindeki aşırı doluluğun, etkin pişmanlık gibi geçici çözümlerle değil, tutuklama politikalarının gözden geçirilmesi ve adli kontrol sisteminin etkinleştirilmesiyle çözülmesi gerektiğini belirtir[10].
- Etkin pişmanlık hükümlerinin, cezaların artırılmasına paralel olarak bir “dengeleyici” unsur gibi kullanılmasının, ceza hukuku reformunun ruhuna aykırı olduğunu savunur[11].
3. YABANCI AKADEMİSYENLERİN ETKİN PİŞMANLIK KURUMU İLE İLGİLİ ELEŞTİRİLERİ
Dosyamızda kullanılan etkin pişmanlık müessesiyle ilgili, yurtdışındaki üniversitelerdeki bazı akademisyenlerden görüşleri talep edilmiştir. Bu akademisyenler etkin pişmanlik müessesesinin yapısının ve dosyamızdaki uygulama şeklinin hukuka ve uluslararası sözleşmelere aykırı olduğuna dair görüşler sunmuşlardır.
Bu görüşlerden alıntıları başlıklar halinde aşağıda sunuyoruz.
3.1. DAVAMIZDA UYGULANAN ETKiN PiŞMANLIK MÜESSESESiNiN, AVRUPA iNSAN HAKLARI SÖZLEŞMESi, iŞKENCEYE KARŞI BM SÖZLEŞMESi VE KiŞiSEL VE SiYASAL HAKLAR ULUSLARARASI SÖZLEŞMESiNE AYKIRI OLDUĞU:
3.1.1. ADİL YARGILANMA HAKKINA AYKIRI OLDUĞU
Bob. GR Sullivan, Hukuk Fahri Profesörü, UniversityCollege, Londra
“Sanıklara ayrımcı muamele yapan söz konusu sürecin, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 6. Maddesi'nde öngörülen adil yargılama standartlarına aykırı olduğu açıktır. 6. maddenin içtihadı kesin olarak göstermektedir ki 6. madde sadece davanın kendisini değil, aynı zamanda kovuşturma sürecini de kapsar.”
İnsan Hakları İçin Avukatlar Birliği (Paris)
“Mevcut davada, Türk makamları tutukluluğun sona ermesini, daha sonra sanığın suçluluğunu ortaya koymak için kullanılacak bir itiraf edinmeye şartlı hale getirerek, adil yargılanma hakkının temel ilkelerini dikkate almamaktadır.”
3.1.2. İŞKENCE YASAĞINA AYKIRI OLDUĞU
Dr. Caroline Varin, Uluslararası İlişkiler bölümünde kıdemli öğretim görevlisi, Regent’s University, London
Cecile Ogufere, Regent’s University, London
"Yukarıda anlatılan şekilde gerçekleştirilen etkin pişmanlık uygulamasını kabul etmek hukuken mümkün değildir, çünkü bilgi notundan anlaşıldığı kadarıyla sorgulama süreci İşkenceye Karşı BM Sözleşmesi, ICCPR ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi dahil çeşitli bölgesel sözleşmeleri ihlal eden işkence elementlerine denk gelmekte ya da bu elementleri içermektedir."
İnsan Hakları İçin Avukatlar Birliği (Paris)
“Prensip olarak, itirafların özgür iradeyle verilmiş olup olmadığının soruşturulması mahkemelerin sorumluğundadır: sanıklar tarafından bildirilen olguların, etkin pişmanlık hükümlerine dahil olup olmadığının (ve bu nedenle nitelikli cinsel saldırı suçu hariç sadece bazı suçlar için geçerli olup olmadığının), aynı zamanda bu ifadelerin sanığın kendi isteği ve özgür iradesinin bir sonucu olup olmadığının araştırılması gerekir.”
3.1.3. SİLAHLARIN EŞİTLİĞİ İLKESİNE AYKIRI OLDUĞU
İnsan Hakları İçin Avukatlar Birliği (Paris)
"Daha spesifik olarak, Türkiye'de yetkililerin uyguladığı "etkin pişmanlık" hükümleri, yani bir sanığın daha sonra mahkemede dava dosyasına delil olarak eklenen bir itiraf veya ifadeye karşı polis nezaretinden serbest bırakılmasına olanak sağlayan uygulamayla ilgili olarak, insan hakları ihlallerine ilişkin çeşitli sorular ortaya çıkmaktadır.”
“Türk ceza kanununda belirtilen etkin pişmanlık hükümleri gerekçesiz olarak farklılaştırılıyor ve böylece ceza hukuku önünde vatandaşlar arasında eşitlik ihlali ortaya çıkıyorsa, bu talep çerçevesinde belirtilen olgular eşitlik ilkesine aykırıdır.”
3.1.4. KENDİNİ SUÇLAMAMA HAKKINA AYKIRI OLDUĞU
İnsan Hakları İçin Avukatlar Birliği (Paris)
"Sanıklar, hem talep bağlamında belirtilen itirafı elde etme prosedürünün yasa dışı olması, hem de masumiyet karinesi veya kişinin kendi suçluluğuna katkıda bulunmama hakkı gibi çeşitli usül haklarının korunması nedeniyle suçları kabul etmeye zorlanamaz veya mecbur bırakılamazlar…"
“Sanık sessiz kalmayı veya kendi suçlanmasına katkıda bulunmamayı seçtiği zaman, daha sonra duruşmada toplanıp delil olarak kullanılacak itiraf veya ifade elde etmek için yetkililer tarafından bir manevra veya girişimin hedefi haline geldiği takdirde ise, bu seçme özgürlüğü tehlikeye girecektir.
Kişi gözaltına alındıktan sonra serbest bırakılması karşılığında kendisinden itiraf veya ifade alındığında, yetkililerin bu itirafı elde etmesine yönelik bir girişiminin hedefi haline geldiğinden, kişinin kendini suçlamama hakkı gözetilmemiş olur…”
"Eşitlik ilkesine uymamasının da ötesinde, etkin pişmanlık prosedürü kişinin kendi suçlanmasına katkıda bulunmama hakkına aykırıdır. Dolayısıyla, bir tutukluluğun sona ermesinin itirafta bulunmaya şartlı hale getirilmesi, şüphelinin suçluluğunu kanıtlamak için yeterli bir gerekçe olarak değerlendirilemez."
3.2. ETKİN PİŞMANLIK MÜESSESESİNİN, DİĞER SANIKLARA SUÇ ATMASI KARŞILIĞINDA, KENDİNİ SUÇTAN KURTARMAYA YÖNELİK KULLANILDIĞI:
Bob. GR Sullivan, Hukuk Fahri Profesörü, University College, Londra
“Etkin pişmanlık hükümlerinin, yapmış olabilecekleri şeyler konusunda gerçekten pişman olan kişileri bulmak için değil, sanıkların dayanışmasını bozmak ve bazı sanıkları diğer sanıklarla ilgili suçlayıcı yalanlar uydurmaya teşvik etmek için kullanıldığı açıktır.”
3.3. ETKİN PİŞMANLIK MÜESSESESİNİN SAHTE DELİL ELDE ETMEK İÇİN KULLANILDIĞI:
Bob. GR Sullivan, Hukuk Fahri Profesörü, UniversityCollege, Londra
“Etkin pişmanlık hükümleri kapsamında olmayan suçlar işlediği iddia edilen sanıklara kovuşturma olmayacağının teklif edilmesi, savcıların kötü niyetli olduğuna ve yasadışı art niyetlerine ilişkin açık bir kanıt sunmaktadır.
Etkin pişmanlık kavramı bir bütün olarak son derece kusurludur. Bir suçun işlenmesinden duyulan gerçek pişmanlık ve gelecekte daha iyi davranma kararlılığı, sanığın aldığı ceza ile ilgili olabilir. Fakat bir suçun işlenip işlenmediği ile hiçbir ilgisi yoktur. Söz konusu Türk etkin pişmanlık hükümleri sadece delil elde etmek için, daha da kötüsü sahte delil elde etmek için bir araçtır, ve demokratik yönetimin temel yasal ve ahlaki normlarına aykırıdır.”
İnsan Hakları İçin Avukatlar Birliği (Paris)
“Kanunda sadece belli suçlar için öngörülmüş olan etkin pişmanlık hükümlerinin, nitelikli cinsel saldırı suçları için geçersiz olmasına rağmen, etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanan diğer sanıklar çıkarına ve Adnan Oktar aleyhine uygulanması hukuken düşünülemez.
Böyle bir girişim ceza hukukunun dar yorumlanması ve adil yargılanma ilkelerine aykırıdır ve bir kişinin gözaltında kaldıktan sonra serbest bırakılması karşılığında ondan bir itiraf veya beyan alınması hükümsüzlük nedeni teşkil eder.”
4. ETKİN PİŞMANLIK UYGULAMASINDAKİ SORUNLAR GÜNCEL OLARAK KAMUOYU ÖNÜNDE YAŞANMAKTADIR
19 Mart 2025 tarihinde İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınıp tutuklanmasıyla birlikte, kamuoyunda Ekrem İmamoğlu Dosyası olarak zikredilen soruşturma dosyası kapsamında gündeme gelen “itirafçılık” kavramı yoğun şekilde eleştirilmektedir. Çünkü son yıllarda ülkemizde bir çok dosyada TCK 221. maddesi, “kendini cezadan kurtarabilmenin tek yolu başkalarının ceza almasını sağlamaktır” şeklinde yorumlanıp uygulanmakta ve “isim ver kurtul” şeklinde uygulanmaktadır. Şüphelinin kendi aleyhinde verdiği beyanın dahi doğrulanması gerekirken, başkaları aleyhine verilen sözel – soyut beyanlarla ilgili çok titiz davranılması gerektiği son derece açıktır.
Etkin pişmanlıktan yararlanmak isteyen şüphelilerin başkaları aleyhine verdiği ifadeler, mutlaka somut delillerle desteklenmeli ve doğrulanmalıdır. Özellikle örgütlü suçlardaki etkin pişmanlıktan yararlanmak isteyen şüpheli/sanık/tanık ifadeleri üzerinde daha titiz durulmalı, bu ifadelerin güvenilirliği ve somut delillerle desteklenip desteklenmedikleri iyi araştırılmalıdır.
Etkin pişmanlık kurumunun yol açtığı sorunları en güzel özetleyen hukuki metinlerin başında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Labita / İtalya kararındaki şu tespit gelmektedir:
“İtirafçılar tarafından verilen ifadelerin kullanılması zor problemler doğurmaktadır; çünkü bu tür ifadeler, nitelikleri gereği manüpilasyona açık olup İtalyan hukukunun itirafçılara tanıdığı avantajları elde etmek amacıyla veya kişisel intikam duygularıyla verilmiş de olabilirler. Bu tür ifadelerin bazen muğlak olabileceği ve bir kimsenin alakasız değilse bile doğrulanmamış iddialara dayanılarak sanık durumuna sokulabilme ve gözaltına alınabilme riski hafife alınamaz[12].”
AİHM, bir çok kararında istikrarlı şekilde tekrarladığı üzere;
- Cezasızlık veya diğer menfaatler karşılığında verilen ifadelerin kullanımı, sanık hakkındaki yargılamanın adilliğine şüphe düşürebilir.
- Bu şekildeki ifadeler doğaları gereği manipülasyona açık olduklarından sadece karşılık olarak önerilen menfaatleri elde etmek ya da kişisel intikam için yapılmış olabilirler.
- Bu nedenle, doğrulanmamış iddialar temelinde bir kişinin suçlanabilmesi ve yargılanması tehlikesi hafife alınamayacak kadar büyüktür.
Bir kimseyi hak etmediği zor şartlara maruz bırakıp korkutarak, başkaları hakkında gerçek dışı beyanlarla suçlamaya yönlendirmek, buna mecbur bırakmak vicdanları yaralayan bir durumdur. Bu durum aynı zamanda adil yargılamanın gecikmesi hatta engellenmesi sonuçlarını da doğurduğundan, suç teşkil etmektedir. Öte yandan, etkin pişmanlıktan faydalanan kişilerin kendilerine olan saygılarını yitirmelerine ve kişisel bütünlüklerinin bozulmasına sebebiyet veren, sürekli bir vicdani rahatsızlık ve ruhsal çöküntü nedenidir. Bu konuda bir bilimsel tespit şu değerlendirmeyi içermektedir:
"İnsanlar kendilerini zor durumdan kurtarmak için, egolarını koruyabilmek için, istedikleri bir şeyi elde etmek için vb. sebeplerle yalan söyleyebilirler. İnsanlar yalan söylediklerinde kendilerine zarar gelebilecek bir durumdan kendilerini korumuş ve psikolojik olarak rahatlatmış olabilirler. Ancak yalan söylemek kişisel problemler ortaya çıkarabilir, çünkü kişisel vicdan olgusu yalan söyleyen kişiyi sürekli rahatsız edebilir. Yalan söylemek aynı zamanda kişisel bütünlüğe de zarar verir, kişinin etkinliğini ve kendisine olan güvenini zayıflatabilir.[13]"
Etkin Pişmanlık Kurumunun uygulanabilmesi ve geçerli olması için gerekli en önemli yasal koşul, etkin pişmanlıktan faydalanmak isteyen şüphelinin bu davranışının iradi olmasıdır. Yani, etkin pişmanlik ve bu kapsamdaki beyanlar özgür irade ile açıklanmalıdır.
Müdafi eşliğinde yapılan emniyet sorgusunda, hür iradeleriyle, kendilerine yöneltilen iddia ve isnadları cevaplayan ve bunların asılsız olduğunu açıkça beyan eden şüphelilerin tutuklanarak insani sınırları zorlayan koşullarda aylarca cezaevinde tutulmaları ve bu esnada bazı art niyetli kişiler aracılığıyla sistematik olarak tehdit edilerek "itirafçı" olmaya zorlanmaları neticesinde etkin pişman olmaları ve ilk ifadelerinde hiç bahsetmedikleri “suçlardan” bahsetmeye başlamaları etkin pişmanlık uygulamasının kötüye kullanıldığına karinedir.
Nitekim, Yargıtay Onursal Üyesi M. Nihat Ömeroğlu bu gerçeği, Milliyet Gazetesi'nde 11.06.2017 tarihinde yayınlanan bir makalede kanunlar ve Yargıtay içtihatları ışığında şöyle açıklamaktadır:
"Etkin pişmanlıkta şüpheli veya failin özgür iradesi ile beyanda bulunması gerekir. Kanuna aykırı deliller veya suç teşkil eden yöntemlerle (dolaylı yolla olsa dahi) alınırsa ifade özgürluğü, adil yargılama hakkı ve hukuk ihlal edilmiş olur ve bu asla kabul edilemez. Etkin pişmanlik sadece yararlananı ilgilendirmeyen, birçok kuruluş veya kişiyi etkileyebileceğinden özgür irade ile açıklanmazsa hukuk ve adaletin katledilmesi sonucunu doğurur. Bunlar (yasaklar) Anayasa (AY) madde 38 ile Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) 45, 46, 47, 48, 56 ve özellikle 147 ve 148 inci maddeler, IHAS З'üncü maddeler gibi geniş bir alanı kapsar. ilk akla gelenler CMK yazılı beyanın "özgür irade"ye dayanması, "kanuna aykırı bir yarar vaat edilmemesi", "yasak delille elde edilen ifadelerin rıza ile verilmiş olsa da, delil olarak kabul edilmemesi", "müdafi hazır bulunmadan kollukça alınan ifadenin şüpheli veya sanık doğrulamadıkça değerlendirmeye alınmaması."
Prof. Dr. Ersan Şen, www.haber7.com sitesinde Temmuz 2014 tarihinde yayınlanan "Haksız Tutuklama İşkence Yasağının İhlali Sayılır" başlıklı makalesinde şu hukuki tespitlerde bulunmuştur:
"...Esas itibariyle haksız tutuklamanın bir yandan da işkence veya insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya ceza sayılması gerektiği tartışmasızdır. Çünkü masumiyet/suçsuzluk karinesi altında kişi hürriyeti ve güvenliği hakkından yoksun bırakılmak suretiyle tutuklanan ve uzun bir süre kapalı cezaevi şartlarında tutulan, yani olağan günlük yaşam şartlarından koparılıp birçok hak ve hürriyeti kısıtlanarak bir yere kapatılan kişi, işkenceye, insanlık dışı, aşağılayıcı muameleye veya bir tedbir olan tutuklama vasıtıasıyla cezaya maruz bırakılmıştır.
Özellikle tutuklulugun açık hukuka aykırılığında veya tutuklama tedbirinin bir insanı baskı altına almak veya toplum yaşamından koparmak için uygulandığı durumda başka bir unsur veya kanıt aramaksızın iHAS (İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi) m. 3'te düzenlenen işkence yasağının ihlal edildiği kabul edilmelidir."
Tüm bu sebeplerle Yargıtay’ın çok sayıda kararında salt etkin pişman sanık yani “itirafçı” beyanına dayalı olarak ceza hükmüne gidilemeyeceği tespit edilmiştir. Örneğin;
“…etkin pişmanlıktan yararlanmak için sanık aleyhine beyanda bulunma hususunda hukuki menfaati bulunan ... isimli kişinin anlatımı tek başına hükme esas alınamayacağından[14]... ”
"…Sanığın yasadışı terör örgütü PKK'ya yardım ve yataklık yaptığına ilişkin olarak itirafçı sanık Cemil Yarar'ın yan delille doğrulanmayan atfı cürüm niteliğindeki ifadesi dışında delil bulunmadığı gözetilmeden beraati yerine yazılı şekilde hüküm kurulması[15]…"
"…Sanığın silahlı çete mensuplarına yardım ve yataklık yaptığına dair özgür iradesine dayalı olmadığını bildirdiği kolluktaki ifadesi ile bir itirafçı tanığın sonradan değişen beyanından başka, yeterli ve inandırıcı kanıt elde edilemediği gözetilmeden yazılı gerekçe ile mahkumiyet kararı verilmesi…"
"…Vicdani delil sisteminin geçerli olduğu hukuk sistemimizde ispat vasıtaları olarak delillerin (beyan) (belge) ve (belirti) olarak üçe ayrılması mümkündür. Bunlardan beyan, somut olaya ilişkin delillerden olup "Tanık beyanı", "Sanık beyanı" ve "Diğer taraf beyanı" olarak ele alınıp değerlendirilebilir. Ceza yargılamasında delil olan "sanık beyanı" sanığın olay hakkındaki bildiklerini karar verecek hakim huzurunda sözle bildirmesidir. Sanık kuşkusuz ki olayı en iyi bilenlerden birisidir, ancak suçlu ise gerçeği gizlemesi de olasıdır. Sanığın beyanı, ikrar şeklinde diğer bir deyişle kendi aleyhine olabileceği gibi bir başkası aleyhine de veya hem ikrar hem de başkalarının da birlikte olduğunu beyan şeklinde olabilir. Ancak bu beyan mahkumiyet için tek başına yeterli değildir. Yerel Mahkemece bu sanığın müsned suçlardan dolayı cezalandırılmasında esas alınan delillerin olaydan bir yıldan fazla bir süre geçtikten sonra kendiliğinden Cumhuriyet savcılığına teslim olan diğer sanık NY’ın sanık SG’i de suçlayan ve aşamalarda değişmeyen ifade ve savunmaları ile katılanların sanığın olaydan sonraki ruh durumuna ilişkin açıklamaları ve bazı tanıkların olaydan önce ve olaydan sonra her iki sanığı bazı yerlerde gördüklerine ilişkin anlatımlarından ibaret olduğu görülmektedir. Bu itibarla sanık Nnin diğer sanığı da suçlayan, ancak bu sanık yönünden yeterli ve geçerli diğer delillerle desteklenmeyen beyanlarının ancak kendisi yönünden bağlayıcı olduğunu kabulde zorunluluk bulunmakla, cezalandırılması için yeterli ve inandırıcı deliller elde edilemeyen sanık SGnin müsnet suçlardan beraatine karar verilmedir[16]…"
"…sanık…'nün üzerine atılı fuhuş suçunu işlediğine ilişkin, beraat sanık…'ın sanık…'yi suçlayan soyut beyanı dışında delil bulunmadığının anlaşılması karşısında, sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi[17]…"
"…Sanıkların savunmalarının aksine, hakkında dava açılmadığı tespit edilen CBın silahlı terör örgütünün dağ kadrosuna götürülmesi eylemine katıldıkları hususunda itirafçı sanık MÇ’in yakalandıktan uzunca bir süre sonra verdiği, başka yan delillerle de doğrulanmayan savunması dışında, mahkumiyetlerine yeterli her türlü kuşkudan uzak, kesin ve inandırıcı deliller elde edilemediği gözetilmeden beraatları yerine yazılı gerekçe ile mahkumiyetlerine karar verilmesi[18]…"
"…İtirafçı sanık olup tanık sıfatı ile dinlenilen, etkin pişmanlıktan yararlanmak için sanık aleyhine beyanda bulunma hususunda hukuki menfaati bulunan ... isimli kişinin anlatımı tek başına hükme esas alınamayacağından[19]…"
5. ADNAN OKTAR DAVASI’NDA, ETKİN PİŞMANLIK KURUMUNUN AKADEMİSYENLER VE HUKUKÇULAR TARAFINDAN ELEŞTİRİLEN TÜM YÖNLERİ DEFALARCA YAŞANMIŞTIR
Adnan Oktar Davası’nın gerek soruşturma gerekse kovuşturma evrelerinde etkin pişmanlık müessesesi, hukuka ve uluslararası sözleşleşmelere aykırı şekilde uygulanarak bazı sanıklara;
1- Gözaltındayken baskı yapılmak ve korkutulmak suretiyle,
2- Bazı müşteki ve avukatların, sanıkların cezaevinden çıkamayacakları, uzun yıllar hapis yatacakları, Devletin onların üstlerini çizdiği vb. gibi korkutmalar ve aldatıcı vaatler sunması suretiyle,
3- Kötü koşullarda tutulup bir nevi işkence uygulanarak, bu zor koşullara dayanamayacak hale getirmek suretiyle,
4- Etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanamayacağı suç tiplerinde dahi hukuk yok sayılarak verilen kararlarla tutuklu sanıklar üzerinde baskı oluşturmak suretiyle,
5- İstanbul 7. S.C. Hakimliği'nin etkin pişman sanık Gülcan Karakaş hakkında verdiği 16.01.2019 tarih ve 2019/301 d. iş sayılı "etkin pişmanlığa teşvik gerekir" kararındaki gibi ibretlik derecede hukuk dışı gerekçelerin arkasına sığınmak suretiyle,
DİĞER SANIKLARA SUÇ ATARAK KENDİNİ BU DURUMDAN KURTARMAYA YÖNELİK İFADE VERMESİ SAĞLANMIŞ, GERÇEK DIŞI İFADELERLE SAHTE DELİLLER OLUŞTURULMAYA ÇALIŞILMIŞTIR. Gülcan Karakaş örneğinden başlayarak, dosyamızda şahit olduğumuz çeşitli uygulamalara örnekler sunmak istiyoruz.
5.1. ETKİN PİŞMAN SANIK AV. GÜLCAN KARAKAŞ ÖRNEĞİ
Adnan Oktar soruşturması kapsamında 11.07.2018 tarihli şafak operasyonuyla beraber 200’e yakın kişi gözaltına alınmıştır. Bu kişilerin arasında sadece avukatlık vazifesini yapan Fatih Mehmet Doğan, Bilge Tok, Ayfer Bayer, Gülcan Karakaş gibi isimler de yer almaktadır.
Haksız şekilde gözaltına alınan, haklarında basında çirkin iftira kampanyası yürütülen şüphelilerin tamamı tutuklanarak Türkiye’nin değişik illerindeki cezaevlerine dağıtılmışlardır. Bunların arasında yer alan Av. Gülcan Karakaş 17.07.2018’de Mali Şube’de alınan ifadesinde ETKİN PİŞMANLIK HÜKÜMLERİNDEN YARARLANMAK İSTEMEMİŞ, toplam 13 sayfalık ifadesinde hiçbir suç isnadında bulunmamış, kendisine yöneltilen suçlamaları da reddetmiştir.
Bu yüzden de, 19.07.2018’de tutuklanarak Bakırköy Kadın Kapalı Ceza İnfaz Kurumu’na gönderilmiştir.
23.07.2018 tarihinde müdafi marifetiyle sunmuş olduğu tutukluluğa itiraz dilekçesinde özetle;
- Hakkında somut bir delil bulunmadığını, buna rağmen hiçbir delil ile desteklenmeyen, kim olduğu belli olmayan bir müşteki beyanına göre tutuklu kalmasının hukuka aykırı olduğunu,
- Kendisi hakkında hiçbir teknik veya fiziki takip yapılmamış olduğunu,
- Ailesiyle birlikte yaşadığı ikametindeki arama işlemlerinde herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığını,
- Uzun süredir boğuştuğu sağlık sorunları olduğunu, cezaevi şartlarında kalmasının sağlığını ciddi derecede etkileyeceğini,
- Yalnızca avukatlık mesleğini icra ettiğini,
- Kendisine Emniyet sorgusunda yöneltilmiş olan soruların eksik araştırma ve bilgisizliğe dayandığını,
- Sabit ikameti olduğu ve kendisine yöneltilen suçlamanın ceza miktarı az olduğu için tutukluluk tedbirinin orantısız olduğunu,
- Delil karartma, kaçma, müştekileri etkileme şüphesi bulunmadığını,
- Tutukluluk halinin devam ettiği yüksek lisans eğitimini engelleyeceğini,
Toplam 9 sayfalık bir dilekçe ile beyan etmiştir. Dilekçesindeki somut beyanlarına rağmen tutukluluk hali YAKLAŞIK 6 AY BOYUNCA 16.01.2019 tarihine kadar devam ettirilmiştir. İçinde bulunduğu haksızlığı başka türlü aşamayacağını düşünen ve aylar boyunca cezaevi koşullarından bunalan Av. Gülcan Karakaş 13.12.2018’de elyazısıyla 12 sayfalık bir dilekçe sunarak etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak istediğini beyan etmiştir. Dilekçesi temel olarak Adnan Oktar’ın arkadaşlarıyla nasıl tanıştığı, çeşitli davalara baktığı ve camiadan bir kişiyle yaşadığı duygusal yakınlaşmayı anlatmaktadır.
Ancak kanunun açık hükmüne aykırı şekilde ikinci kere ifade vermesi için Mali Şube’ye götürüldüğünde, burada tam 1 hafta boyunca ifade işlemleri devam etmiş, 17.12.2018 ile 24.12.2018 arasında tam 50 sayfa ifade oluşturulmuştur. Bu ifadesi sırasında kamera kaydı yapılmamıştır. Mali Şube ifadesinde daha önce hiç bahsetmediği, ya da kendisine sorulduğunda reddettiği konular hakkında Adnan Oktar ve arkadaşlarını suçlayıcı detaylar yer almıştır.
Av. Gülcan Karakaş’ın gözaltındayken alınan ilk Mali Şube ifadesi önemlidir, çünkü kendi anlatımına göre, gözaltındayken müdafi olmaksızın “mülakat” adı altında bir odaya götürülmüş ve burada kendisine baskı ve zorlama yapılmıştır. Sözde mülakat sırasında kendisine;
- Çok fazla itirafçı bulunduğu, kendisini kurtarmanın yegane yolunun itirafçı olmak olduğu söylenmiştir.
- Önce güya kızkardeşler grubunda yer aldığı iddia edilmiş, kendisi bunu reddedince “boşuna inkar etme, biz biliyoruz” denmiştir.
- Masanın üzerine bir CD konulmuştur. CD’nin üzerinde kendi adının yazdığını görmüştür. Bu şekilde “seninle ilgili uygunsuz görüntüler elimizde” iması yapılmıştır. Oysa böyle bir durum gerçek olmayıp, soruşturma ve kovuşturma aşamasında da böyle bir şey iddia edilmemiş, dosyaya böyle bir CD hiçbir zaman girmemiştir.
- Mine Kırıkkanat isimli yazarın Adnan Oktar hakkındaki iftira niteliğindeki hezeyanlarının yer aldığı kitap da masanın üzerindedir.
- Tüm şüphelilerin cezaevlerinden birbirlerine yolladıkları mektuplara kadar Emniyet’in bilgi sahibi olduğu kendisine söylenmiş, kim tarafından yapıldığı belli olmayan, kimlerin konuştuğu belli olmayan bir ses kaydı üstün körü dinletilmiş ve “elimizde bunlardan daha çok fazlası var” denmiştir.
- Sürekli olarak sözde turnike sisteminde güya cinsel saldırıya uğrayanlar arasında olduğu söylenmiş, her seferinde bunu reddettiğinde “boşuna inkar etme biz öyle olduğunu biliyoruz” denmiştir.
Açıktır ki Av. Gülcan Karakaş, yanında müdafi olmadan sözde mülakat adı altında korkutulmuş, yanlış yönlendirilmiş ve olmayan suçlar sanki varmış gibi gösterilerek “iftiracılığa” zorlanmıştır. Burada geçen konuların, iftiracı olması durumunda değinmesi gereken konular olduğu kendisine gösterilmiştir.
Buna rağmen Av. Gülcan Karakaş ilk başta iftiracılığı seçmemiş ve yaklaşık 6 ay boyunca zorlu cezaevi koşullarına dayanmıştır. Ancak bir noktada artık direnci kırılmış ve kendisine sunulan iftiracılık seçeneğine tutunmaktan başka bir yol bulamamıştır.
Tüm bu süreçte en dikkat çekici gelişme ise, etkin pişmanlığa başvurmasından yaklaşık 1 ay sonra yaşanmıştır. Savcılık, etkin pişman şüpheli Av. Gülcan Karakaş’ın sözde itiraflarına rağmen tutukluluk halinin devamını istemiştir. Ancak tutukluluk değerlendirmesini yapan İstanbul 7. Sulh Ceza Hakimliği, 16.01.2019 tarih ve 2019/301 değişik iş sayılı kararında “şüphelinin etkin pişmanlığa teşvik edilmesi gerektiği hasıl olduğu” gerekçesiyle tahliyesine karar vermiştir.
Kararda imzası bulunan Hakim Ersin Öztürk’ün verdiği karar metinlerinde yer alan ifadeler “ihsası rey” içermektedir. Sayın Hakim, adeta hüküm verilmiş bir davada usulen tutukluluk incelemesi yapıyormuşcasına bir karar vermiştir. Bu karar, etkin pişmanlık kurumunun ne kadar yanlış şekilde kullanılabildiğine, haksız şekilde tutuklanan kişilere karşı adeta bir silah gibi kullanıldığına açık bir örnektir.
Elbette ki haksız şekilde tutuklanan tek bir kişinin tek bir gün dahi cezaevinde kalması kimsenin isteyeceği bir durum değildir. Bu bakımdan Av. Gülcan Karakaş’ın da tutukluluk halinin daha fazla uzamadan sonlanmış olması son derece sevindiricidir. Ancak burada eleştirdiğimiz nokta onun tahliye edilmesi değil, bu tahliye kararının kişileri iftiracı olmaya mecbur bırakma yolunda araçsallaştırılmış olmasıdır.
Son olarak şunu belirtmeliyiz: Av. Gülcan Karakaş hukuk eğitimi almış ve avukatlık mesleği icra eden bir birey olarak dahi, karşılaştığı baskılara boyun eğmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu şartlar altında yaşı daha genç olan ya da hiçbir hukuk bilgisi olmayan diğer şüphelilerin nasıl baskı altına alındığı çok açıktır.
5.2. ETKİN PİŞMAN SANIK AV. FATİH MEHMET DOĞAN ÖRNEĞİ
Etkin pişman sanık Av. Gülcan Karakaş örneğinde yaşananların bir benzeri, av. Fatih Mehmet Doğan’da da karşımıza çıkmaktadır.
Av. Fatih Mehmet Doğan 11.07.2018 tarihinde gözaltına alınmış, 6 gün boyunca Mali Şube’de tutulduktan sonra 17.07.2018’de ifadesine başvurulmuştur. 18 sayfalık ifadesinde etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak İSTEMEDİĞİNİ beyan etmiştir. Kendisine yöneltilen sorularda açıkça hukuka aykırı şekilde “Adnan Oktar Suç Örgütü” tanımlaması defalarca tekrarlandığı halde, Doğan tüm yanıtlarında “Adnan Oktar Grubu” nitelendirmesini tercih etmiştir. Bu şekilde konuşmasının daha sonra Savcılık sorgusunda başına iş açacağından henüz haberi yoktur.
Doğan ifadesinde hiçbir suç isnadında bulunmamış, kendisine yöneltilen tüm iddialara karşı “bilgim yok, şahit olmadım, öyle bir durum görmedim” şeklinde cevaplar vermiştir. Neticesinde, Adnan Oktar ve arkadaşlarına suç isnat etmeyen diğer tüm şüphelilerin akibetine uğramış ve haksız şekilde tutuklanarak İzmir T Tipi Kapalı Ceza infaz Kurumuna gönderilmiştir. Av. Doğan burada geçirdiği 10 günlük sürenin ardından etkin pişmanlığa başvurmaktan başka hiçbir yolu kalmadığı düşüncesiyle Savcılığa dilekçe sunmuştur.
Av. Doğan’ın Savcılık makamına SEGBİS yoluyla vermiş olduğu ifade, kayıt altına alınmış 3 ifadeden birisidir. 200’den fazla şüphelinin, 100’den fazla müştekinin birden çok kere ifade verdikleri düşünüldüğünde, tüm Adnan Oktar Davası kapsamında dosyaya girmiş bulunan ifade kaydı sayısının sadece 3 adet olması, (diğer tüm şüpheli durumları da birlikte ddeğerlendirdiğimizde) bu ifadelerin güvenilirliği konusunda açık bir karine oluşturmaktadır.
Av. Doğan’ın SEGBİS yoluyla ifadesini alan Cumhuriyet Savcısı Özgür Metin’dir. Savcı Metin’in Av. Doğan’ın ağzından müvekkil Adnan Oktar’ı ve diğer şüphelileri töhmet altında bırakacak cümleler almaya çalıştığı, ancak Av. Doğan bu beklentiye uygun cevaplar vermeyince savcının üslubunu gittikçe sertleştirdiği görülmektedir. Örneğin;
Savcı Özgür Metin: Mehdilik konusunda ne biliyorsun, ne söyleyeceksin?
Fatih Mehmet Doğan: Az önceki cevaplarımı tekrarlıyorum efendim, yani medya, internet, yani bu soruşturmadan önce sizler ne biliyorsanız ben de daha fazlasını bilmiyorum efendim.
Savcı Özgür Metin: Yani sen “etkin” olacağım dedin ama bize hiçbir şey anlatmıyorsun ya?
Savcı Özgür Metin: Grup mu diyorsunuz örgüt mü diyorsunuz ben orayı anlamadım?
Fatih Mehmet Doğan: Benim bu insanlara söyleyemeyeceğim hiçbir laf yok. Fakat bir adli karar yok, bir de ben bunların örgüt olduğu fikrine, örgüt olduğu bilgisine şurada sizlerin yaptığı operasyon üzerine haberdar oldum, bilgi sahibi oldum. Geçmişe dair Allah şahidimdir ben suç teşkil eden herhangi bir olay herhangi bir konu görmedim.
Av. Doğan’ın SEGBİS ifadesinde video kaydının sık sık kesintiye uğratıldığı görülmektedir. Bir ifadeye ara verileceği zaman bunun sebebi, hangi saatte kesildiği ve hangi saatte tekrar başlandığı tutanağa geçirilmek zorundadır. Oysa Av. Doğan’ın ifadesi onlarca kere ve sebebi açıklanmadan kesilmektedir.
Kaydın savcı Metin tarafından sık sık durdurulduğu ve kayıt yapılmayan zaman zarfında Av. Doğan ile aralarında diyaloglar yaşandığı kayıttan anlaşılmaktadır. Örneğin, kayıtta 1:15.25 zaman kodunda savcının kaydı durdurma talimatı verdiği, yaklaşık 3 dakika sonra kayıt yeniden başladığında Av. Doğan’ın “Kerem Gürtuna tam dediğiniz tarzda birisidir sayın Savcım” şeklinde cümleye başladığı görülmektedir.
SEGBİS kaydının durdurulup bir süre sonra yeniden başlatıldığı başka bir yerde savcı Metin “Timur olayını bir daha anlatır mısın” demektedir. Oysa, kaydın öncesinde Av. Doğan “Timur olayı” diye bir konudan hiç bahsetmemiştir.
Av. Doğan kendisine yöneltilen sorular karşısında, konu hakkındaki bilgisi kadar cevaplar vermekte, bilmediği konuları “öyle bir bilgim yok”, “tahminimce”, “bilmiyorum efendim”, “tanımıyorum”, “sanırım”, “hatırlamıyorum” şeklinde yanıtlamaktadır. Ancak savcı Metin bu tarz cevapların çoğunda, sanki Av. Doğan kesin cevaplar vermiş ve diğer şüphelileri suçlayıcı anlatımlar yapmış gibi cümleleri ifadeye yazdırmıştır.
İfadenin son kısmında Av. Doğan’a, merhum Prof. Cevat Babuna’nın cenazesi sorulmuştur. Bu cenazede güya müvekkilin bazı arkadaşlarının silah gösterip insanları korkuttuğu ve sindirdiği iddia edilmiş, bu gerçek dışı hikaye ile de sözde suç örgütünün silahlı örgüt olduğu senaryosu desteklenmeye çalışılmıştır.
Av. Doğan cevaben, sorgusu sırasında maddi manevi her şeyin üzerine yemin ettiğini, başka çaresi kalmadığı için şimdi 2 çocuğu üzerine de yemin ederek o cenazede bir arbede görmediğini beyan etmiştir.
Av. Doğan’ın bu cevabı, ifadesinin yazılı metnine eklenmemiş, daha sonra da kendisi tarafından açıkça hiç yaşanmadığı beyan edilen bu iddia, iddianamede sanki gerçekmiş gibi, sözde silahlı suç örgütünün deliliymiş gibi kullanılmıştır.
Av. Doğan’ın SEGBİS kaydıyla karşımıza gelen savcılık ifadesinde yaşananlar, etkin pişmanlık uygulamasının kötüye kullanımına açık bir örnek teşkil etmektedir. Av. Doğan haksız şekilde tutuklanmış, karısı, çocukları, ailesi, iş yeri, avukatları İstanbul’da bulunduğu halde İzmir’deki bir cezaevine gönderilmiştir. Gerek Emniyet ifadesinde gerekse Savcılık ifadesinde kendisine yöneltilen suç isnatlarını hep reddetmiş, bilgisi olmadığı konularda hep gerçekleri söylemeye gayret etmiştir. Ancak Av. Doğan’ın bu gayreti, dosya savcısı tarafından “hiç hoş karşılanmamış”, etkin pişmanlığa başvurduğu halde “duymayı istedikleri tarzda” detayları anlatmadığı için azarlanmıştır. Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında “suç örgütü” demeyip ısrarla onlardan “grup” olarak bahsetmesi savcının adeta sabrını taşırmıştır.
Sonuç olarak bu ifadede de gördüğümüz gerçek, şüphelilerin hangi koşullarda ve hangi yöntemlerle etkin pişmanlığa, yani aslında “iftiracılığa” mecbur bırakıldığı gerçeğidir.
Av. Fatih Mehmet Doğan tutuklandıktan sonra uzun bir süre babasının hasta olduğunu, babasını kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu açıklamış ve savcılık makamından izin talebinde bulunmuş ancak kendisine hiçbir şekilde müsaade edilmemiştir. Ek ifadelerinin alınması talepleri görmezden gelinmiş, etkin pişman ifadesinin alınması talebi başlangıçta reddedilmiş, babasının vefat etmesinden sonra cenazesine gitmesine olanak sağlanmamış, ancak babasının vefatından birkaç gün sonra ifadeye alınarak etkin pişman olarak ifadesi alınmıştır. Daha sonra da tahliye edilmiştir.
Bu uygulamalar, soruşturmayı yürüten birimlerce şüphelilerin iradelerinin CMK m.148/1’de sayılan yasak usullerle kırıldığını ve üzerlerinde baskı kurulduğunu göstermektedir.
Nitekim etkin pişmanlık talebi kabul edildikten sonra 8 gün boyunca Mali Şube’de tutulan Av. Fatih Mehmet Doğan’ın burada 40 sayfa ifade verdiği anlaşılmaktadır. Emniyet ifadesinin 2 katından fazla olan bu ifadede, daha önce hiç değinmediği bir takım soyut suç isnatları sanki sihirli bir değnek dokundurulmuşcasına birden ortaya çıkıvermiştir.
CMK 148/1.2.3. maddelerinde, “(1) Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma, işkence, ilâç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma, bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz. (2) Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez. (3) Yasak usullerle elde edilen ifadeler rıza ile verilmiş olsa da delil olarak değerlendirilemez” denilmektedir.
Kanunda açıkça belirtildiği üzere ifadenin mutlak suretle “özgür iradeye dayalı olarak” verilmesi gerekmektedir. Özgür iradenin aldatma, kötü, davranma, tehdit veya kanuna aykırı bir vaat ile etkilenmesi halinde, ifadeler rıza ile verilmiş olsa dahi delil olarak kabul edilmeyecektir.
Son olarak şunu belirtmeliyiz: Av. Fatih Mehmet Doğan hukuk eğitimi almış ve avukatlık mesleği icra eden bir birey olarak dahi, karşılaştığı baskılara boyun eğmek mecburiyetinde kalmıştır. Bu şartlar altında yaşı daha genç olan ya da hiçbir hukuk bilgisi olmayan diğer şüphelilerin nasıl baskı altına alındığı çok açıktır.
5.3. ETKİN PİŞMAN SANIK AHMET MUHASSILOĞLU ÖRNEĞİ
Ahmet Muhassıloğlu 01.11.2018 tarihinde Mali Şube’de ifade vermiş ve etkin pişmanlıktan yararlanmak isteyip istemediği hakkındaki soruya “bir suç işlediğimi düşünmüyorum” şeklinde cevap vermiştir. Buna rağmen, bir gün sonra Mali Şube’de görevli Komiser Ayhan Bedir tarafından tanzim edilen raporda “Etkin Pişmanlık hükmünden faydalanmak isteyen şüpheli şahsın vermiş olduğu bilgilerin elverişli, makul ve illi değer taşımadığı, sırf etkin pişmanlıktan yaralanmak amacıyla, yanıltıcı, yanlış veya eksik bilgi verdiği, bu durumda samimi olmadığı ve gerçek anlamda etkin pişmanlık göstermediği, etkin pişmanlığın görünürde kaldığı kanaatine varılmıştır” denilmiştir. Raporun bu şekilde düzenlenmesinin yegane sebebi, Ahmet Muhassıloğlu’nun kendisine yöneltilen suç isnatlarını reddetmesi, müvekkil Adnan Oktar ve diğer sanıklara yönelik suçlayıcı sorulara “öyle bir şey olmadı, öyle bir durum görmedim” şeklinde cevaplar vermiş olmasıdır.
Ahmet Muhassıloğlu 09.09.2022 tarihinde İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gelerek ifade vermiştir. Bu yargılama, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 1. Ceza Dairesi’nin tüm ceza hükümlerini bozmasından sonra yürütülen ikinci kovuşturma sürecidir ve bu süreçte yeni etkin pişmanlığa başvurmuş 3 sanığın mahkeme salonunda diğer sanıklarla birlikteyken ifade vermesine müsaade edilmiştir. Bozma öncesi ilk kovuşturmada TÜM ETKİN PİŞMAN SANIK, MÜŞTEKİ VE TANIKLAR sanıkların yokluğunda dinlenmiş, sanıkların soru yöneltme hakkı ellerinden alınmıştır. Bozma sonrası ikinci kovuşturmada ise sadece 3 etkin pişman sanık ve özel harekat polisi olan 2 müştekinin ifadesi sanıkların da huzurda bulunmasıyla alınmıştır. Bozma sonrası kovuşturmada da iddianameye konu olan diğer HİÇBİR MÜŞTEKİ VE TANIK, sanıklarla yüzleştirilmemiş ve soru yöneltme hakları bir kere daha engellenmiştir.
Ahmet Muhassıloğlu ifadesinin ardından sanıkların doğrudan yönelttikleri soruların hepsinde sanıkları doğrular cevaplar vermiş, hiçbir suça tanık olmadığını beyan etmiştir. Sanıklardan Cem Sedat Altan kendisine şu soruyu yöneltmiştir:
SANIK CEM SEDAT ALTAN : Ahmet Muhassıloğlu’na şunu sormak istiyorum, eğer böyle bir süreç yaşanmasaydı ve o çapraz ateş altında kaldım diyor ya, bu oluşum, bu arkadaş grubunu bir gün olsun örgüt olarak gördü mü, örgüt olarak niteledi mi, adlandırdı mı kendi içinde bile olsa?
Ahmet Muhassıloğlu bu soruya cevap veremeden Mahkeme Başkanı hemen müdahale etmiş ve kendince bir yorum yaparak Ahmet Muhassıloğlu’nu “uyarmıştır”. Aynı etkin pişman sanık Av. Fatih Mehmet Doğan örneğinde olduğu gibi, Ahmet Muhassıloğlu’nun ısrarla “suç örgütü” demeyip “arkadaş grubu” tanımlamasını kullanması dolayısıyla Mahkeme Başkanı sanki rahatsız olmuş gibi şu yorumu yapmıştır:
MAHKEME BAŞKANI : Sen adlandırır mıydın bunları örgüt olarak ya da cemaat olarak, ne diye adlandırırdın? Bu soru senin hukuki durumunu değiştirebilecek bir soru. Susma hakkını kullanabilirsin bu soru ile ilgili.
Mahkeme Başkanı’nın adeta bir tehdit niteliğindeki bu yorumu karşısında, ifadesinin başından itibaren “suç örgütü” şeklinde tanımlamayı kabul etmeyen, her cümlesinde “arkadaş grubu” diyen Muhassıloğlu, adeta kendisine “aba altından gösterilen sopayı” fark ederek şu cevabı vermiştir:
SANIK AHMET MUHASSILOĞLU : Susma hakkımı kullanayım, çünkü Türkçe çok lastikli yanlış anlaşılmalara sebep veriyor.
Aslında burada yaşanan durum son derece açıktır: Etkin pişman sanık Ahmet Muhassıloğlu, kendisine yöneltilen “bu grubu bir suç örgütü olarak görüyor musun” şeklindeki soruya sanıkların lehine bir cevap vermeye hazırlanırken, Mahkeme Başkanı tarafından “uyarıldığından” dolayı lehe cevap verememiş, onun yerine kaçamak şekilde susma hakkını kullanmayı tercih etmiştir. İşte bu örnek de, etkin pişmanlık uygulamasının kişiler üzerinde nasıl bir baskı unsuru olarak kullanılabildiğine dait açık ve net bir örnet olmuştur.
5.4. SANIK MERVE BOZYİĞİT ÖRNEĞİ
Bilindiği üzere 11.07.2018 tarihli şafak operasyonu ile yaklaşık 200 kadar şüpheli gözaltına alınmış hemen hemen tamamı tutuklanarak cezaevlerine gönderilmiştir.
“İkinci Dalga” olarak adlandırılabilecek operasyon ise, ilkinden yaklaşık 3 ay kadar sonra gerçekleştirilmiştir. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 19.10.2018 tarihinde yeni 23 şüpheli için Mali Şube’ye gözaltı talimatı verilmiştir. Bu listedeki isimlerden birisi de Merve Bozyiğit’tir.
Bu tarihte anne babasıyla birlikte yaşayan Merve Bozyiğit’in aile evine 22.10.2018’de sabah 06:00 sularında özel harekat polisleri tarafından operasyonla girilmiştir. Şüphelinin odasında bulunan dini içerikli kitaplar ve Kuran-ı Kerim dahi sözde terörizm alameti gibi yansıtılarak şüphelinin ailesine “kızınız terörist olmuş, sizin haberiniz yok” şeklinde hem gerçek dışı hem de tahkir edici yorumlar yapılmıştır.
Merve Bozyiğit bu uygulamadan sonra Mali Şube’ye götürülmüş ve 1 gün sonra 23.10.2018’de güya etkin pişmanlıktan yararlanmak istediğini beyan ederek 20 sayfalık ifade vermiştir. İfadesinde müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarına suç isnat eden çeşit çeşit anlatımlar yer almış, sonrasında ise Merve Bozyiğit serbest bırakılmıştır.
Bu süreçte yaşanan hukuksuzluklar, Merve Bozyiğit’in 09.03.2020 tarihinde İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ifadeye çağırılmasıyla ortaya çıkmıştır. Bozyiğit, mahkemeye çıkmadan hemen önce elyazılı bir dilekçe sunarak Mali Şube’de gördüğü baskı ve kötü muameleyi, cinsel taciz seviyesindeki uygulamaları ve kendisinin beyan etmemiş olduğu halde ifadesine eklenen hikayeleri açığa çıkarmıştır. Kendisine yapılan muameleyi dilekçesinde şöyle özetlemiştir:
"...Beni Vatan Caddesi emniyet müdürlüğüne götürdüler. İki gün Vatan emniyette kaldım. Bana, 'hakkında şikayet var. İki kız senden şikayetçi. Onlara tecavüz edilmesine yardımcı olmuşsun' dediler. Beni sorgu odasına aldılar. Sorgulandığımda 48 saat boyunca uyumamış ve yemek yememiştim. Alındığım sorgu odasında dikkat ettim KAMERA KAYDI YOKTU ve yanımda AVUKATIM YOKTU. Avukat istediğimde Barodan ama BENİ SORGULAYAN MEMUR BEYLERDEN BİRİNİN EŞİ OLAN BAYAN BİR AVUKAT getirdiler (bunu sonradan öğrendim). Gelen avukat benimle hiç ilgilenmedi. SORGU SIRASINDA DIŞARI ÇIKTI. Davayı ve konuyu öğrendiğinde, 'bu dava mı?' deyip ilgisiz davrandı. Bana yardım etmesini söylediğimde 'aleyhte işe yarayabilecek ne varsa söyle o zaman çıkarsın burdan' dedi. Ben aleyhte söylenecek bir şey olmadığını söyledim. Suçsuz olduğumu ve iftira atmayacağımı söyledim. 'O zaman sen bu konuyu düşün' dedi. Sanki buradan iftira atarak çıkacağımı söylemek istedi. Bu davada müşteki olan kişilerin isimlerini söyleyerek 'onlar nasıl buluyor söyleyecek bir şeyler, sen de bulursun' dedi."
Merve Bozyiğit, Mahkeme Heyeti huzurundaki ifadesinde de bu anlatımını tekrarlamış, ifadesini alan memurlar tarafından cinsel tacize maruz kaldığını, memurların kendisine bilinçli şekilde sürtünerek geçtiklerini, suratına sigara dumanı üflediklerini, ifadesini aldıkları diğer müşteki kızların vücutlarının kalçaları veya göğüsleri gibi güzel yerlerini rahat rahat anlattıklarını ve kendisinin vücudunun neresinin güzel olduğunu anlatmasını istediklerini, kendisine bir hayat kadınına yapılmayacak şekilde muamele ettiklerini, yeme içme veya tuvalet gibi ihtiyaçlarının bilinçli olarak gözardı edildiğini, regl dneminde olduğu halde ped ihtiyacının karşılanmadığını ve eve döndüğünde kıyafetlerinin kan içinde olduğunu anlatmıştır.
İfadesinde yer alan suç isnatlarının kendi beyanı değil, Mali Şube memurlarının hayal gücü olduğunu da şu sözleriyle açıklamıştır:
SANIK MERVE BOZYİĞİT: Kimleri tanıyorsun, tanıdığın kişi var mı, merhabalaştığın, selam verdiğin kimse var mı diye bana sorduğunda, ben isimlerini söyledim. Serkan beyle duygusal yakınlığımın olduğunu söyledim sadece ve diğer arkadaşları da sadece selam olarak yani selamlaşarak tanıdığımı, birkaç ev sohbetinde ve birkaç konferansta gördüğümü söylediğimde, kendileri bana “sen bize gerekli açıklamayı yapmazsan, bak ailen dışarıda, biz senin neler yaşadığını biliyoruz. Kaç kişinin tecavüz ettiğini de sana biliyoruz. Biz bunları hepsini biliyoruz. İstersen bunu ailen huzurunda da bunu seni ifadeni alabiliriz. Yine de kendin bilirsin, istersen konuş, istersen konuşma” diye beni zorladılar. Ve ben de orada gerçekten ve bana gerçekten duymaya asla tahammül edemeyeceğim şekilde bana senin kaç kişinin çok afedersiniz, çok özür diliyorum ama ben bunları yaşadığım için anlatmak zorundayım. Sen kaç kişiyle yattın, ya şu mesafeden bana, sen kaç kişiyle yattın deyip gözlerini böyle üzerime dikip böyle ve gerçek anlamda çok yakın mesafede, hayatımda hiç kimseyle olmadığım kadar çok yakın mesafede, bana bu şekilde muamele gösterdiler. Ve ben kimseyle yatmadım da diyemiyordum artık o kadar gerilmiştim ki...
Merve Bozyiğit Mahkeme Heyeti karşısında Mali Şube ifadesinde yazan beyanları kesinlikle kabul etmediğini, bunların kendi sözleri olmadığını ve ifade sürecinde yaşadığı çirkin uygulamaları açık şekilde ortaya koymuştur.
Merve Bozyiğit’in müdafi olarak “gönderilen” avukatın şüpheli haklarını savunmak bir yana, Merve Bozyiğit’i etkin pişman olmaya yönlendirdiği, üstelik sorgu odasında tek başına bırakıp dışarı çıktığı daha sonra anlaşılmıştır. Daha da şaşırtıcı olan ise, bu avukatın aslında o sırada ifadenin alındığı Mali Şube’de görevli bir komiserin karısı olduğudur. Bu avukatın gerçekten İstanbul Barosu tarafından atamayla mı ortaya geldiği, yoksa baroya hiç bildirim yapılmadan özel bir plan dahilinde mi Merve Bozyiğit’in karşısına çıkarıldığını tespit etmek amacıyla müdafiler yaptığı tüm girişimler sonuçsuz bırakılmıştır.
Merve Bozyiğit’in ifadesin sonrası Mahkeme Başkanı Mali şube’de ifadeyi alan memurlarla bu müdafinin tanık olarak dinlenmesine karar vermiştir. Ancak yine ilginç bir şekilde tanıkların huzura gelecekleri tarih belirlenip Merve Bozyiğit ve müdafisine bildirilmediği için, bu kişiler Merve Bozyiğit ve müdafisinin yokluğunda ifadeye alınmıştır. Böylece yüzleşme ve doğrudan soru yöneltme imkanı ortadan kaldırılmıştır.
Merve Bozyiğit’e yapılan çirkin ve hukuksuz muamelelern yapılabilmesi için elbette ki kamera kaydının yapılmamış olması gereklidir. Nitekim gerçekten de kamera kaydı yapılmamıştır. Tanık sıfatıyla ifadeye gelen polis memuru Ayhan Bedir, güya Merve Bozyiğit istemediği için kamera açmadıklarını iddia etmiştir:
SANIK AKIN GÖZÜKAN MÜDAFİ AVUKAT BARIŞ HOCAOĞLU: “Merve Bozyiğit sunmuş olduğu dilekçesinde odada kamera olmadığını söylüyor. Bu husus hakkında ne söyleyeceksiniz?”
TANIK AYHAN BEDİR BEYANINDA: “Kamera yoktu. Çünkü en başta kendi arzusu bu yöndeydi. Mahrem konuları, cinsel konuları anlatacağını söyledi. Turnike mevzularını anlatacağını söyledi. Bunun kayıt altına alınmasını istemedi.”
Ancak bu iddianın doğru olması durumunda, şüphelinin bu talebinin ifade tutanağına geçirilmesi gerelidir. Oysa tutanakta böyle bir bilgi yer almamaktadır. Bu anlatımın gerçekleri gizlemek amacına matuf olduğunun diğer bir delili ise, aynı konu hakkında tanık olarak ifade veren avukatın bambaşka bir açıklama yapmasıdır:
SANIK MEHMET NOYAN ORCAN MÜDAFİ AVUKAT EŞREF NURİ YAKIŞAN: Sanığa ifadesinin kameraya alınıp alınmayacağı hususu soruldu mu?
TANIK FATMA ARSLAN: O kısmı da hatırlamıyorum. Yani alınıp alınmadığını bilmiyorum. Sanırım alınmadı.
SANIK MEHMET NOYAN ORCAN MÜDAFİ AV. EŞREF NURİ YAKIŞAN: Sanık bununla ilgili olarak herhangi bir beyanda bulundu mu?
TANIK FATMA ARSLAN: YOK ÖYLE BİR TALEBİ DE OLMADI.
Görüldüğü gibi, polis memuru güya şüphelinin kamera kaydı istemediğini öne sürmekte, ancak bununla ilgili bir tutanak tutmadığını da itiraf etmekte, aynı anda aynı yerde bulunan şüpheli müdafi ise şüphelinin böyle bir talebinin hiç olmadığını söylemektedir.
Buraya kadar ortaya koyduğumuz somut gerçekler, bir şüphelinin etkin pişmanlığa yönlendirilip “iftiracı” olmasının adım adım nasıl temin edildiğini, söylemediği şeylerin dahi ifadesine nasıl o söylemiş gibi yazılabildiğini, böylece suçsuz insanların çok ağır suçlarla suçlanabildiğini göstermektedir. (Söylemedikleri detayların sanki kendileri söylemişçesine ifadelerine eklendiğini beyan eden İffet Piraye Yüce, Ezgi Çelenlioğlu ve Zeliha Türkan Akyüzalp gibi müştekiler de ilerleyen süreçte ortaya çıkmıştır.)
Merve Bozyiğit’in başına gelenler ve ortaya çıkarılan hukuksuzluklara rağmen, inanılmayacak bir şey gerçekleşmiş ve Mahkeme Başkanı hukuksuzlukların üzerine gidip aydınlanmasını sağlamak yerine Merve Bozyiğit’in TUTUKLANMASINA KARAR VERMİŞTİR! Bu karar, baskı ve zorlamalara maruz bırakılarak gerçek dışı bilgiler vermeye mecbur edilen, şikayetçi değilken zorla şikayetçi yapılan tüm taraflara açık bir mesaj niteliğindedir: “Eğer olanları açık ederseniz siz de diğerleri gibi hapse girer ve bir daha da çıkamazsınız.”
5.5. BASKIYLA ETKİN PİŞMAN OLAN FAKAT SONRA KENDİSİNE BASKIYLA BU BAŞVURUDA BULUNDUĞUNU İFADE EDEN SANIK MUSTAFA KUŞÇU ÖRNEĞİ
Mustafa Kuşçu tarafından 20.12.2019 tarihinde dosyaya sunulan 9 sayfalık el yazısı dilekçede, kendisinin savcı Serdar Akan tarafından kandırılarak etkin pişman olmaya sevk edildiği, kendisinin de başta böyle davranmazsa bir daha ömür boyu cezaevinden çıkamayacağı endişesine kapılarak Serdar Akan’ın yönlendirdiği doğrultuda beyanlarda bulunduğu fakat daha sonra vicdanen doğru davranmadığına kanaat getirerek bu dilekçeyi kaleme aldığını beyan etmiştir.
Dilekçenin başlangıcında konu kısmında şu yazmaktadır: EMNİYET VE SAVCILIKTA İTİRAFÇI OLMAM VE ETKİN PİŞMANLIKÇI OLMAM İÇİN YAPILAN BASKI VE TEHDİTLERİ SİZE BİLDİRMEK İSTİYORUM.
Dava dosyasında mübrez dilekçeden önemli bölümleri kısaca özetlememiz gerekirse;
“Eli kelepçeli bir şekilde savcı Serdar Akan’ın odasına geldik. Savcının karşısında 10-15 dk ayakta durduktan sonra savcı tam karşısına oturttu. Benim emniyet ifademe hiç bakmadan bu örgütte infak şöyleymiş, turnike böyleymiş diye söylerken savcının kalemi bunları yazıyordu.
Sonra savcı bana biraz turnikeden bahset seni bırakayım dedi. Yarın Cuma dedi. Cuma namazını Çorum’da memleketinde kıl dedi. Seni salarım gidersin dedi. Ben de yaşadığım şokun etkisinde olduğum için basından duyduğum şeyleri anlattım. Hapse girmemek için. Ailemi 2 yıldır görmemiştim. Aileme sevdiklerime kavuşayım diye. Türk yemeklerini özledim, İstanbul’u özledim diye söyledikleri şekilde konuşmaya başladım.
Bu ifadeyi verirken savcı bunları anlatırken avukatım Bünyamin İnce daha gelmemişti. Avukat tam 1 saat sonra geldi odaya. Hatta özür dilerim geç kaldım dedi.
18.12.2019 tarihinde savcılık beni çağırdı ve Çağlayan’a götürüldüm. Savcı Serdar Akan Bey’in odasına geldim… Avukatın ismini duyunca savcı bey ne avukatı, gerek mi var, nasıl yani örgütçü avukatla mı geldin diye biz bize konuşuruz dedi. Ben yok avukat olsun dedim. Savcı bey bu konuya bozuldu ve kızdı… Avukatlar birisi savcı beyin sağ birisi sol tarafına oturuken savcı bey bana bakarak kaş göz işareti yaptı. Çıksınlar söyle diyerek eliyle işaret yaptı. Bu hareketi savcı bey 5’er dakika ara ile 4-5 kere yaptı.
Böyle polisler hakkında çok konuşursan başına iş alırsın dedi. Ben uyarı yaparak inceden tehdit etti.
Gözaltına alındığım andan bu zamana kadar yaşadığım bu durumları ve etkin pişmanlıkçı olmam konusunda yapılan baskıları size bildirmek istedim.”
Sanık Mustafa Kuşçu bu yaşadıklarını 07.12.2020 tarihli mahkeme ifadesinde de şöyle dile getirmiştir:
“…24 sayfa etkin pişman olmak için Sayın Savcımız Serdar Akan Beyden bizzat talimat aldım. Bunları bunları yazmazsan, Adnan Bey ve Adnan Oktar’dan güya talimat aldığını yazmazsan, örgüt olduğunu söylemez turnike sistemini anlatmasan çıkamazsın, 15-20 yıl içeride kalırsın. Bana bunların hepsini ben Sayın Savcıdan tehdidi baskı, tehdit baskılarına maruz kalıp yazdım. Hatta Sayın Savcımız beni öyle bir oyuna getirdi ki Sayın Başkanım…”
Bu örnekte görülen uygulama, önceki sayfalarda ortaya koyduğumuz diğer örneklerden farklı değildir ve Adnan Oktar Davasının gerek soruşturma gerekse kovuşturma aşamasında hukukla değil, her ne pahasına olursa olsun müvekkili ve arkadaşlarını suçlu gibi gösterebilmek adına istikrarlı bir baskı ve zorlama yöntemi kullanıldığını, bu şekilde güya “itirafçı” ama aslında “iftiracı” devşirildiğini gözler önüne sermektedir.
5.6. ETKİN PİŞMAN SANIK ALTUĞ REVNAK ETİ ÖRNEĞİ
Altuğ Revnak Eti 08.02.2019 tarihinde Tekirdağ Cezaevi’nden SEGBİS ile dosya savcısı Serdar Akan’a etkin pişman ifadesi vermiştir. Bu SEGBİS bağlantısının video kaydı 86 dakika uzunluğunda olduğu halde, Altuğ Eti’nin ifade evrağı sadece 2 sayfadır.
İfadenin alındığı tarihte iddianamenin yazımı henüz devam etmektedir ve bu ifadeden 5 ay kadar sonra yayımlanacaktır. Henüz duruşmaların dahi başlamamış olduğu dikkate alındığında savcı Serdar Akan’ın ifedeyi alırken sarf ettiği bazı cümleleri, tarafsızlığına gölge düşürmekle kalmayıp davanın sonucunun önceden belirlendiği izlenimi de uyandırmaktadır. Örneğin:
“…Savcı Serdar Akan (92605): Zaten bu Adnan Oktar’ın çıkabilme şansı yok şu aşamada. Adamın isnat edilen bu kadar suçtan yani, adam ömür boyu kalır yani hani, hala örgütte böyle bir korku varsa...
Şüpheli Altuğ Revnak Eti: Var, net var, söylüyorum net var...
Savcı Serdar Akan: Adamın, adamın çıkabilme şansı yok diyorum ben zaten.
Şüpheli Altuğ Revnak Eti: Tamam ama örgütte böyle bir telkin yok. Örgüt içi yazışmalarında, mektuplaşmalarda, gelen haberlerde, avukatların getirdiği haberlerde, yanımda İbrahim var...
Savcı Serdar Akan: Belki adam kendi etkin olur yani, bilmiyorum, bağlanırız, ben der pişmanım der, vazgeçtim der...”
CMK 148/1. maddesi, “Şüphelinin veya sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır” demektedir. Anayasamızın 38/5. maddesinde ise “Hiç kimse kendisini suçlayan bir beyanda bulunmaya zorlanamaz” diye belirtilmektedir.
Savcı Serdar Akan ifade sırasında şüpheliyi açıkça “aldatmış”, şüpheliye müvekkil Adnan Oktar’ı suçlayarak kendisini kurtarması yönünde telkinlerde bulunmuştur. Ayrıca müvekkilin ömür boyu hapse mahkûm olacağını söyleyerek şüpheliyi etkilemeye çalışmıştır.
Cumhuriyet savcısının ceza verme yetkisi olmadığı gibi, henüz yargılaması dahi yapılmamış bir şüpheli hakkında bu şekilde olumsuz kanaat bildirerek diğer şüphelileri gerçek dışı suçlayıcı beyanlar vermeye yöneltmesi ve bu yolla onların etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmalarını sağlamaya çalışması kanuna aykırıdır. Bu surette Cumhuriyet savcısı yasak usuller kullanarak ve özgür iradeyi etkileyerek beyan elde etmiştir.
Etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmak isteyen şüpheli Altuğ Revnak Eti’nin ifadesinde az yukarıda geçen konuşmalar Altuğ Revnak Eti’nin yazılı ifadesine Savcı Serdar Akan tarafından geçirilmemiştir. İlerleyen süreçte müdafilerin SEGBİS kayıtlarını incelemesi sonucunda savcının görev sınırlarını aşan hukuka aykırı tavrı ortaya çıkmıştır. Savcı Serdar Akan’ın bu konuşmaları tutanağa geçirmemesinin yegane nedeni; kendisinin de bu konuşmasının ve tutumunun hukuka aykırı olduğunu çok iyi bilmesidir.
5.7. ETKİN PİŞMAN SANIK ALİ ŞEREF GİDER ÖRNEĞİ
Ali Şeref Gider 15.03.2020 tarihinde etkin pişmanlıktan yararlanmak isteğiyle el yazısı bir dilekçe sunmuştur. Hemen 4 gün sonrasında, tutuklu olarak bulunduğu cezaevinden SEGBİS bağlantısı yapılmış ve dosya savcısı Serdar Akan tarafından ifadesi alınmıştır.
Savcı Serdar Akan, etkin pişmanlık yasasından yararlanmak mecburiyetinde bırakılan Ali Şeref Gider’in 19.03.2020 tarihli SEGBİS ifadesinde de Altuğ Revnak Eti ifadesine benzer şekilde yanlı ve hukuka aykırı yönlendirme ve telkinlerde bulunmuştur. Şöyle ki;
Ali Şeref Gider gözaltına alındığında Mali Şube’de verdiği ilk ifadesinde hakkındaki tüm suçlamaları reddetmiştir. Ancak daha sonrasında tutuklanıp cezaevine gönderilince üzerinde oluşturulan baskılar ve cezaevinin zorlu şartları nedeniyle görünürde etkin pişmanlık hükümleri kapsamında birtakım gerçek dışı suçlayıcı beyanlarda bulunmaya mecbur kalmış, daha doğrusu buna zorlanmıştır. Bu sözde itiraflarında dahi hakkındaki gerçek dışı suçlamaları kabul etmekten imtina etmiş, bunların iftira olduğunu belirtmiştir.
Ancak verdiği ifadeler tahliye olmasına yetmeyince farklı tarihlerde verdiği ek ifadelerle aşama aşama tüm suçlamaları mecburen kabul etmek ve diğer şüphelilere de sahte suçlar isnat etmek zorunda kalmış ve nihayetinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasının mümkün olmadığı TCK m.102/2-3 isnatları olmasına rağmen tutukluluk haline son verilerek tahliye edilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 29/03/2016 tarihli 2016/154, 15/12/2015 tarihli ve 2015/515, 24/11/2015 tarihli ve 2015/419 sayılı kararlarında belirtildiği üzere;
“Etkin pişmanlığın uygulanabilmesi için öncelikle kanunda o suç ve faili bakımından buna imkan tanıyan özel bir hüküm bulunması gerekir. Her suç açısından etkin pişmanlığın uygulanması mümkün değildir. Bir suç türü bakımından kanunda etkin pişmanlık düzenlemesi öngörülmemiş ise “kanunilik ilkesi” uyarınca kıyas veya yorum yoluyla da olsa etkin pişmanlık uygulanamaz.”
Savcı Serdar Akan 19.03.2020 tarihli SEGBİS ifadesinde, Ali Şeref Gider’e ilk olarak dosya kapsamında böyle bir isnat olmamasına rağmen “Adnan Oktar terör örgütüyle kimin vasıtasıyla ne zaman tanıştınız…” ifadesini kullanmıştır:
Savcı Akan tarafından, görev ve yetki sınırları tümüyle aşılarak kullanılan ve alenen baskı kurma ve algı oluşturma amaçlı olduğu izlenimi veren "ADNAN OKTAR TERÖR ÖRGÜTÜ" ifadesinin zaten günlerdir tutuklu bulunan bir kişi üzerinde oluşturacağı etki açıktır. Kaldı ki hiçbir savcının veya yargı görevi yürüten kimsenin dosya kapsamında bulunmayan bir isnadı veya suçlamayı dile getirmesi hukuka uygun değildir.
İfadenin alındığı tarih itibariyle soruşturma 4. yılındadır. Polis operasyonu yapılalı 2 yıla yakın bir süre geçmiş ve iddianame yayınlanalı da nerdeyse 1 yıl olmuştur. Ne soruşturmada ne de iddianamede “terör örgütü” tanımı tek bir satırda geçmemektedir.
Soruşturmanın ilk gününden itibaren soruşturmayı yürüten, iddianameyi kaleme alan, yargılama yapılacak kanun maddelerini belirleyen savcı olan Serdar Akan’ın bu detayı bilmemesi veya unutmuş olması mümkün değildir. “Suç örgütü” ile “terör örgütü” kavramları arasında hukuken büyük fark bulunmaktadır ve bir Cumhuriyet savcısının bu farkı bilmemesi ya da unutuvermesi söz konusu değildir.
Savcı Serdar Akan’ın bu tavrının, ifade vermek üzere olan Ali Şeref Gider’in gözünü korkutmak, terör suçuyla suçlanacağı ve yargılanacağı algısını oluşturmak, böylece şüpheliler hakkında daha ağır ithamlarda bulunmasını veya kendi istediği doğrultuda cümleler sarf etmesini sağlamak için olduğu izlenimi uyanmaktadır.
Savcı Akan, hakkında örgüt üyeliği ve cinsel saldırı suçlamalarından tutuklama kararı bulunan ve etkin pişmanlık hükümlerinden faydalanmaya mecbur bırakılan Ali Şeref Gider için 25.06.2020 tarihinde duruşma sonunda sanık müdafiin tahliye talebinden sonra; “Ali Şeref Gider'le ilgili talebimiz şu yöndedir sanık, mevcut sanığın beyanının alınmış olması üzerine atılı suçların vasfı maiyeti ve etkin pişmanlık hükümlerinden örgüt üyeliği açısından faydalanma durumu söz konusu olabileceğinden başka suç ve suçlardan tutuklu değilse tahliyesine karar verilmesini talep ediyoruz” şeklinde mütalaa vermiştir.
Cumhuriyet savcısı Serdar Akan hukuki durumu birebir aynı olan hatta hukuki durumu itibariyle daha az cezalandırılma istemi ile yargılanan kişiler hakkında ise 22.07.2020 tarihinde vermiş olduğu mütalaada tahliye talebinde bulunmamıştır. Bu nedenle de Cumhuriyet savcısının Anayasamızın 10. Maddesine uygun davranmadığı, etkin pişman sanıklara imtiyaz sağlayacak şekilde uygulama ve tutumlarda bulunduğu görülmektedir.
Aynı dosya kapsamında 7242 sayılı yasa ile değiştirilen 5275 sayılı kanun dolayısıyla “salt örgüt üyeliği suçlaması” ile yargılanan kişinin en üst sınırdan cezalandırılması halinde dahi cezaevinde geçirmesi gereken bir günü dahi bulunmamaktadır. Ancak buna rağmen benzer durumdaki diğer sanıklar 2 yıldır tutuklu olmalarına rağmen halen Cumhuriyet savcısı tarafından tahliyelerine yönelik mütalaa verilmezken, sadece 3 ay tutuklu kalmış ve hakkında cinsel suç isnatları da bulunan etkin pişman sanık için tahliye isteminde bulunması, hukuken açıklanabilir bir durum değildir. Bu nedenle de Savcı Akan’ın hukukçu kimliğinden bağımsız ve keyfi hatta yer yer yargılanan ve etkin pişman olmayan kişilere husumetli görülebilecek hareketlerde bulunduğu izlenimi oluşmuştur.
Savcı Serdar Akan'ın, yine aynı SEGBİS ifadesinin devam eden bölümlerinde müşteki Deniz Şakak ile ilgili bazı iddiaları sorarken, “Bizim müştekilerden Deniz Şakak” ifadesini kullanması, aslında Ali Şeref Gider’e “Senden şikâyetçi olanların ipleri benim elimde” mesajı vermek istediği izlenimi vermektedir. Aynı zamanda tarafsız olmadığının, müştekilerle aynı safta olduğunun da bir göstergesidir:
Bunun çok benzeri bir durum, dosya evraklarından birine derkenar yazdığında da karşımıza çıkmıştır. Savcı Serdar Akan dosyanın müştekilerinden birisi olan Özkan Deniz (Mamati) hakkında “Özkan” diyerek resmi evrakta iki kere ön ismiyle hitap etmiştir. Bu da savcının müştekilerle kurduğu “samimiyetin” bir başka göstergesidir:
Bir soruşturma savcısının, resmi bir belge üzerinde dosyanın bir müştekisinden bahisle kendi el yazısıyla hem de iki ayrı kez sadece ismiyle “Özkan” şeklinde soy isim olmadan ifadede bulunmasının hukuken bir açıklaması bulunmamaktadır. Ayrıca, bu yaptığının ne anlama geleceğini veya nasıl yorumlamalara sebep olacağını düşünmemiş olması da mümkün değildir.
Normalde Sayın Savcı'dan beklenen, resmi bir belge üzerinde bir kişinin dosyadaki sıfatını, ismini, soyismini belirterek savcılık makamının ciddiyetini, güvenilirliğini ve tarafsızlığını sarsmayacak bir tutum sergilemesidir. Oysa, söz konusu durumda savcı Serdar Akan, dosyadaki pek çok hukuksuzluğun merkezinde yer alan ve bazı emniyet görevlileri ile hukuka aykırı bir işbirliği içinde olan Özkan Deniz (Mamati) isimli şahıstan adeta yakın arkadaşından bahseder bir üslupla sadece adıyla, iki ayrı kez bahsetmektedir.
Sonuç olarak, etkin pişman sanık Ali Şeref Gider’e yönelik uygulamalar, gözünü korkutma çabası ve ifadesindeki yönlendirmeler, etkin pişmanlık kurumunun kötüye kullanıldığına dair başka bir delil teşkil etmiştir.
5.8. ETKİN PİŞMAN SANIK MEHMET MURAT DEVELİOĞLU ÖRNEĞİ
Mehmet Murat Develioğlu isimli şüpheli tutuklandıktan sonra cezaevinin olumsuz şartlarına ve husumetli müştekilerce yapılan baskılara dayanamayarak etkin pişmanlık yasasından yararlanmaya mecbur kalmış ve bir takım sözde itiraflarda bulunmuştur.
Mehmet Murat Develioğlu’nun cezaevinde maruz kaldığı baskıyı Cumhuriyet savcılarına cezaevinden bildirmiştir. Bandırma 2 Nolu T Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu aracılığıyla 08.10.2018 tarih ve 2018/28389 sayı numaralı dilekçesinde aynen şu ifadeleri kullanmaktadır:
“11.07.2018 tarihinde gözaltına alındım. Halen Bandırma Cezaevinde tutuklu bulunuyorum. Ancak herhangi bir suç işlemedim ve beraat edeceğime kesinlikle inanıyorum. Bilindiği gibi soruşturmanın içeriğini abim Fırat Develioğlu ve bazı arkadaşlarının benim ve tanıdığım arkadaşlarım hakkında yapmış oldukları asılsız iftiralar oluşturmaktadır. 15.08.2018 Çarşamba günü abim Fırat Develioğlu bulunduğum cezaevinde benimle “kapalı görüş” yaptı. Yaptığımız görüşme sırasında itirafçı olmam için bana baskı yaptı, itirafçı olmam durumunda beni serbest bıraktıracağı gibi vaadlerde bulundu.
Cezaevlerindeki kapalı görüşler bilindiği gibi kayıt altına alınmaktadır. Bu kayıtların ancak savcılık tarafından istenebileceği tarafıma sözlü olarak iletildi. Söz konusu görüşme kaydının savcılığınızca alınarak incelenmek üzere dava dosyasına girmesi ve görüşmenin bir kopyasının da tarafıma verilmesi için gereğini arz ederim. Ayrıca abim Fırat Develioğlu’nun tekrar ziyaretime gelmemesi için önlem alınması konusunda gereğini arz ederim. Saygılarımla.”
Tutuklu Mehmet Murat Develioğlu’nun cezaevinde maruz kaldığı tehdide/baskıya dair delilin (yani abisi husumetli müşteki Fırat Develioğlu ile yaptığı görüşme kaydının) savcılıkça cezaevinden celp olunması ve maruz kaldığı tehdit ve baskıların önüne geçilmesini talep eden dilekçesi hakkında dosya savcıları tarafından hiçbir işlem yapılmamıştır.
Bu “eylemsizlik” dosya savcılarının hukuksuz hareketlerinden birini daha oluşturmaktadır. Ancak kanaatimizce savcıların bu gibi konulardaki “eylemsizliği” basit bir “görevi ihmal” niteliğinde değildir. Kanaatimizce bahse konu savcılar, zaten şüpheli olarak listelenmiş / gözaltına alınmış / tutuklanmaları talep edilmiş ve nihayet tutuklanmış kişilerin (yani müvekkil ve arkadaşlarının) camiayı suçlayıcı bir takım beyanlar vermeleri için baskıya maruz bırakıldıklarını zaten gayet iyi bilmektedirler. Hatta bu hukuksuz baskılara göz yummakta, dahası destek vermektedirler.
Bu “destek” (başka karar ve işlemlerin yanında) esas olarak “etkin pişmanlık hükümlerinin kötüye kullanılması” suretiyle verilmektedir. Bu kötüye kullanma tüm şüphelilerin hukuksuz şekilde tutuklanmalarının talep edilmeleri, tutuklama kararlarını aldıktan sonra da önceden kurgulanmış birtakım sahte itham ve iddiaları teyit etmeleri ve kendi sözleriyle bunları tekrar edip altını imzalamaları durumunda, “etkin pişmanlıktan” yararlanıyor görünümü altında tahliye olabileceklerinin tutuklulara vaat edilmesi şeklinde tezahür etmiştir.
Bu vaat ve "ikna" seansları ise, tutukluları cezaevlerinde düzenli ziyaret ederek "devlet üzerinizi çizdi", "bir daha gün yüzü göremezsiniz", "burdan ancak cenazeniz çıkar", vb. şeklindeki sistematik tehdit ve telkinlerde bulunan, bu iş için için özel görevlendirilmiş bazı avukatlar ve bazı husumetli müştekiler aracılığıyla yürütülmüştür. Bu tehdit ve baskılara direnç gösteremeyip cezaevinden kurtulabilmek için her türlü iftirayı atmayı, uydurma hikayeleri anlatmayı kabul edenlerin de (hukuki durumuna müsait olsa da olmasa da) istenen ifadeleri verdikten sonra, kendilerine vaat edildiği şekilde tahliyeleri sağlanmıştır.
Yani, önce hukuksuz tutuklama, (varlık ve alacaklara) hukuksuz el koyma, sonrasında da istenenlerin yapılması durumunda tahliye şeklindeki baştan sona hukuksuz işlemler sistematik bir biçimde kullanılarak CMK m.148 maddesinde belirtilen “yasak usuller” ile suçlayıcı düzmece beyanlar elde edilmektedir.
Bilindiği üzere CMK m.148/1 “Şüphelinin ve sanığın beyanı özgür iradesine dayanmalıdır. Bunu engelleyici nitelikte kötü davranma işkence, ilaç verme, yorma, aldatma, cebir veya tehditte bulunma bazı araçları kullanma gibi bedensel veya ruhsal müdahaleler yapılamaz.” 2. Fıkra da; “Kanuna aykırı bir yarar vaat edilemez” hükümlerini içermektedir. Soruşturma makamı yukarıda özetlemeye çalıştığımız şekilde şüphelileri hukuksuz şekilde baskı altına alarak daha sonra da hukuka aykırı yararlar vaat ederek ifade ve sorguda yasak usuller kullanmıştır.
Şüpheli Mehmet Murat Develioğlu için de aynı süreç işletilmiş, o da haksız şekilde tutuklanmış, tüm mal varlıklarına ve aile şirketine el konulmuş, sonra cezaevinde etkin pişmanlık kapsamında istenenleri söylemesi yönünde baskı yapılmış, bu baskı hakkındaki şikayeti görmezden gelinmiş, yok sayılmış, istenenleri yapması halinde hem tahliye olacağı hem de üzerindeki suç örgütü dışındaki isnatların da ya ortadan kaldırılacağı ya da hafifletileceği, sonunda da kısa süre içinde tahliye olacağı vaadinde bulunulmuştur.
Bu aşamada Mehmet Murat Develioğlu’nu “iftiracı”lığa sevk etmek için kullanılan bir diğer yöntem ise, ailesiyle ve yakınlarıyla görüşmesinin engellenmesidir. Örneğin, müstakbel eşi Fulya Develioğlu’na yazdığı mektupta şu şekilde yakınmaktadır:
Çok sevgilerim, saygılarım, canımmm, sana 4 mektup + fax (dün) gönderdim. Anladığım kadarıyla cezaevi değil de savcılık bunların sana iletilmesine engel oluyor. Anneme de gönderdiğim mektup halen gitmedi anladığım kadarıyla, çünkü annemden telefon evrakları gelmediği için onu da arayamıyorum. 80 gün oldu, burada kapı duvar.
Kuzenim Av. Yonca geldi bayramdan önce, annemin 5 – 6 ay ömrü kaldığını söyledi (yani şu anda 4 ay kadar) Muhtemelen ben cezaevindeyken vefat edecek. Annemle görüşmem, sesini duymam önemli. Sen arayıp kendisine bildirir misin?
Anlaşılan o ki bu şekilde sıkıştırılan ve iftiracılıktan başka kurtuluş yolu olmadığını gören Mehmet Murat Develioğlu istenenleri yapmış ve sözde “itiraf” niteliğinde birtakım gerçek dışı beyanlarda bulunmuştur.
17.12.2018 tarihinde dosyamızın bir kısım tutuklu sanıklarının tutukluluk değerlendirilmesine yönelik olarak Cumhuriyet Savcısı Serdar Akan tarafından verilen mütalaada sanık Mehmet Murat Develioğlu için 28.11.2018 tarihinde etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanma başvurusu dolayısıyla Suç İşlemek İçin Kurulan Örgüte Üye Olma suçlamasından tahliyesine, ancak Nitelikli Cinsel Saldırı ve Kişiyi Cebir Tehdit Veya Hile Kullanarak Kişiyi Hürriyetinden Yoksun Kılma Suçları açısından tutukluluk halinin devamına karar verilmesi talep edilmiştir.
İstanbul 10. Sulh Ceza Hakimliği 2018/7560 Değişik İş. Sayılı kararı ile savcılık tahliye talebini reddederek “…Mehmet Murat Develioğlu’nun CMK 108 ve devamı maddeleri gereğince TUTUKLULUK HALLERİNİN DEVAMINA…
…İstanbul C.B.Savcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu’nun Suç İşlemek Amacıyla Kurulan Örgüte Üye Olma suçundan MEHMET MURAT DEVELİOĞLU HAKKINDAKİ TAHLİYE TALEBİNİN REDDİNE...” dair karar vermiştir.
Ancak, diğer dosya savcısı Caner Babaloğlu 18.12.2018’de (yani savcı Serdar Akan’ın talebinden 1 gün sonra) etkin pişmanlık hükümlerinde uygulama alanı olmayan “nitelikli cinsel saldırı” ve “cebir, tehdit veya hile kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçları da dahil olmak üzere Murat Develioğlu’nun re’sen tahliyesine karar vermiştir.
Hukuki hiçbir açıklaması olmayan ve 17.12.2018 tarihinden itibaren sanığın hukuki durumunu değiştirecek hiçbir gelişme olmamasına rağmen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasının mümkün olmadığı suçlamalara rağmen Cumhuriyet Savcısı Caner Babaloğlu tarafından re’sen karar verilmiş olması, etkin pişmanların açıkça kayırıldığını göstermektedir.
Tutuklama istemek, el koyma talep etmek, daha sonra re’sen tahliye kararı vermek elbette kanunumuzun Cumhuriyet savcılarına tanıdığı haklardandır. Ancak, dosya bir bütün halinde incelendiğinde dosya savcılarının, kanunun kendilerine tanıdığı yetkileri aşarak ve açıkça kötüye kullanarak bu tür taleplerde bulundukları ve kararlar verdikleri anlaşılmaktadır. Bu suistimal, sadece Mehmet Murat Develioğlu olayında değil, etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak üzere başvuruda bulunan tüm sanıkların hukuksuz tahliyelerinde de defaatle işlenmiştir.
Haklarında pek çok nitelikli cinsel istismar ve cinsel saldırı suçlaması olan sanıklardan, etkin pişmanlığa başvuran ve müvekkil aleyhine ifade verenlerin jet hızıyla tutuklulukları kaldırılmış ve bu kişiler hemen cezaevlerinden tahliye edilmişlerdir. Örneğin, hakkında sözde suç örgütü üyeliği ve 5 kadına cinsel saldırı isnadı bulunan etkin pişman sanık hemen tahliye olurken, hakkında sadece suç örgütü üyeliği isnadı bulunan yaklaşık 100 sanık 1,5 yıl boyunca cezaevinde, akabinde 1 yıl boyunca da ev hapsinde özgürlüklerinden mahrum bırakılmıştır.
6. SONUÇ
Dilekçemizde ortaya koyduğumuz ve sadece müvekkilin yargılandığı davada yaşanmış olan örnekler dahi, etkin pişmanlık kurumunun hukuka uygun işletilemediğinin delili niteliğindedir. Kaldı ki burada Adnan Oktar Davası’nda yaşanan örneklerin sadece bir kaçına değinilmiştir. Dosyanın soruşturma ve kovuşturma aşamalarında burada bahsettiğimizden kat kat fazla kötüye kullanım örneği mevcuttur.
Benzer sorunları tespit eden akademisyenler ve hukukçular da etkin pişmanlık uygulamalarıyla ilgili eleştirilerini dile getirmektedir.
19 Mart 2025 tarihinda İstanbul Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ve akabinde tutuklanması ile devam eden süreçte de kamuoyuna yansıyan çok fazla sayıda örnek olay mevcuttur. Milletvekilleri, siyasiler, devlet görevlileri ve sıradan vatandaşlar, şüphelilerin etkin pişmanlığa yönlendirilmesi için yapıldığı iddia edilen uygulamaları ağır şekilde eleştirmektedir.
Bir anda tutuklanarak cezaevlerine yollanan, üstelik bundan kurtuluş yolu olarak tek seçeneğin başkalarına suç yüklemekten geçtiği önlerine yegane çıkış olarak konulan kişilerin yalan beyanatta bulunmaya mecbur bırakılmaları, bu yalan beyanların verenlerden çok bu mecburiyeti oluşturanlar üzerine sorumluluk yüklemektedir. Nitekim malum olduğu üzere can azizdir. Can havliyle kendini cezaevinin zorlu ortamından kurtarmak çabasıyla insanları yalan söylemeye mecbur etmek bir nevi işkence yöntemidir. Eski Türkiye’de fiziki işkence ile alınan yalan beyanlar, son yıllarda insanları haksız yere cezaevine göndererek, sanık yaparak, haklarında yurt dışı çıkış yasakları koyarak, mal ve mülklerini müsadere kararları vererek bir nevi manevi işkence ile alınmaktadır.
Kanunun bu haliyle uygulanmaya devam edilmesi, hiç bitmeyecek toplumsal ve hukuki sorunlar üretmeye devam edecektir. Kanunun bu haliyle uygulanması adalet duygusunu zedelemektedir. Kanun aciliyetle değiştirilmesi, bu değişim yapılıncaya kadarsa, Yargıtay’ın bu dilekçede örnek olarak sunduğumuz birkaç kararında da görüldüğü şekilde “etkin pişmanlıkçıların beyanlarının muhakkak surette somut delillerle desteklenmesi”nin, “hukuki menfaat elde etmek için yalan beyan verilmesi ihtimali yüksek olduğundan salt beyanla hüküm kurulmaması”nın titiz şekilde uygulanması çok önemlidir. Etkin pişmanlıkçı bir şüpheli veya sanığın ifadelerinin, henüz somut delillerle doğrulanmadan kamuoyuyla paylaşılmasının engellenmesi ise, kesin şekilde sağlanması gereken en önemli husustur.
Saygılarımızla bilgilerinize sunarız. 29.05.2025
Adnan Oktar
Müdafi
Av. Mert Zorlu
[1] Özgenç, İzzet. Ceza Hukuku Genel Hükümler Karar İncelemeleri Sınav Soru ve Cevapları. Turcademy, 2025, s. 245.
[2] Özgenç, İzzet. “Yargısal Uygulamada Etkin Pişmanlık Sorunları”. Ceza Hukuku Dergisi, 2018, s. 112.
[3] Özgenç, İzzet. Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler. Seçkin Yayıncılık, 2023, s. 389.
[4] Özgenç, İzzet. “Adil Yargılanma ve Ceza Hukuku”. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2019, s. 78.
[5] Özgenç, İzzet. “Yüksel Yalçınkaya v. Türkiye Kararı Üzerine”. jushr.org, 2023, s. 15.
[6] Sözüer, Adem. “Örgütlü Suçlarda Etkin Pişmanlık”. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, 2017, s. 89.
[7] Sözüer, Adem. “Ceza Hukukunda Takdir Yetkisi Sorunları”. Ders Notları, 2020, s. 215. www.ademsozuer.com
[8] Sözüer, Adem. “Malvarlığına Karşı Suçlarda Etkin Pişmanlık”. Ceza Hukuku Dergisi, 2016, s. 103.
[9] Sözüer, Adem. “Vergi Suçları ve Ceza Hukuku”. Hürriyet Gazetesi Röportajı, 19 Kasım 2019.
[10] Sözüer, Adem. “Cezaevlerinin Durumu ve Ceza Hukuku”. Hürriyet Röportajı, 19 Kasım 2019.
[11] Sözüer, Adem. “Ceza Hukuku Reformu ve Etkin Pişmanlık”. Ders Notları, 2020, s. 218. www.ademsozuer.com
[12] Labita/İtalya Kararı, B.No: 26772/95, 06/04/2000, P. 156 vd; https://hudoc.echr.coe.int/eng?i=001-111100
[13] Rogers, Robert W., (1995) The Psychological Contract Of Trust, Part I, Executive Department, Vol. 8, No. 1, pp. 15-19.
[14] Yargıtay 16. C.D, 2018/2944E, 2018/2741 K.
[15] Yargıtay 9. C.D, 2000/12 E, 2000/157 K.
[16] Yargıtay CGK, 1998/1-110 E, 1998/181 K, 26/05/1998 T.
[17] Yargıtay 18. C.D, 2015/23868 E, 2016/6704 K.
[18] Yargıtay 9. C.D, 2010/4770 E, 2010/7689 K.
[19] Yargıtay 16. C.D, 2018/2944 E, 2018/2741 K.