İSTANBUL 1. AĞIR CEZA MAHKEMESİNE

DOSYA NO : 2024/74 E.

SUNAN     : Adnan Oktar

MÜDAFİ    : Av. Mert Zorlu

KONU : Kamuoyu nezdinde yakından takip edilen “Ekrem İmamoğlu Soruşturması” dahilinde çeşitli soruşturma ve kovuşturmalarda yaşandığı iddia edilen hak ihlalleri ve hukuksuzluklar, yaklaşık 8 yıldır müvekkile yönelik soruşturma ve kovuşturmalarda da bire bir aynı şekilde cereyan etmiştir. Bu konudaki 1. dilekçemiz, çok sayıdaki benzerlikten sadece biri olan “etkin pişmanlık kurumunun kötüye kullanılması” iddialarının sayın Mahkemenize sunumundan ibarettir. 

Tutuklanan şüphelilerin etkin pişmanlığa yönlendirilmesinde, Ekrem İmamoğlu Soruşturması ile Adnan Oktar Dosyası arasında görülen bazı paralellikler şunlardır:

AÇIKLAMALAR:

İstanbul Belediye Başkanı Sayın Ekrem İmamoğlu’nun 19.03.2025 tarihinde gözaltına alınması, akabinde tutuklanarak cezaevine gönderilmesiyle başlayan süreçte, çok sayıda hukuksuzluk yaşandığı şüpheliler ve müdafileri tarafından iddia edilmektedir. Bu hukuksuzluklar aynı zamanda ülkemizin en muteber akademisyenleri, hukuk profesörleri ve milletvekilleri tarafından da kamuoyu dikkatine sunularak eleştirilmektedir.

Bahsedilen hak ve hukuk ihlallerinin muhteviyatı, çok ilginç bir şekilde, müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarına yönelik düzenlenmiş olan 11.07.2018 tarihli polis operasyonu ile başlatılan süreçte yaşanılanlarla büyük benzerlikler göstermektedir. Hatta bir çok noktada, adeta “kopyalanarak uygulanmış” denilebilecek şekilde, TAMAMEN AYNI hukuksuz uygulamalar yaşandığı dikkat çekmektedir.

Benzer hukuksuzlukların uygulanabilmesi, göz göre göre hukuk katliamı yapılabilmesinin temelinde ise çok önemli bir gerçek vardır. Şöyle ki; 

BU HUKUKSUZLUKLAR İLK UYGULANDIĞINDA, HUKUKSUZLUK OLDUĞUNU HERKESİN ÇOK İYİ BİLİYOR OLMASINA RAĞMEN ELBİRLİK EDİLEREK HUKUKSUZLUĞA GÖZ YUMULMASI, DAHA DA ÖNEMLİSİ HUKUKSUZLUĞUN OLAĞANLAŞTIRILIP MEŞRULAŞTIRILMAYA ÇALIŞILMASIDIR.

Adnan Oktar dosyasında “ortaya atılan iddiaların tutarsızlığı, oluşturulan iftira mekanizması, yalan olduğu açıkça görülen beyanların esas alınması, insanlar üzerinde “yargı eliyle” baskı kurulması, haksız tutuklamalarla insanların mağdur edilip iftira atmaya mecbur edilmesi” gibi yüzlerce hukuksuzluk yaşandığında ve halk bundaki anormalliği görüp bunların hiçbirine itibar etmediğinde, sağ ve sol basın elbirliği ile “yalanlara inanın, hukuksuzluğu kabullenin” kampanyası yapmamış olsaydı, bugün kimse artık benzeri haksızlıklarla muhatap olmak durumunda kalmayacaktı. 

BUGÜN İMAMOĞLU DAVASINDA YAŞANAN HUKUKSUZLUKLAR (Kİ BUNLAR HENÜZ SADECE BİR KISMIDIR, ŞİDDETLE ARTACAĞI DA GÖRÜLMEKTEDİR) ADNAN OKTAR DAVASI DOSYASINDA “TUTMASI” YANİ HALKA KABUL ETTİRİLMESİ İÇİN İTTİFAKLA ÇABA GÖSTERİLMİŞ YÖNTEMLERDİR.

Her ne kadar arif olan Türk halkı Adnan Oktar Davası dosyasındaki kumpası net olarak görmüş ve yalanlara itibar etmemiş olsa da, hukuksuzluğun olağanlaştırılmasında bu çabaların bir dönemeç olduğu açıktır.

Adnan Oktar Davasında her türlü hukuksuzluğun “tutması” için çaba gösterilmiştir. Tuttuğu görülen her tür yöntem de bugün herkese uygulanmaktadır.

Dolayısıyla İmamoğlu Davası vesilesiyle hemen her gün hukuksuzluktan ve adaletsizlikten şikayet edenlerin şikayet ettikleri yöntemlerin tutmasının baş aktörleri olduğunu göz ardı etmemeleri gerekir. Samimi olarak bu hatalarını gördüklerinde ve vazgeçtiklerinde gerçek adalete kavuşmak için en önemli adım atılmış olacaktır.

Kamuoyunun gündeminde yer alan mevcut uygulamalar ile, müvekkilin ve aynı dosyada sanık olan arkadaşlarının yıllardır dile getirdikleri hukuksuzluklar arasındaki büyük paralellik, bu iddiaların bir kere daha ve çok daha titiz şekilde incelenmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. İşin doğrusu, müvekkil ve diğer dosya sanıkları ile müdafilerinin tüm kovuşturma süreçleri boyunca sayısız kere dile getirdikleri hukuksuzluklar hep görmezden gelinmiş, son derece açık ve net şekilde adeta herkesin gözünün içine baka baka gerçekleştirilen hukuksuzluklar hiçbir şekilde soruşturulmamış, bunların üzerine gidilmemiştir.

Müvekkil hemen hemen tüm dilekçelerinde, kendisine ve arkadaşlarına yönelik uygulanan hak ve hukuk ihlallerine göz yumulması ve bunlara sebebiyet verenlerin gün ışığına çıkarılmaması durumunda, benzer uygulamaların yarın öbür gün başka masum kişilere yönelik de uygulanmaya devam edeceğini, bu durumun da ülkede adalete duyulan güveni derinden zedeleyeceğini dile getirmiştir. Müvekkil ve sanık arkadaşlarına yönelik yaşanan hukuk ihlalleri sadece kendilerinin yakınmaları ile kalmamış, aynı zamanda dosyaya sunulan 100’den fazla hukuki ve bilimsel mütalaada, konularının uzmanı duayen hukuk profesörlerinin, teknik konularda görüş beyan eden uzman bilirkişilerin ve bilim insanlarının somut, delilli tespitleri ile de İSPATLANMIŞTIR.

Buna rağmen, hukuksuzlukların anlatıldığı tüm dilekçelerde olduğu gibi, binlerce sayfa tutan bu bilimsel mütalaalar da toptan yok sayılmış, tamamen görmezden gelinmiştir.

Halen başka başka dosyalarda bire bir aynı hukuksuzlukların yaşanıyor ve kamuoyuna yansıyor olması, zamanında bunları yapmaya cesaret gösterenlerin görmezden gelinmesi, tespit edilerek cezalandırılmaması ve daha da önemlisi, yapılanların olağanlaştırılması sebebiyledir.

Aynı hatanın tekrarlanması, gittikçe artan bir şiddette adalet mekanizmalarına duyulan güveni zedelemeye devam edecek, halk nezdinde son derece olumsuz bir bakış açısı yerleşecek ve büyük kitleler hukukun üstünlüğüne duydukları güveni kaybedeceklerdir.

Nitekim zaman zaman yapılan kamuoyu araştırmalarında, ülkemizdeki adalet mekanizmalarına duyulan güven ve bağlılığın her geçen gün azalması, tam da bu hatalı uygulamalar sebebiyledir.

Müvekkil ve arkadaşlarına yönelik olarak yaklaşık 8 yıldır aralıksız devam ettirilen hak ve hukuk ihlallerinin bire bir aynıları şimdi sayın Ekrem İmamoğlu ve çalışma arkadaşları hakkında yürütülen soruşturmalar – kovuşturmalarda da karşımıza çıkmaktadır. 

Bu benzerliklerden hali hazırda kamuoyuna yansıtılmış olanlardan bazılarını başlıklar halinde dikkatinize sunuyoruz.

BAŞLIK 1 

“ İFTİRA AT – KURTUL ”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı sayın Özgür Özel ve İstanbul Belediye Başkanı sayın Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere çok sayıda kişi, GÜNCEL SORUŞTURMALAR ÇERÇEVESİNDE şüpheli konumuna sokulanların üzerlerinde bir baskı oluşturulduğunu, bu amaçla tutuklanarak cezaevlerine dağıtıldıklarını ve buralarda kendilerine özel konuşmalar yapılarak eğer istenildiği şekilde ifade vermezlerse hapisten çıkamayacaklarının, çocuklarına yıllarca kavuşamayacaklarının ima edildiğini iddia etmektedir.

BU YÖNTEM, 2018 YILINDA ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARINA DA AYNI ŞEKİLDE UYGULANMIŞTIR.

Adnan Oktar Davası soruşturma aşamasında sahte müşteki elde etmek için, kovuşturma aşamasında ise sahte itirafçı elde etmek için masum insanlara benzer baskılar yapılmıştır.

Soruşturma aşamasında, kendilerinin hiçbir şikayeti yokken sırf tanışıklıklarından dolayı onlarca kişi polisler tarafından telefonla aranarak Emniyette ifade vermeye mecbur edilmiştir. Bunlardan bazıları daha sonraki zamanlarda, eğer polis zorlaması olmasaydı ifade vermek gibi bir düşünceleri olmadığını açıklamıştır.

Bu kişiler hakkında alakasız şekilde yurt dışı çıkış yasağı konmuştur.

Emniyete gittiklerinde “hakkında ihbar var. Yürüttüğümüz soruşturmada sanık olup yargılanabilirsin. Zaten yurtdışına çıkış yasağı da konmuş. Bir daha gökyüzünü göremeyebilirsin” şeklinde baskı ve telkinlerle istenilen senaryolar söylettirilmiş, ya da birkaç memurun hayal gücü ürünü olan hikayelerin altına imza atmaları sağlanmıştır.

İfade alma işlemleri sırasında tek bir kamera kaydı dahi yapılmamıştır.

İfade verenlerin tek birinin dahi yanında avukatının bulunmasına izin verilmemiştir.

İfade alma işlemleri büyük çoğunlukla aynı 2 - 3 memur etrafında döndürülmüştür. Bu memurlar aynı anda farklı ifadelerde yer almışlar gibi evraklara sahte imzalar atmışlardır. İfade süreleri ile verilen ifade sayfaları karşılaştırıldığında şüphe uyandıran durumlar ortaya çıkmıştır, örneğin 1 sayfalık ifadenin 10,5 saatte alınması gibi.

Aynı yöntemler hukuksuz şekilde hapse gönderilen şüphelilere de uygulanmıştır. Önce Mali Şube’de görevli bir takım memurlar, sonra da cezaevlerine ziyarete giden bazı avukatlar tarafından “itirafçı olup söylenenleri kabul etmezseniz bir daha ömür boyu hapisten çıkamazsınız” mesajı verilmiştir.

Tüm bu baskı ve zorlamalar neticesinde, aynı Ekrem İmamoğlu Dosyasında görüldüğü şekilde, şüpheliler ilk Emniyet ifadelerinde tamamen reddettikleri, ya da hiç söylemedikleri şeyleri daha sonraki ifadelerinde 180 derecelik dönüş yaparak söyler olmuştur. Hukuki anlamda ifadeleri arasında çelişkiye düşerek şüpheli bir durum oluşmasına sebebiyet vermişlerdir. Ancak kovuşturmanın hiçbir aşamasında Mahkeme Heyetleri tarafından bu çelişkiler giderilmemiştir.

Müşteki olmaya zorlanarak mecbur bırakılan pek çok örnekte de benzer baskılar olduğu görülmüştür. Örneğin müşteki Gizem Tar, Mali Şube’den kendisine telefon edilerek Emniyet’e gitmesi gerektiğinin söylediğini, mecburen gittiğinde de şikayetçi olması gerektiğinin kendisine “dikte edildiğini” ifadesinde açıklamıştır.

Hatta bu zorla yaptırılan şikayeti çekmek istediğinde, böyle bir hareketin “çok saçma olacağı” ve “şikayetçi olması gerektiği” kendisine uygun şekilde söylenmiştir. Söyleyen kişi, Mali Şube’de dönemin komiserlerinden Baybars Düzdemir ’dir.

Müştekiler İffet Piraye Yüce , Ezgi Çelenlioğlu ve Merve Bozyiğit mahkeme aşamasında ifade verirken, Mali Şube’de kendi ağızlarından çıkmayan şeylerin ifadelere sanki onlar söylemiş gibi eklendiğini beyan etmiştir.

Müdafiler tarafından bu konuda Mahkeme Başkanı’na yapılan tüm başvurular görmezden gelinmiştir. Oysa davanın tarafı bir kişinin, üstelik salt soyut sözel beyanları ile sanıkların yargılandığı ve mahkum edildiği bir davada, “ben bunları söylemediğim halde ifademe eklenmiş” demesi, tüm ifadeler bakımından bir şüphenin oluşmasına sebebiyet vermeliydi. Neden böyle bir uygulama yapıldı ve başkaca hangi delillerde böyle bir durum oluştu, bunların titizlikle araştırılması gerekirken hiçbir adım atılmamıştır.

Soruşturmanın bir noktasından itibaren dönemin Mali Şube Müdürü Furkan Sezer ile yakın ilişki kurarak dosyaya “müşteki” olarak dahil olan, oysa 15-20 yıl hatta 30 yıl boyunca sözde suç örgütü olarak yaftalanmaya çalışılan arkadaş grubunda kalmış olan husumetli kişiler, “şüpheli” olmaları gerekirken hukuka aykırı şekilde kollanarak yargılanmaktan muaf tutulmuştur.

Oysa bu kişilerin en azından “etkin pişman sanık” konumunda dosyada yer almaları, ve bu hukuki konumlarına istinaden de soyut beyanlarının muhakkak somut delillerle desteklenmesi gerekirdi. Muhtemelen bunun yapılması durumunda, hiçbir delil getirilemeyen tüm “hayali hikayeler” karara dayanak olarak alınamayacağı için, kesinlikle şüpheli ve sanık olması gereken kişiler müşteki veya tanık olarak kabul edilerek ilerlenmiştir.

Bu husumetli kişilerin, başlarında Özkan Deniz (Mamati), Uğur Şahin, Ümit Kuruca ve Ceylan Özgül olmak üzere, neredeyse tüm müşteki kadınlarla, emniyet ifadesine gitmelerinden ÖNCE telefonla irtibata geçtiklerini, sonrasında ise buluştuklarını gösteren kayıtlar ve fotoğraflar dava dosyasında yer almaktadır. 

Bu konuşmalarda ve buluşmalarda, müşteki olacak kişilere ne şekilde ifade vermeleri gerektiği ezberlettirilmiştir. Bunun en somut ve net örneği, 03.08.2018 tarihinde Çocuk Şube’de ifadesi alınan yaşı küçük müşteki Mervenur Gözcü örneğidir.

Mervenur Gözcü’nün aynı gün İstanbul Adliyesi’nde diğer husumetli müştekiler Özkan Deniz (Mamati) ve Serpil Ekşioğlu ile birlikte çektirdiği fotoğraf dava dosyasında mübrezdir. İfade sonrası düzenlenen resmi tutanakta yaşı küçük müştekinin Serpil Ekşioğlu’na teslim edildiği kayıt altına alınmıştır.

İfadesi sırasında anlatacağı detayların kendisine ezberletilmiş olduğu konuşma üslubundan rahatlıkla anlaşılan Mervenur Gözcü, zamanında müvekkil Adnan Oktar ile tanışmaya gittiğinde güya yemeğine lityum denen bir ilacın karıştırıldığını sonradan öğrendiğini öne sürmüştür.

İfadeyi alan memur, “bunu nasıl öğrendin?” diye sorduğunda Merve Nur Gözcü’nün cevabı “ÖZKAN ABİDEN ÖĞRENDİM, BENİ GETİREN ADAM” şeklinde olmuştur. 

Özkan Deniz (Mamati), uzun yıllar önce camiadan ayrılmış ve Bodrum’a taşınarak yerleşmiş olan Bahar Bayraktar ile polis operasyonu ÖNCESİNDE yaptığı mesajlaşmada:

“Senden ifade alacaklar. O zaman hep ben mağdur oldum diyeceksin. Yoksa senin için çok zor bir süreç olur” dediği dava dosyasında yer almaktadır.

Bahar Bayraktar müşteki olmaya zorlanmış, ancak aynı yazışmaların devamında görüldüğü üzere Özkan Deniz (Mamati)’ye karşı gelmiş ve ifade vermeye razı olmamıştır. Bahar Bayraktar 11 Temmuz 2018 tarihli polis operasyonu kapsamında Bodrum’daki ikametinden gözaltına alınarak etkin pişman “iftiracılar” arasına dahil edilmiştir.

Yine Özkan Deniz (Mamati), etkin pişman olmaya mecbur bırakılan Av. Bilge Tok’a “Adnan Oktar’a karşı gel bizim yanımızda yer al, bak taraf olmayan bertaraf olacak, seni uyarıyorum, gel benim işlerimi yap” dediği, Av. Bilge Tok’un resmi ifadesinde yer almaktadır. 

Buna benzer örnekler daha çok fazla olmakla birlikte, müvekkil Adnan Oktar’ı tanıyan, bir dönem arkadaş grubunda yer almış olan herkese ulaşıldığı, bu kişilerin tek tek tehdit edildiği ve korkutulduğu, eğer şikayetçi olup ağır ithamlarda bulunmazlarsa yargılanacakları ve ömür boyu hapiste kalacakları şeklinde baskılar yapıldığı, somut kanıtlarla ispatlanmış olarak dava dosyasında yer almaktadır.

Her iki dosyada yer alan bazı örneklere karşılaştırmalı olarak göz attığımızda; 

 


SONUÇ 

2025 yılında Ekrem İmamoğlu Dosyası kapsamında yürütülen soruşturmada basına yansıyan bazı detaylar, bundan 7 yıl öncesinde Adnan Oktar Dosyasında yaşanan bazı hukuk ihlalleriyle bire bir paralellikler göstermektedir.

Cumhuriyet Halk ParNsi Genel Başkanı sayın Özgür Özel ve İstanbul Belediye Başkanı sayın Ekrem İmamoğlu başta olmak üzere çok sayıda kişi, şüpheli konumuna sokulanların üzerilerinde bir baskı oluşturulduğunu, bu amaçla tutuklanarak cezaevlerine dağıildıklarını ve buralarda kendilerine özel konuşmalar yapılarak eğer istenildiği şekilde ifade vermezlerse hapisten çıkamayacaklarının, çocuklarına yıllarca kavuşamayacaklarının ima edildiğini iddia etmektedir. 

BU YÖNTEM 2018 YILINDA ADNAN OKTAR VE ARKADAŞLARINA DA UYGULANMIŞTI!

Adnan Oktar Davası soruşturma aşamasında sahte müşteki elde etmek için, kovuşturma aşamasında ise sahte itirafçı elde etmek için masum insanlara benzer baskılar yapıldı.

Soruşturma aşamasında, kendilerinin hiçbir şikayet yokken sırf tanışıklıklarından dolayı onlarca kişi polisler taraSndan telefonla aranarak Emniyette ifade vermeye mecbur edildi. Bunlardan bazıları daha sonraki zamanlarda, eğer polis zorlaması olmasaydı ifade vermek gibi bir düşünceleri olmadığını açıklamıştır.

Bu kişiler hakkında alakasız şekilde yurt dışı çıkış yasağı kondu.

Emniyete gittiklerinde “hakkında ihbar var. Yürü0üğümüz soruşturmada sanık olup yargılanabilirsin. Zaten yurtdışına çıkış yasağı da konmuş. Bir daha gökyüzünü göremeyebilirsin” şeklinde baskı ve telkinlerle istenilen senaryolar söyleVrildi, ya da birkaç memurun hayal gücü ürünü olan hikayelerin alUna imza atmaları sağlandı. İfade alma işlemleri sırasında tek bir kamera kaydı dahi yapılmadı. İfade verenlerin tek birinin dahi yanında avukaUnın bulunmasına izin verilmedi. İfade alma işlemleri büyük çoğunlukla aynı birkaç memur etraSnda döndürüldü. Bu memurlar aynı anda farklı ifadelerde yer almışlar gibi evraklar imzaladılar. İfade süreleri ile verilen ifade sayfaları karşılaştırıldığında şüphe uyandıran durumlar ortaya çıktı, örneğin 1 sayfalık ifadenin 10,5 saatte alınması gibi.

Aynı yöntemler hukuksuz şekilde hapse gönderilen şüphelilere de uygulandı. Önce Mali Şube’de görevli bir takım memurlar, sonra da cezaevlerine ziyarete giden bazı avukatlar tarafından “itirafçı olup söylenenleri kabul etmezseniz bir daha ömür boyu hapisten çıkamazsınız” mesajı verildi.

Tüm bu baskı ve zorlamalar neticesinde, aynı Ekrem İmamoğlu Dosyasında görüldüğü şekilde, şüpheliler ilk Emniyet ifadelerinde tamamen reddettileri, ya da hiç söylemedikleri şeyleri daha sonraki ifadelerinde 180 derecelik dönüş yaparak söyler oldular. Hukuki anlamda ifadeleri arasında çelişkiye düşerek şüpheli bir durum oluşmasına sebebiyet verdiler. Ancak kovuşturmanın hiçbir aşamasında Mahkeme Heyetleri tarafından bu çelişkiler giderilmedi.

Müşteki olmaya zorlanarak mecbur bırakılan pek çok örnekte de benzer baskılar olduğunu görmekteyiz. Örneğin bir müşteki, Mali Şube’den telefon edilerek Emniyet’e gitmesi gerektiğinin söylediğini, mecburen gittiğinde de şikayetçi olması gerektiğinin kendisine “dikte edildiğini” ifadesinde açıkladı.

Müşteki kadınlardan üçü, mahkeme aşamasında ifade verirken, Mali Şube’de kendi ağızlarından çıkmayan şeylerin ifadelere sanki onlar söylemiş gibi eklendiğini beyan etti. Müdafiler tarafından bu konuda Mahkeme Başkanı’na yapılan tüm başvurular görmezden gelindi.

Soruşturmanın bir noktasından itibaren Mali Şube Müdürü ile yakın ilişki kurarak dosyaya “müşteki” olarak dahil olan, oysa 15-20 yıl hatta 30 yıl boyunca sözde suç örgütü olarak yaftalanmaya çalışılan arkadaş grubunda kalmış olan husumetli kişiler, “şüpheli” olmaları gerekirken hukuka aykırı şekilde kollanarak yargılanmaktan kurtarıldılar. Bu husumetli kişilerin neredeyse tüm müşteki kadınlarla, emniyet ifadesine gitmelerinden ÖNCE telefonla irtibata geçtikleri, sonrasında ise buluştuklarını gösteren kayıtlar ve fotoğraflar dava dosyasında yer almaktadır.

Bu husumetli şahıslardan birinin, uzun yıllar önce camiadan ayrılmış ve Bodrum’a yerleşmiş bir kişi ile polis operasyonundan ÖNCE yaptığı mesajlaşmada “senden ifade alacaklar. O zaman hep ben mağdur oldum diyeceksin. Yoksa senin için çok zor bir süreç olur” dediği de dava dosyasında yer almaktadır. Aynı husumetli şahsın, etkin pişman olmaya mecbur bırakılan bir başka kişiye “Adnan Oktar’a karşı gel bizim yanımızda yer al, bak taraf olmayan bertaraf olacak, seni uyarıyorum, gel benim işlerimi yap” dediği o kişinin resmi ifadesinde yer almaktadır.

Buna benzer örnekler daha çok fazla olmakla birlikte, Adnan Oktar’ı tanıyan, bir dönem arkadaş grubunda yer almış olan herkese ulaşıldığı, bu kişilerin tek tek tehdit edildiği ve korkutulduğu, eğer şikayetçi olup ağır ithamlarda bulunmazlarsa yargılanacakları ve ömür boyu hapiste kalacakları şeklinde baskılar yapıldığı, somut kanıtlarla ispatlanmış olarak dava dosyasında yer almaktadır.

Tüm bunların ortaya koyduğu somut gerçek, hukuk ihlal edilerek oluşturulan kumpas dosyalarında “etkin pişmanlık müessesi” hukuksuz şekilde bir iftira at - kurtul sistemi olarak işlemektedir. Müvekkil ve müdafileri 2018 yılından bu yana konu hakkında Devletimizin tüm ilgili birimlerinin yanı sıra siyasi parti yöneticilerini ve milletvekillerini de bilgilendirmişlerdir.

Bu bilgilendirmelerdeki asıl amaç ise kendi dosyalarında lehe karar çıkmasının ötesinde, hukukun korunmaması durumunda oluşabilecek toplumsal felaketin görülmesi ve gereken önlemlerin alınmasıdır. Kuşkusuz yargı mensuplarına da bu konuda büyük sorumluluk düşmektedir.

Müvekkil, Heyetinizin vicdanına ve irfanına güvenmektedir.

Saygılarımızla arz ederiz. 02.07.2025 

Daha yeni Daha eski