İSTANBUL 1. AĞIR CEZA MAHKEMESİ’NE
DOSYA NO : 2024 /60
SUNAN : Adnan Oktar
MÜDAFİİ : Av. Mert Zorlu
KONU : Müvekkil Adnan Oktar’ın, ‘sevgiyi yaşamayan insanların özelliklerine ilişkin düşünce ve açıklamalarının’ mahkemenize sunulmasıdır.
AÇIKLAMALAR :
Müvekkil Adnan Oktar’ın ‘sevgiyi yaşamayan insanların içerisinde bulundukları duruma’ dair bazı düşünce ve değerlendirmeleri şöyledir:
İnsanların bir kısmı Allah'ı gerektiği gibi tanıyıp takdir edemedikleri ve Kuran ahlakını bilmedikleri, için sevgiden, dostluktan ve gerçek mutluluktan mahrum kalmakta; yarı azap içinde, can yakan bir hayat sürmektedirler. Dışarıdan bakıldığında görkemli, gösterişli, konforlu ve mutlu bir hayat yaşadıkları zannedilen insanlar bile, aslında gerçek mutluluğu ve huzuru bulamamaktadırlar. Kalben huzursuz ve mutsuzdurlar. İmanı yaşamayan bu insanlar için sevgisiz, dostsuz ve yalnız yaşanan bir hayatın hiçbir anı zevkli ve güzel değildir. Allah, sevgisizliği iman etmeyenlere dünyada ve ahirette, nankörlüklerinin ve iman etmemelerinin bir karşılığı olarak vermektedir. Bu insanlar ne gerçek anlamda severler ne de sevilirler. Allah'a ortak koşarak yaşadıkları sevgi ise gerçek sevgi değildir ve onlara daima karamsarlık, mutsuzluk ve acı getirir.
Allah'ın Kuran'da bildirdiği gibi sevgisiz, yalnız ve dostsuz bir hayat, cehenneme ait bir özelliktir:
Çünkü, o, büyük olan Allah'a iman etmiyordu. Yoksula yemek vermeye destekçi olmazdı. Bundan dolayı BUGÜN, KENDİSİNE HİÇBİR SICAK DOST YOKTUR. (Hakka Suresi, 33-35)
Kuran ayetlerinde ayrıca bu insanların durumu şöyle anlatılmaktadır:
Allah, onların KALPLERİNİ ve KULAKLARINI MÜHÜRLEMİŞTİR; gözlerinde de perde vardır... (Bakara Suresi, 7)
Allah, onların KALPLERİNİ MÜHÜRLEMİŞTİR. Bundan dolayı ONLAR ANLAMAZLAR. (Tevbe Suresi, 93)
Bu ayetlerle, Allah'a iman etmeyen insanların kalplerinin katılaştığı ve bundan dolayı tüm güzelliklere karşı kapalı ve duyarsız hale geldikleri ifade edilmektedir. Bunun sonucunda tamamen sevgisiz, ruhsuz, anlayışsız ve insani tüm özelliklerini kaybetmiş kimselere dönüşmektedirler:
Allah, KİMİN GÖĞSÜNÜ İSLAM’A AÇMIŞSA, ARTIK O, RABBİNDEN BİR NUR ÜZERİNEDİR, (öyle) değil mi? Fakat ALLAH’IN ZİKRİNDEN (YANA) KALPLERİ KATILAŞMIŞ OLANLARIN VAY HALİNE… (Zümer Suresi, 22)
Ayette bildirildiği gibi, kalbin tek ve en önemli yumuşama ve anlayış kaynağı ‘İMAN’dır. Bir insanın kalbindeki değişimi ve duyarlılığı asıl sağlayacak olan ‘ALLAH SEVGİSİ’dir. İman, kalbin hem güzelliklere açılmasını hem de derin bir anlayışla sevgi, merhamet ve hikmet gibi değerleri kavramasını sağlar. Kalbi imanla aydınlanmamış bir insan hem kendine hem çevresine karşı sevgisiz, merhametsiz ve katı bir tutum sergiler.
Bu nedenle sevgi gibi büyük bir nimetten mahrum bir hayat süren insanlara, Rabbimiz'e, Allah'ın yarattıklarına ve diğer insanlara duyulması gereken sevginin önemini hatırlatmak, Allah'ı inkar edenlere ait bir özellik olan sevgisizliğin insan için ne büyük bir azap ve bela olduğunu anlatmak son derece hayati bir konudur.
Bunun için ise öncelikle bu kişilerin içinde bulundukları sevgisizliği anlayabilmeleri ve kendi halleriyle gerçek sevgi anlayışını karşılaştırarak aradaki farkı görebilmeleri gerekir. Bu durumdan en acil şekilde kurtulup gerçek sevgiyi yaşayabilmeleri için, bu kıyaslamayı yapabilecek bir şuur açıklığı elde edebilmeleri son derece önemlidir.
SEVGİYİ BİLMEYEN VE YAŞAMAYAN İNSANLARIN ORTAK ÖZELLİKLERİ
Müvekkil Adnan Oktar’a göre sevgiden uzak yaşayan kişilerin sergilediği başlıca olumsuz özellikler şunlardır:
- Kalpleri Kuran’dan ve Allah’ı zikretmekten uzaktır; bu nedenle kalplerinde sevgi oluş
İnançsızlık, insanın kalbini sevgiye kapatır ve bu da sevgisiz insanların ruhlarındaki sıkıntıyı, huzursuzluğu artırır:
… Kim Rabbinin zikrinden yüz çevirirse, (Allah), onu 'gittikçe şiddeti artan' bir azaba sürükler. (Cin Suresi, 17)
Sevgi, imanla doğrudan ilişkilidir. Allah’ı tanımayan ve O’na inanmayan kişilerde sevgi duygusu eksik olur. Kuran’la ve Allah’la bağlantısı kopmuş kalpler, sevgiye kapalıdır. Toplumda, inançsızlık nedeniyle insanlar birbirlerine yabancılaşır ve hissizleşirler. İman edenlerde ise, tam tersine kalplerinde doğal bir sevgi gücü oluşur:
İman edip, salih ameller işleyenler için RAHMAN GÖNÜLLERDE BİR SEVGİ MEYDANA GETİRECEKTİR. (Meryem Suresi, 96)
- Sevgiyi Allah için değil, sadece çıkar için yaşarlar; bu nedenle sevgi kısa sürede sona erer.
Çıkar ilişkilerine dayalı sevgi, geçici ve yüzeysel olur. İnsanlar, başkalarına yalnızca kendilerine fayda sağlamak amacıyla yaklaştıkları için, gerçek bağlar kurmazlar. Bu da toplumda güven eksikliğine ve insani ilişkilerin zayıflamasına yol açar. Peygamberimiz (sav) Allah için sevmenin önemini şöyle açıklamıştır:
AMELLERİN EN FAZİLETLİSİ ALLAH İÇİN SEVMEK ve Allah için nefret etmektir. (Ebû Dâvûd, Sünnet, 2)
KİM ALLAH İÇİN SEVER, ALLAH İÇİN NEFRET EDERSE, Allah için verir, Allah için engel olursa, İMANINI KEMALE ERDİRMİŞ OLUR. (Ebû Dâvûd, Sünne, 15)
- Samimi değildirler; samimiyetsizlik sevgiyi yok eder.
Samimiyet eksikliği, insani ilişkilerde derinliğin oluşmasını engeller. Toplumda yüzeysel ilişkiler yaygınlaştıkça, insanlar birbirlerine güvenmez, toplumsal bağlar zayıflar ve dayanışma kaybolur. Peygamberimiz (sav)’in bir hadisinde samimiyetin önemi şöyle hatırlatılmıştır:
Allah, ancak SAMİMİYETLE ve KENDİ RIZASI GÖZETİLEREK YAPILAN AMELİ KABUL EDER. (Nesâî, Cihâd, 24)
- Sadakatli değildirler; vefanın, sadakatin olmadığı yerde sevgi yaş
Sadakatsizlik, dostlukların temellerini zayıflatır ve zamanla da yok eder. Toplumda sadakat eksikliği, insanların birbirlerine olan inançlarını ve güvenlerini kaybetmelerine yol açar. Oysa sevgi ancak vefalı bir ahlak gösterildiğinde beslenebilir; sadakat olmadan toplumda güçlü bağlar kurulamaz. Bu konudaki bir hadiste iman edenlerin birbirlerine olan bağlılıkları ‘tek bir vücuda’ benzetilmiştir:
“Müminler BİRBİRLERİNİ SEVMEKTE, BİRBİRLERİNE ACIMAKTA VE BİRBİRLERİNİ KORUMAKTA BİR VÜCUDA BENZERLER. Vücudun bir uzvu hasta olduğu zaman, diğer uzuvlar da bu sebeple uykusuzluğa ve ateşli hastalığa tutulurlar.” (Buhârî, Edeb 27; Müslim, Birr 66)
- Nefislerini putlaştırırlar, kendi tutkuları için yaşarlar; bu yüzden de başkasını sevemezler.
Bencillik ve nefsi arzular, gerçek sevgiyi engeller. Kendi çıkarları için yaşayan insanlar, başkalarının ihtiyaçlarına duyarlı olamazlar. Birbirlerine karşı ilgili, şefkatli, merhametli olamayan insanlar arasında ise sevgi oluşmaz. Bunun sonucunda da, toplumda empati ve yardımlaşma tamamen ortadan kalkar. Yalnızca kişisel çıkarların ön planda olduğu egoist toplumlar ortaya çıkar.
- Güven duyguları zayıftır; insanlara güven duyamazlar, bu da sevgiyi yaşamalarını engeller.
Güven, toplumsal ilişkilerin temel taşlarından biridir. Bir insanı sevebilmek için önce ona güvenebilmek gerekir. Güvenebilmenin en önemli şartı ise ‘iman’dır. İman eden, Allah’tan korkan bir insan, dünyanın en güvenilir insanıdır. Toplumdaki güvensizliklerin temelinde yatan sebep, iman ahlakının yaşanmamasıdır. Bu şartın oluşmaması, sevgiye dayalı ilişkilerde kişilerin birbirlerine güvenmelerine engel olur. Birbirlerine sürekli şüpheyle yaklaşır; bir başkasına güvenmekten, onunla samimi dost olmaktan, insani bağlar kurmaktan ve sevgiyi yaşamaktan korkarlar. Bu korkuyla da hem sevemezler hem de kendilerine sevgiyle yaklaşan insanları kabul edemezler. Birbirlerine güvenmekten çekinen insanlardan oluşan bir toplumda ise, sağlıklı diyaloglar kurabilmek mümkün olmaz. Topluma yalnızca şüphe ve huzursuzluk hakim olur.
- Yalan söylemekten çekinmezler; bu da sevgiyi ortadan kaldırır.
Yalanlar, insani ilişkilere ve dostluklara zarar verir. Toplumda yalan söyleme alışkanlığı, güveni yok eder ve insanların birbirine mesafeli ve temkinli olmasına yol açar. Sevgi, doğruluk ve dürüstlükle beslenirken, yalanlar bu değerleri öldürür.
Sözle çıkarılan fitne, kılıçla çıkarılan fitne gibidir. YALAN SÖYLEMEK, İFTİRA ETMEK İLE ÇIKARILAN FİTNE, KILIÇLA ÇIKARILAN FİTNEDEN KÖTÜDÜR. (İbn-i Mace)
- Saygı duyamazlar; saygısızlık sevgiyi yok eder.
Sevgi, karşılıklı saygıyı gerektirir. Saygısızlık, ‘insanların birbirine değer vermemesi’ anlamına gelir. Toplumda saygının eksikliği, huzursuzluk yaratır, insanlar arasında iletişim zayıflar ve kopukluklar ortaya çıkar. Sevgiyi gerçek anlamda yaşayan insanlar ise birbirlerini çok değerli görür, birbirlerine içten bir saygı ile yaklaşırlar.
- Kıskançtırlar; haset ve kıskançlık sevgiyi engeller.
Kıskanmak, başkalarının başarılarına, mutluluğuna ya da sahip olduğu nimetlere karşı olumsuz duygular beslemektir. İnsanların hayatındaki güzelliklerden rahatsız olmak ve hatta bazen bunları kaybetmelerini istemektir. Bu nedenle kıskançlık ‘sevgisizliğin en tehlikeli boyutlarından biri’dir. Bu duygu, insanları birbirlerine bile bile zarar vermeyi isteyecek hale getirir. Rekabet hırsı, her türlü insani değerin ve güzel tavrın önüne geçer. Böyle insanlardan oluşan bir topluma kısa sürede sevgisizlik, entrikalar ve çatışmalar hakim olur.
Peygamberimiz (sav) bir hadisinde bu tehlikeye şöyle dikkat çekmiştir:
“Ben sizin DÜNYA HIRSIYLA BİRBİRİNİZLE KAPIŞMANIZDAN, birbirinizi katletmenizden ve sizden öncekiler gibi helak olup gitmenizden KORKUYORUM.” (Müslim, Fezâil 31)
- Gururlu ve kibirlidirler; bu duygular sevgiyi yaşamalarına engel olur.
Gurur ve kibir, sevginin gelişmesini engeller. Tevazu, sevgiyi besleyen en önemli özelliklerden biridir. Gururlu insanlar, tevazudan yoksundurlar. Başkalarını küçümseme eğilimindedirler ve bu da insani ilişkilerinin zayıflamasına ve toplumun birbirine yabancılaşmasına yol açar.
İyâz İbni Himâr radıyallahu anh’den rivayet edildiğine göre Resûlullah (sav) şöyle buyurdu:
“Allah Teâlâ bana: O KADAR MÜTEVÂZI OLUN Kİ; KİMSE KİMSEYE BÖBÜRLENMESİN; KİMSE KİMSEYE ZULMETMESİN, diye bildirdi.” (Müslim, Cennet 64. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 40; İbni Mâce, Zühd 16, 23)
"Allah güzeldir güzeli sever. KİBİR İSE, HAKKI KABUL ETMEMEK VE İNSANLARI HOR GÖRMEKTİR." (Müslim, Îmân 147. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Libâs 26; Tirmizî, Birr 61)
- Öfke ve kin doludurlar; bu duygular sevgiyi tüketir.
Öfke ve kin, insanların birbirlerine olan sevgisini, saygısını ve güvenini yok eder. Bu tür duygular, toplumda sürekli huzursuzluk yaratır, insani ilişkilerin ve dostlukların sağlıklı bir şekilde gelişmesine engel olur. Öfkeyi yenmek, kindarlıktan sakınmak, affedici olmak, Allah’ın sevdiği davranışlardandır ve sevgiye, huzura vesiledir:
Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama KİM AFFEDER VE ISLAH EDERSE (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah'a aittir. Gerçekten O, zalimleri sevmez. (Şura Suresi, 40)
- Affetmeyi bilmezler; bu da kalpteki sevgiyi yok eder.
Affetme, sevginin temelini oluşturur. İnsanlar affetmekten kaçındıklarında, ruhlarında kırgınlıklar ve nefret birikir. Bu da uzaklaşmaya, kutuplaşmalara sebep olur ve kısa zaman içinde toplumdaki barış ve huzur ortamını bozabilir. Sevgi ancak affedicilikle var olabilir. Bir Kuran ayetinde affedici bir ahlak göstermenin önemi şöyle hatırlatılmıştır:
Sizden, faziletli ve varlıklı olanlar, yakınlara, yoksullara ve Allah yolunda hicret edenlere vermekte eksiltme yapmasınlar, AFFETSİNLER VE HOŞGÖRSÜNLER. Allah'ın sizi bağışlamasını sevmez misiniz? … (Nur Suresi, 22)
- İlgisizdirler; ilgisizlik sevgi bağını koparır.
İlgi, sevginin beslenmesi için en gerekli güzel ahlak özelliklerinden biridir. İnsanlar birbirine ilgi göstermediğinde, umursuz ve lakayt bir tavır sergilediklerinde sevgi bağları hızla zayıflar. Toplumda ilgisizlik, insanların birbirinden uzaklaşmasına, sevgisiz hale gelmelerine ve insani ilişkilerin giderek zayıflamasına yol açar.
Peygamberimiz (sav) iman edenlerin birbirlerine sevgi göstermelerini şöyle teşvik etmiştir:
BİRİNİZ KARDEŞİNİ (ALLAH İÇİN) SEVİYORSA, ONA SEVDİĞİNİ SÖYLESİN." (Ebû Dâvud, Edeb 122, (5124); Tirmizî, Zühd 54, (2393)
- Fedakarlık yapmaktan kaçınırlar, egoisttirler; bu da sevmelerini ve sevilmelerini engeller.
Sevgi, karşılıklı fedakarlıkla büyür. Bencil davranışlar ise sevgiye engel olur. Toplumda egoistlik arttıkça, insanlar birbirine karşı duyarsızlaşır. Toplumsal ilişkiler güçsüzleşir; insanlar kendilerinden başkasını düşünmeyen, yalnızca kendi çıkar ve konforunu öncelikli gören kimselere dönüşür. Bu da sevgi, empati ve dayanışma gibi insani değerlerin tamamen zayıflamasına neden olur.
Fedakarlığın sevgi için ne kadar önemli olduğunu, Peygamberimiz (sav) şöyle anlatmıştır:
"SİZDEN BİRİ, KENDİSİ İÇİN SEVDİĞİNİ (İSTEDİĞİNİ, ARZU ETTİĞİNİ, DİN) KARDEŞİ İÇİN DE SEVMEDİKÇE (İSTEMEDİKÇE, ARZU ETMEDİKÇE) gerçek îmâna eremez." [Buhârî, Îmân 6; Müslim, Îmân 71 (45); Tirmizî, Sıfatu'l-Kıyâme 60 (3517); Nesâî, Îmân 19 (3, 115); İbn-i Mâce, Mukaddime 9 (66).]
- Sürekli şüphe içindedirler; şüphe duymak sevgiyi zedeler.
Sürekli şüphe içinde olmak, insan ilişkilerinde en büyük engellerden biridir; çünkü şüphe, güvenin temelini sarsar ve sevginin gelişmesini zorlaştırır. Sevgi, karşılıklı güvenin var olduğu ortamda derinleşir ve güçlenir. Sürekli şüphe duyan kimseler, başkalarına karşı mesafeli ve temkinli davranır; bu da sevginin zayıflamasına ve samimiyetin azalmasına yol açar. Zamanla, bu kimselerin oluşturduğu sosyal ortamda da güvensizlik yaygınlaşır. Toplumsal bağlar zayıflar ve iletişim kopuklukları yaşanır. Toplum genelinde huzursuzluk artar ve insanlar arasındaki sevgi bağları yıpranır.
- Nankördürler; kendilerine gösterilen sevgiyi takdir edemezler; bu yüzden gerçek sevgiyi yaş
Nankörlük, insanın kendisine sunulan maddi manevi güzellikleri küçümsemesi, verilen emeği yok saymasıdır. Bu tutum, sadece kişiler arası sevgiyi değil, toplumsal dayanışmayı da yok eder. Sevgi, karşılıklı takdir ve minnettarlıkla gelişir; gösterilen iyiliğe, emeğe, fedakarlığa değer verildiği sürece büyür. Oysa nankör insan, sevildiğini fark etmez, kendisi de sevmeye istekli olmaz.
Sevgi emek ister. Nankörlük ise bu emeği görmezden gelmek anlamına gelir.
Nankör bir insanın kalbinde, sevgi oluşması mümkün değildir; çünkü takdir olmayan yerde vefa, bağlılık; vefa olmayan yerde de gerçek bir sevgi var olamaz. Toplumu bir arada tutan en temel bağlardan biri olan sevgi, nankörlük yüzünden kopar, yıpranır ve zamanla kaybolur.
- Sabırsızdırlar; sevgi için emek veremezler; emek vermeden de sevgi oluş
Sabırsızlık, sevginin önündeki en büyük engellerden biridir. Çünkü sevgi, zamanla ve sabırla büyüyen, emek isteyen bir duygudur. İnsanlar sabırsız olduklarında, insani ilişkilerde derinleşmek ve kalıcı bağlar kurmak için gerekli olan çaba ve tahammülü gösteremezler. Bu da sevginin yüzeysel kalmasına yol açar. Toplumda sabırsızlık arttıkça, insanlar arasındaki anlayış ve hoşgörü azalır. Birbirlerine karşı daha huzursuz ve mesafeli davranırlar. Bu durum toplumsal huzursuzluğun artmasına ve sevginin yok olmasına neden olur. Sevgiyi yaşayabilmek için önce sabredebilen bir ahlak sahibi olmak gerekir. Kuran’da sabrın çok değerli bir ahlak özelliği olduğu şöyle anlatılmıştır:
And olsun, Biz sizi biraz korku, açlık ve bir parça mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle imtihan edeceğiz. SABIR GÖSTERENLERİ MÜJDELE. (Bakara Suresi, 155)
Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda SABREDENLER(İN TUTUM VE DAVRANIŞLARIDIR). İşte bunlar, doğru olanlardır ve muttaki olanlar da bunlardır. (Bakara Suresi, 177)
Peygamberimiz (sav) ise bir hadisinde sabırla ilgili şu sözleri söylemiştir:
Ebu Malik el-Eş'arl'nin naklettiğine göre, Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: " ... Namaz bir nurdur, sadaka bir burhandır, SABIR BİR IŞIKTIR ..." (M534 Müslim, Taharet, 1)
- Vicdanlarının sesine göre hareket etmezler.
Vicdanlarının sesine uymayan kişiler, başkalarının haklarına ve duygularına saygı göstermezler. Bu da sevginin ve insani ilişkilerin gelişmesine engel olur. Sevgi, ancak insanların vicdanlı bir ahlak gösterdikleri ortamda yaşanabilir. İnsanlar iyi, doğru ve güzel olandan yana bir tavrı, ancak vicdanlarına uyduklarında gösterebilirler. Adil, hakkaniyetli, duyarlı, merhametli, hoşgörülü, yardımsever, dürüst olmak gibi ahlak özellikleri gösterebilmek için vicdanlı olmak gerekir. Sevgi, ancak insanların içinde bulundukları durumları, yaşadığı zorlukları, acıları anlayabilen ve onlara karşı duyarlı olan vicdan sahibi insanlarda gelişir. Toplumda vicdanını kullanmayan insanların sayısı arttıkça, bu güzel duygular tükenir, sevgi ve merhamet azalır. İnsanlar birbirine karşı soğuk, katı ve anlayışsız hale gelir. Bu durum, toplumsal bağların zayıflamasına ve insani ilişkilerin bozulmasına yol açar.
- İkiyüzlü davranırlar; bu samimiyetsizlikleri sevgiye engel olur.
İkiyüzlülük, samimiyet ve dürüstlüğün zıttıdır; insanların birbirine olan güvenini derinden sarsar. Toplumda ikiyüzlülüğün artmasıyla, insanlar arasında güven duygusu zayıflar ve ilişkiler yüzeyselleşir. Bu durum, sevgi ve bağlılığın gelişmesini engeller; çünkü sevgi, ancak samimiyet ve karşılıklı güven üzerine inşa edilebilir. İkiyüzlü davranışlar, toplumsal ilişkilerin çürüyüp çözülmesine, insanların birbirine karşı mesafeli ve şüpheci olmasına yol açar. Sonuç olarak, toplumda sevgi bağları zayıflar ve sosyal kopukluklar meydana gelir.
Ebû Hüreyre radıyallahu anh'den rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: "Siz insanları madenler (gibi cins cins) bulursunuz. Onların Câhiliye döneminde hayırlı ve değerli olanları, şayet dini hükümleri iyice hazmederlerse İslâmiyet devrinde de hayırlıdırlar. Siz yine en hayırlı kişileri, yöneticilik işinden hiç hoşlanmayanlar olarak bulursunuz. SIZ, EN KÖTÜ KIŞILERI DE İKİYÜZLÜLER OLARAK BULURSUNUZ Kİ ONLAR, BİRİLERİNE BİR YÜZLE DİĞERLERINE BİR BAŞKA YÜZLE GİDER GELİRLER." (Buhârî, Menâkıb 1; Müslim, Fezâilü's-sahâbe 199)
- Empati kuramazlar, başkalarının duygularını önemsemezler; bundan dolayı hem sevemez hem de sevilemezler.
Empati, yani bir başkasının ne hissettiğini anlayabilmek, gerçek sevginin temel taşlarından biridir. İnsan, ancak karşısındakinin duygularını içtenlikle hissedebildiğinde sevgiye yaklaşabilir. Empati kuramayan biri, sadece kendini önemli görür; karşısındakinin üzüntüsünü, kırgınlığını, sevinç ya da ihtiyacını göremez. Böyle bir durumda sevgi gelişemez; çünkü sevgi karşılıklı duyarlılıkla, anlayışla, kalpten gelen bir ilgiyle büyür. Empati eksikliği, insan ilişkilerinde soğukluk ve uzaklık oluşturur. Zamanla samimiyet kaybolur, insanlar birbirine yabancılaşır. Empatiden yoksun bir ortamda, sevgi varlığını sürdüremez. Bu da hem insani hem toplumsal düzeyde bağların zayıflamasına ve kopmasına neden olur.
Peygamberimiz (sav) bir hadisinde insanların birbirlerine çok değer verip ilgilenmelerinin önemine bir hadisinde şöyle dikkat çekmiştir:
"SİZDEN BİRİ, KENDİSİ İÇİN ARZU ETTİĞİNİ, KARDEŞİ İÇİN DE İSTEMEDİKÇE, GERÇEK İMANA EREMEZ." (Riyazus Salihin, 185 No’lu Hadis)
- Merhametsiz ve şefkatsizdirler; bu yüzden sevgiyi yaş
Merhamet ve şefkat, sevginin oluşabilmesi ve büyüyebilmesi için vazgeçilmez iki temel özelliktir. Sevgi, ancak kalpte gerçek bir şefkat anlayışı varsa yaşanabilir.
Aksinde sevgi yaşanamaz; çünkü sevgi ince düşünmeyi, koruyup kollamayı, anlayışlı olmayı, alttan alabilmeyi, karşı tarafı sürekli yakın bir takip ile sevmeyi gerektirir.
Merhametin olmadığı yerde insanlar birbirine karşı ilgisizleşir, umursuzlaşır, sertleşir ve duyarsızlaşır. Bu da zamanla sadece insani ilişkileri değil, toplumun yapısını da zedeler. Şefkat eksikliği, tüm toplumda egoistliğe, hoşgörüsüzlüğe, anlayışsızlığa ve katı tutumlara yol açar. Oysa sevgi, ancak yumuşak huylu ve içten bir yaklaşım ile gelişebilir. Peygamber Efendimiz (sav), yumuşak huylu, şefkatli olmanın önemini şöyle tarif etmiştir:
"ALLAH (yarattıklarına daima) yumuşak davranır ve YUMUŞAK (HALİM) DAVRANILMASINI SEVER." (Ebu Dâvûd, Edeb, 10)
- Sürekli çatışma, nefret ve kavga ruhuyla yaşarlar; bu da sevginin azalmasına yol açar.
Sürekli çatışma, toplumda huzursuzluk yaratır. Nefret ve öfke, insani ilişkiler kadar toplumda da bağların kopmasına ve dayanışmanın yok olmasına neden olur. Sevgi, ancak anlayış ve hoşgörüyle var olabilir; sürekli kavga ve nefret, bu duyguları yok eder. Çatışmalar arttıkça, insanlar birbirlerine daha da olumsuz duygular beslemeye ve birbirlerine zarar vermeye başlarlar. Bu da toplumda ciddi kutuplaşmalara ve nefret ortamının oluşmasına yol açar. Oysa çatışma yerine sevgiyle yaklaşmak, kişisel ilişkilerde olduğu kadar, toplumdaki birçok sorunun da çözümü olur. Peygamberimiz (sav) hadislerinde hoşgörülü ve anlayışlı olmanın önemini şöyle hatırlatmıştır:
“BİR KUL, BU DÜNYADA BAŞKA BİR KULUN AYIBINI ÖRTERSE, kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter.” (Müslim, Birr 72. Ayrıca bk. Buhârî, Mezâlim, 3; Ebû Dâvûd, Edeb 38; Tirmizî, Birr 19; İbni Mâce, Mukaddime 17)
“Müslüman kardeşinin uğradığı felaketi sevinçle karşılama! Allah Teâlâ onu rahmetiyle felâketten kurtarır da, seni imtihan eder.” (Tirmizî, Kıyâmet, 54)
- Dünyevi zevklere ve hırslara aşırı bağlıdırlar; bu da sevgiden uzaklaştırır.
Aşırı dünyevi hırslar, insanı maneviyattan ve samimi duygulardan uzaklaştırır. Mal, makam, gösteriş, statü gibi geçici değerlere aşırı bağlılık, manevi değerlerin gerisinde kalmasına neden olur. İnsanın kalbini katılaştırır; merhameti, şefkati, samimiyeti köreltir. Bu da, insanların yalnızca kişisel çıkarlarına odaklanmalarına yol açar ve sevgiden uzaklaştırır; insani bağlarının zayıflamasına yol açar. Sevgi, ancak dünyevi hırsların ötesine geçilerek gerçek anlamda yaşanabilir. Peygamber Efendimiz (sav) insanlar için bu tehlikenin önemine şöyle dikkat çekmiştir:
“Ben sizin için fakirlikten korkmuyorum. Asıl korkum, sizden öncekilere dünya nimetlerinin bolca verilmesi gibi size de verilmesi ve SİZİN DE ONLAR GİBİ DÜNYA İÇİN YARIŞA GİRMENİZDİR. BU DA SİZİ HELÂK EDER.” (Müslim, Zühd, 6)
- Kendi çıkarlarına odaklanır, menfaatlerini herkesten önde tutarlar; bu bakış açıları insanları sevememelerine ve sevilmemelerine neden olur.
Bencillik, sevginin önündeki en büyük engellerden biridir. Sürekli kendi çıkarını düşünen, her durumda kendi menfaatine öncelik veren kişi, gerçek anlamda ne sevebilir ne de sevilir. Çünkü sevgi fedakarlık ve anlayış ister. Çıkar üzerine kurulan ilişkilerde ise sadakat, vefa, güven ve samimiyet barınamaz. Böyle bir yakınlık asla gerçek sevgiye dönüşemez; çıkar ilişkisi bittiğinde dostluklar da sona erer. Bu nedenle, kendi menfaati uğruna başkasının hakkını ve ihtiyaçlarını önemsemeyen, duyarsız kalan kişi zamanla yalnızlaşır. Toplumsal ilişkilerde de hiçbir zaman kalıcı bağlar kuramazlar.
Sevgi ise, karşılıklı çıkarların ötesinde bir bağlılık gerektirir. Menfaat odaklı sevgi, hiçbir zaman gerçek sevgiye dönüşemez. Kuran ayetlerinde yalnızca kendi çıkarlarını düşünen insanların tavırlarına şöyle dikkat çekilmiştir:
“KİM DE CİMRİLİK EDER, KENDİNİ MÜSTAĞNİ GÖRÜRSE VE EN GÜZEL OLANI YALAN SAYARSA, Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştırırız.” (Leyl Suresi, 8–10)
Bu ayette bahsedilen “en zor” şeylerden biri de sevgisizliktir. Çünkü kendini merkeze koyan, yalnızca kendi çıkarını düşünen kişi; toplumdan da, hakikatten de, kalpten gelen sevgiden de uzaklaşır. Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
“MÜMİN, KARDEŞİ İÇİN İSTEDİĞİNİ KENDİSİ İÇİN DE İSTEMEDİKÇE gerçek anlamda iman etmiş sayılmaz.” (Buhârî, Îmân 7; Müslim, Îmân 71)
Bu hadis, sevginin ve samimiyetin bencillikle değil, paylaşmakla var olabileceğini en açık şekilde ortaya koyar.
- Asaletten Uzak, Kaba ve Basit Tavırlar Sergilerler
Sevgi insana manevi bir kalite ve asalet kazandırır. Sevgiyi bilmeyen insanlar, hem konuşmalarında hem davranışlarında asalete uygun olmayan, kendilerine duyulan saygıyı ortadan kaldıracak tarzda uygunsuz, basit veya kaba davranışlar sergilerler. Oysa kalbi sevgiyle dolu olan bir insan, her şartta güzel ahlak gösterebilir; her yerde nezaketle hareket eder. Sevgiden yoksun insanlar ise yakışıksız, düşüncesiz, basit ve hoyrat tavırlarıyla kalitesiz ve toplumda sevgiyi ortadan kaldıracak bir ahlak bozukluğu sergilerler. Bu tavır, sevilmeye engel olduğu gibi başkalarını sevmeyi de imkansız hale getiren bir ruh halinin sonucudur. Allah bir Kuran ayetinde kabalığın, insanların uzaklaşmasına neden olan yanlış bir tavır olduğunu şöyle hatırlatmıştır:
Allah'ın rahmeti sayesinde sen onlara yumuşak davrandın. EĞER KABA, KATI YÜREKLİ OLSAYDIN, ETRAFINDAN DAĞILIRLARDI...
(Al-i İmran Suresi, 159)
Peygamberimiz (sav) ise bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
“ZARAFET İMANDANDIR; KABA VE SERT OLMAK İSE CEHALETTENDİR.” (Tirmizî, Birr, 79)
- Zorluklardan kaçar, çaba harcamak istemezler; bu davranışları da sevgiyi yok eder.
Sevgi, emek ve çaba gerektirir. Zorluklardan kaçmak, insani ilişkilerin derinleşmesini engeller. Emek verilmeden, fedakarlık yapılmadan hiçbir sevgi kalıcı olamaz. İman edenler zorluklarla yüzleşmekten kaçınmaz ve insanlarla bağlarını güçlendirmek için emek verirler. Bunun sonucunda da, sevgiyi geliştirip büyütürler. Çaba harcamaktan kaçan kimseler ise, hiçbir zaman gerçek ve sağlam bir sevgiye ulaşamazlar. Bir hadiste, Allah’ın rızasına uygun olan ahlakı göstermek için zorlukları göze alan ve emek veren kimseye, Allah’ın mutlaka yardım edeceği şöyle bildirilmiştir:
KİM, insanların hoşnutsuzluğuna rağmen ALLAH'IN RIZASINI KAZANMAYI İSTERSE, ALLAH ONU İNSANLARIN SIKINTILARINDAN KURTARIR. Kim de Allah'ın hoşnutsuzluğuna rağmen insanların hoşnutluğunu kazanmak isterse, Allah insanları ona musallat eder. (Tirmizî, Zühd, 64)
- Hoşgörüsüzdürler; kusurları, eksiklikleri, hataları hoş görüp üstünü örtemezler; bu şekilde sevgi ortamını yok etmiş
Hoşgörü, sevginin önemli bir parçasıdır. İnsanlar, başkalarının kusurlarını affedebilmelidirler. Hoşgörüsüzlük, toplumda kırgınlıkları ve kopuklukları artırır. Oysa sevgi, başkalarının eksikliklerine karşı hoşgörülü olmayı gerektirir. Bu eksiklikleri kabullenmeyen ve affetmeyen insanlar, hiçbir zaman sağlıklı ve kalıcı insani ilişkiler kuramazlar.
Peygamberimiz (sav) bir hadisinde insanlara bu konuda şöyle bir tavsiyede bulunmuştur:
HER KİM DÜNYADA, BİR MÜSLÜMANIN (AYIBINI) ÖRTERSE Allah da kıyamet günü onun (ayıbını) örter." (Müslim, Birr, 58)
- Anlayışsızdırlar; insanların içinde bulunduğu zor durumları fark edemez, ona uygun bir tavır sergileyemezler; bu da sevgiye engel olur.
Anlayışsızlık, insan ilişkilerinde büyük bir engeldir. İnsanlar, başkalarının içinde bulunduğu durumu anlamadığında, onlara yardımcı olamaz ve destek veremezler. Anlayışsız insanlar, toplumsal bağları güçlendiremez, aksine koparırlar. Oysa sevgi, başkalarının yaşadıklarına, ihtiyaçlarına ve sıkıntılarına duyarlı olmayı gerektirir.
Hazret-i Ali (ra) şöyle demektedir: "Senin hakiki kardeşin; seninle beraber olan, sana menfaat versin diye, kendi nefsine zarar vermeye razı olan, zamanın felâketleri kapını çaldığı vakit, senin dağınık durumunu derlemek için, o, derli toplu kendini, öz durumunu dağıtan kimsedir.”
- Başkaları için emek vermeye yanaşmaz, yalnızca tek taraflı alıcı olmayı isterler; bu da sevgiye engel olur.
Sevgi, karşılıklı emek vermeyi ve fedakarlığı gerektirir. Sadece sevgi almak isteyen, ama kendisi sevgi için emek vermekten kaçınan insanlar, gerçek sevgiyi yaşayamazlar. Bencil bir ahlak gösterdikleri için, çevrelerindeki insanların samimi sevgisini de kısa sürede kaybederler. Toplumsal bağları zamanla kopar ve yalnızlaşırlar. Gerçek sevgi, ancak karşılıklı destek, fedakarlık ve yardımlaşmayla gelişir. Peygamberimiz (sav) de bu ahlakı şöyle teşvik etmiştir:
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, onu (zalimlere de) teslim etmez. KİM DİN KARDEŞİNİN BİR İHTİYACINI GİDERİRSE, ALLAH DA ONUN İHTİYACINI GİDERİR… (Müslim, “Birr” 58; Tirmizî, “Hudud” 3)
- Sürekli şikayet ederler; minnettarlık bilmezler; bu şekilde sevginin zeminini ortadan kaldırırlar.
Şikayet etmek ve insanların yaptıkları iyilikleri, güzel davranışları takdir edememek, onlara teşekkür etmeyi bilmemek, kişileri olumsuz bir tavır içine sokar. Bu memnuniyetsiz tutum, insani ilişkilerde sürekli bir sorun yaratır. Oysa sevgi, takdir ve minnettarlıkla da beslenir. Sürekli şikayet eden insanlar, karşılarındaki insanları sevemezler ve gösterdikleri itici karakterden dolayı sevilmezler de. Böyle kimselerden oluşan bir toplumda insani bağlar giderek zayıflar. İman ahlakı yaşandığında ise, insanlar sürekli eksiklikleri dile getirip şikayet etmek yerine; çevrelerindeki her güzellik için önce Allah’a şükreder, sonra da bunlara vesile olan insanlara teşekkür eden bir ahlak içinde olurlar. Bu ahlak, insanlar arasındaki sevgiyi ve şefkati sürekli olarak artırır.
Peygamberimiz (sav) bir hadisinde, ‘şükretmenin her zaman hayırlara ve güzelliklere vesile olacağını’ şöyle hatırlatmıştır:
Ebû Yahyâ Suheyb İbni Sinân’dan (r.a.) rivâyet edildiğine göre Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Mü’minin durumu gıbta ve hayranlığa değer. Çünkü her hâli kendisi için bir hayır sebebidir. Böylesi bir özellik sadece mü’minde vardır: SEVİNECEK OLSA, ŞÜKREDER; BU ONUN İÇİN HAYIR OLUR. Başına bir belâ gelecek olsa, sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd 64)
- Gaddardırlar ve zorbalığa eğilimlidirler; bu ahlaklarından dolayı hem sevilmezler hem de sevemezler.
Zorbalık ve gaddarlık, sevgisizliğin en belirgin göstergelerindendir. Şiddet ve zorbalık, toplumda insanların birbirlerine olan güvenlerinin kaybolmasına ve korku ortamının oluşmasına yol açar. Böyle bir ortamda insanlar ne sevilebilir ne de başkalarına gerçek sevgi sunabilirler. Sevgi, hoşgörüyle, ince düşünceyle, güzel ahlak ile gelişir; zorbalık ise bunun tamamen zıttıdır. Allah Kuran’da zorbalıktan kaçınılmasını şöyle hatırlatmıştır:
Şüphesiz ALLAH,... KÖTÜLÜKLERDEN VE ZORBALIKLARDAN SAKINDIRIR. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. (Nahl Suresi, 90)
Ey iman edenler, bir kavim (bir başka) kavimle alay etmesin, belki kendilerinden daha hayırlıdırlar; kadınlar da kadınlarla (alay etmesin), belki kendilerinden daha hayırlıdırlar. Kendi nefislerinizi (kendi kendinizi) yadırgayıp-küçük düşürmeyin ve birbirinizi 'olmadık-kötü lakaplarla' çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir... (Hucurat Suresi, 11)
- Adaletsizdirler; adaletli ve hakkaniyetli olmamak sevgiyi yok eder.
Adalet, toplumun temeli olan en önemli değerlerden biridir. Sevginin de temel direğidir. Adaletsiz davranışlar, insanlar arasındaki sevgiyi zedeler ve öfke yaratır. Adaletin olmadığı bir toplumda, insanlar birbirine karşı güvensizleşir ve birbirleriyle olan bağları kopar. Sevgi, ancak adaletli bir ortamda gelişir; adaletsizlik, sevgiye zarar vermekle kalmaz; sonunda o toplumdaki sevgiyi tamamen yok eder.
Şüphesiz ALLAH, ADALETİ, ihsanı, yakınlara vermeyi EMREDER; çirkin utanmazlıklardan, KÖTÜLÜKLERDEN VE ZORBALIKLARDAN SAKINDIRIR. Size öğüt vermektedir, umulur ki öğüt alıp-düşünürsünüz. (Nahl Suresi, 90)
- Kandırır ve aldatırlar; bu tavırlar sevgiyi tamamen ortadan kaldırır.
Sevgi, ancak dürüstlük ve güven üzerine inşa edilebilir. İnsanlar birbirini aldattığında, sevginin özü olan güven duygusu yok olur ve insani ilişkiler kökten zedelenir. Ardından da sevgi bağları tamamen kopar. Sevgi ancak dürüstlük, açıklık ve sadakatle yaşanabilir. Aldatma varsa, orada sevgi ve dürüstlük değil; çıkar ve sahtekarlık hakimdir.
Kandırmayı ve aldatmayı normal karşılayan insanlar, bu ahlak bozukluğunu tüm dostluklarına, evliliklerine, akraba ilişkilerine ve iş hayatlarına da yansıtırlar. Bu da insanlar arasındaki bağları zayıflatarak, toplumdaki samimiyeti tamamen yok eder. Allah Kuran’da insanlara bu ahlak bozukluğundan sakınmalarını şöyle bildirmiştir:
Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. Ki Allah sizin işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. (Ahzab Suresi, 70–71)
Peygamber Efendimiz (sav) de aldatmaya dair çok açık bir uyarıda bulunmuştur:
“Bizi aldatan bizden değildir.” (Müslim, Îmân, 164)
- Korkaktırlar; korku ise sevgiyi bastırır ve ortadan kaldırır.
Korku, insanın kalbindeki tüm güzel duyguların üzerini örten bir perdedir.
Bu perde, sevginin yaşanmasına engel olur. Çünkü sevgi cesaret ister. Korkak insanlar risk almaktan, dikkat çekmekten, insanların ne diyeceğinden, çevrelerinin düşüncelerinden, çıkarlarının zarar görmesinden, dışlanmaktan ve toplumdaki daha pek çok değer yargısından çekinerek yaşarlar. Bu hesaplar içindeki bir insanın ise, samimi olarak sevgiyi yaşayabilmesi mümkün değildir. Başkalarına karşı sevgi beslemekten, duygularını ifade etmekten, içlerinden geldiği gibi davranmaktan ve daha pek çok samimi tavrı yaşamaktan çekinirler. Bu da kişinin sevgiyi yaşayabilmesinin önünde çok güçlü bir set oluşturur. Böyle insanların, yaşadıkları korkunun etkisiyle, toplumda sağlıklı ilişkiler kurmaları çok zorlaşır. Çünkü sevgi, ancak cesaretle ve açık kalple yaşanabilir.
Peygamberimiz (sav) bir hadisinde, korkaklığın sakınılması gereken önemli bir tavır bozukluğu olduğunu şöyle hatırlatmıştır:
Abdülazîz b. Mervân"ın naklettiğine göre, Ebû Hüreyre, Resûlullah"ı (sav) şöyle buyururken işitmiştir: “BİR KİŞİDE BULUNAN (HUY)LARIN EN KÖTÜSÜ, AŞIRI CİMRİLİK VE ŞİDDETLİ KORKAKLIKTIR.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 21)
- Açgözlü, Tamahkar ve Doyumsuzdurlar; Paylaşmayı Bilmez, Her Şeyin En Fazlasını Kendileri İçin İ
Açgözlülük ve tamahkarlık kişinin sahip olduklarına kanaat etmeyip daima daha fazlasını istemesiyle ortaya çıkar. Böyle insanlar, paylaşmayı bilmez; yakınlarındaki insanların dahi ihtiyaçlarını umursamazlar. Ama kendileri, başkalarının sahip olduklarına göz diker, kendi çıkarları için sürekli isteme, talep etme ve alma çabası içindedirler. İnsanlardan bitmeyen beklentiler içinde olur, sürekli daha fazlasını almaya odaklanırlar. Bu tamahkar tavır, onları sevgisizliğe sürüklerken, çevrelerindeki insanların da kendilerinden uzaklaşmalarına neden olur.
Oysa gerçek sevgi ancak fedakarlıkla, kanaatkarlıkla ve kendinden önce başkalarını koruyup kollama ahlakıyla yaşanabilir. Çünkü sevgi, bencilliği değil, cömertliği ve asil bir ahlakı gerektirir. Sürekli başkalarından talepte bulunan, ancak kendisi hiçbir çaba harcamayan bir insan, ne sevebilir ne de sevilebilir.
Açgözlülük sadece sevgisizliğin değil, aynı zamanda toplumsal adaletsizliklerin ve huzursuzlukların da temelidir. Bu tavır bozukluğundan kurtulmanın tek yolu ise Kuran ahlakını yaşamaktadır. Kuran’da, tamahkar insanların dünya metaına karşı olan düşkünlüğü ve bunun yanlışlığı şöyle hatırlatılmıştır:
“İnsan Rabbine karşı gerçekten çok nankördür. Ve o, gerçekten buna kendisi de şahittir. Ve O, GERÇEKTEN MAL SEVGİSİNE AŞIRI DÜŞKÜNDÜR.”
(Adiyat Suresi, 6–8)
Peygamberimiz (sav) ise bir hadisinde bu konuyla ilgili şöyle buyurmuştur:
“Bir kulun kalbinde HEM İMAN HEM DE TAMAH (AÇGÖZLÜLÜK) BİRARADA BULUNMAZ.” (Beyhakî, Şuabü’l-İman)
- İhanet ederler; bu yüzden insanlara gerçek anlamda bağlanmaz ve sevemezler.
İhanet, toplumsal bağları yıkıcı bir şekilde etkiler. İnsanlar birbirine ihanet ettiğinde, güven duygusu tamamen yok olur. Sevgi, karşılıklı güvene ve sadakate dayanır; ihanet, bu temelleri sarsar. Böyle bir tavır içerisindeki kimselerin, ihanet ettikleri insanlara saygı veya sevgi duyabilmeleri; onlara çıkar ilişkileri dışında değer verebilmeleri mümkün değildir. Toplumda ihanete dayalı davranışlar arttıkça, insanlar birbirine karşı daha temkinli ve mesafeli hale gelir.
Bu da samimi, uzun ömürlü ve güven temelli ilişkilerin kurulmasını zorlaştırır.
İhanetin yaygın olduğu bir ortamda sevgi, yerini şüpheye ve mesafeye bırakır.
Peygamber Efendimiz (sav) bir hadisinde insanlara bu ahlak bozukluğundan sakınmalarını şöyle bildirmiştir:
“HER İHANET, kıyamet günü sahibinin elinde bir bayrakla ortaya çıkar. Hain olduğu açıkça belli olur.” (Müslim, Cihad, 16)
- Kendilerine olan saygıları eksiktir; bu da sevgiyi yaşamasını engeller.
Kendine saygısı olmayan bir insan, çoğu zaman karşısındaki insanı da değersiz görür. Çünkü insan, çevresindeki insanlarla kurduğu ilişkiye kendi iç dünyasındaki bakış açısını yansıtır. Bu yüzden kendini değersiz gören biri, ne kendisinin sevilebileceğine inanır ne de bir başkasına samimi bir sevgi gösterebilir. Kendisine gereken saygıyı duymayan böyle bir insan, kendini aşağılayacak, küçük düşürecek davranışlarda bulunmaktan da rahatsız olmaz. Aynı şekilde başkalarının da kendisine değer vermemelerini; onu küçük düşürmeye, aşağılamaya yönelik yakışıksız tavırlarda bulunmalarını normal karşılar.
Oysa bu hiçbir açıdan kabul edilebilir bir davranış değildir. Bu değersizlik hissinin sebebi ise, iman ruhunu bilmemekten kaynaklanır. Kişinin kendine saygı duyması, kendisini değerli görmesi ancak iman ile mümkün olur. Allah Kuran’da insanların değerli ve saygıya layık olarak yaratıldıklarını bildirmiştir.
ANDOLSUN, BİZ İNSANOĞLUNU ŞEREFLİ KILDIK. Onları karada ve denizde taşıdık. Kendilerini en güzel ve temiz şeylerden rızıklandırdık ve onları yarattıklarımızın birçoğundan ÜSTÜN KILDIK. (İsra Suresi, 70)
Bu Kurani bakış açısını alan bir insan ancak kendini değerli görür ve kendisine saygı duyabilir. Saygıya layık bir insan olarak yaratıldığını bilir ve Allah’ın değer verdiği bir varlık olduğunu bilerek yaşar. Kendisine saygı duyan insan ise, her türlü yanlış davranıştan sakınır; çirkin ve yanlış olan hiçbir şeyi kendine yakıştırmaz. Kendisine duyduğu saygı, güzel ahlakta, iyilikte istikrarlı ve kararlı olmasını; saygı duyulacak bir insana yakışmayacak tavırlardan özenle sakınmasını sağlar. Sevgiyi ise ancak böyle bir ahlakı kazandıktan sonra gerçek anlamıyla yaşayabilir.
- Sevgisizlikte ve Ahlaki Yozlaşmada Tecrübeli Olmalarıyla Övünürler
Bazı insanlar, geçmişlerinde yaşadıkları yozlaşmış ilişkileri, güzel ahlaka önem vermeyen davranışları ve sevgisizliği, adeta olumlu birer tecrübe olarak görür ve bununla övünürler. Hayatın her alanını Kuran’dan uzak bir anlayış içerisinde yaşamış olmayı, “görmüş, geçirmişlik” ve üstün bir meziyet olarak algılarlar. Samimiyetle, dürüstlükle, vicdanlarını kullanarak sevgiyle yaşayan insanları ise kendilerince küçümserler. Çıkara dayalı olmayan, tecrübelere göre değil içtenlikle yaşanan bir sevgi anlayışını kendilerince zayıflık olarak görürler. Oysa ahlaki yıpranmışlık, gerçek sevginin oluşmasına engel olan en büyük sebeplerden biridir. Sevgi yerine kurnazlık, samimiyet yerine alaycılık, sadakat yerine çıkarcılık öne çıkar. Bu anlayışla sevginin değeri değil, yozlaşmış bir kişiliğin ve ahlak anlayışının, tecrübe adı altında yüceltilmesi söz konusudur. Bu bakış açısı, insanların hem sevgiyi anlayamamasına ve yaşayamamasına hem de toplumda sevgi, güven ve saygının yaşanamamasına yol açar.
Kuran’da bu bozuk karakter yapısına, kalbi katılaşmış insan karakterine şöyle dikkat çekilmiştir:
“Allah, kimin göğsünü İslam’a açmışsa, artık o, Rabbinden bir nur üzerindedir, (öyle) değil mi? Fakat ALLAH’IN ZİKRİNDEN (YANA) KALPLERİ KATILAŞMIŞ OLANLARIN VAY HALİNE...” (Zümer Suresi, 22)
Peygamberimiz (sav) ise, her şeyin en iyisi kendisinin bildiğine inanıp bununla başkalarına da akıl vermeye çalışan kimselerin durumunu bir hadisinde şöyle tarif etmiştir:
“Allah güzeldir, güzeli sever. Kibir ise, hakkı kabul etmemek ve insanları hor görmektir.” (Müslim, İman 147)
Bu kişiler, ömürlerini sevgi ve ahlaktan uzak bir şekilde geçirir; yaşadıkları her çöküntüyü, “hayat bilgisi” gibi takdim ederler. Hayatta her şeyi tecrübe ettiklerini; dolayısıyla en iyi, en doğru olanı kendilerinin bildiğine inanırlar. Bozuk mantıklara dayanan bu tecrübeleriyle de çevrelerindeki insanlara akıl vermeye çalışırlar. Halbuki bu tecrübeler; kalpleri katılaşmış, sevgiyle bağlantısı kesilmiş insanların çarpık bakış açılarıyla edindikleri deneyimlerdir. Gerçekten değerli olan tecrübe veya ‘hayat bilgisi’, ancak Allah’a yönelmekle, Kuran ahlakını yaşamakla ve samimi bir sevgiyle kazanılabilir.
- İnsanları sürekli hedef alır, eleştirir ve yargılarlar; bu da empatiyi ve sevgiyi ortadan kaldırır.
Gereksiz yere sürekli eleştiri yapmak; insanlara kendilerini değersiz hissettirmeye çalışmak ve yargılamak sevgiyi ortadan kaldırır. Huzursuzluğu artırır ve toplumsal ilişkileri zedeler. Bu durumun asıl sebebi ise sevgi eksikliğidir. Bu ahlak bozukluğu, insanları başkalarına karşı sert ve olumsuz tutumlar sergilemeye iter. Bu da sevgi ve anlayışın önündeki en büyük engeli oluşturur. Toplumdaki kırgınlıkların ve güvensizliğin artmasına neden olur. Oysa sevgi, güzel sözlü olmayı, başkalarına değer vermeyi, anlayışla yaklaşmayı gerektirir. Sevgiyle hareket eden insanlar, eleştirilerini yapıcı bir şekilde ifade eder ve başkalarına karşı hoşgörülü olurlar. Peygamberimiz (sav) asıl makbul olan davranışın nasıl olması gerektiğini bir hadisinde şöyle tarif etmiştir:
Mümin müminin aynasıdır. ONUN ÜZERİNDE BİR ŞEY GÖRDÜĞÜNDE ONU ALIR, ATAR.” (Münâvî, Feyzu’l-kadîr, 6/352)
“Birbirinizi kıskanmayınız, birbirinize kin tutmayınız, BİRBİRİNİZE ÇİRKİN SÖZLER SÖYLEMEYİNİZ, BİRBİRİNİZE SIRTLARINIZI DÖNMEYİNİZ, KİMİNİZ KİMİNİZİ ARKASINDAN ÇEKİŞTİRMESİN. Allah’ın kulları kardeşler olunuz.” (Buhari ve Müslim; Huccetü’l İslam İmam Gazali, İhya’u Ulum’id-din, 3. cilt, çeviri: Dr. Sıtkı Gülle, Huzur Yayınevi, İstanbul 1998, s. 315)
- Karşı tarafı küçük gören, aşağılayan davranışlar sergilerler; bu bakış açısıyla da sevgi duyamazlar.
İnsanları aşağılamak, küçümsemek, onlara değer vermemek, sevginin temelini yok eder. İnsan ilişkilerinin sağlıklı bir şekilde gelişmesine engel olur. Sevgi, insanlara değer vermekle başlar; saygı ve eşitlik üzerine kuruludur. Aşağılayıcı davranışlar, bu yapıyı zedeler ve sevgi yerine negatif duygular yaratır. Allah Kuran’da bu ahlakı şöyle men etmiştir:
"İnsanları arkadan çekiştirip, kaş-göz işaretiyle eğlenmeyi âdet haline getirenlerin vay haline!" (Hümeze Suresi, 1)
Peygamberimiz ise (sav) bir hadisinde, insanlar arasındaki tek üstünlük ölçüsünün takva olduğunu hatırlatarak, bunun dışındaki dünyevi ölçülerle insanların birbirlerini kınamalarının veya küçümsemelerinin yanlışlığına dikkat çekmiştir:
"KİMSENİN, KİMSEYE DİNDEN VEYA TAKVADAN BAŞKA BİR ÜSTÜNLÜĞÜ YOKTUR. Kişiye -günah olarak- kötü sözlü, kötü huylu ve cimri oluşu yeter." (Tergib ve Terhib, c.5/515)
- Yalnızca dış görünüme önem verirler; bu da içten sevgi oluşumunu engeller.
Dış görünüşe aşırı odaklanmak, insanların içlerindeki güzellikleri ve manevi değerlerini görmeyi engeller. Oysa gerçek sevgi, dışa yönelik değil, içe yöneliktir. Dış görünüşe değer veren insanlar, başkalarının iç güzelliklerini görmezden gelirler. Bu da sağlıklı ve derin ilişkilerin oluşmasına engel olur. Sevgiyi yaşamayı engelleyen bu bakış açısının yanlışlığını Peygamberimiz (sav) bir hadisinde şöyle hatırlatmıştır:
“ALLAH sizin GÖRÜNÜŞLERİNİZE, mallarınıza BAKMAZ ama KALPLERİNİZE VE AMELLERİNİZE BAKAR.” (Müslim, Birr, 34)
- Olumsuz düşüncelere odaklanırlar; bu da sevgiyi zayıflatır.
Olumsuz düşünceler, kalpteki tüm güzel duyguları olduğu gibi sevgiyi de zayıflatır. Sürekli olumsuz düşünmek, başta kişinin kendine zarar verir, ardından da insan ilişkilerinde de güveni, huzuru ve en sonunda da sevgiyi yok eder. Sevgi, ancak olumlu ve yapıcı bir bakış açısıyla yaşanabilir. Olumsuz düşüncelerle birbirine yaklaşan insanların yaşadığı bir toplumda sevgi giderek azalır ve insanlar birbirlerine yabancılaşır. Olumsuz düşünmek yani kötümserlik, ümitsizliği de beraberinde getirir ki, bu da Kuran’da yasaklanan önemli ahlak bozukluklarından biridir:
“… ALLAH’IN RAHMETİNDEN ÜMİT KESMEYİN. Çünkü inkarcılar topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.” (Yusuf Suresi, 87)
- Sevgiyi önemli görmez, sevgiye dikkat vermezler; bundan dolayı da güçlü bir sevgi oluş
Sevgi, özen ve dikkat gerektiren bir duygudur. Sevgiye değer vermeyen toplumlar, sağlıklı ve kalıcı bağlar kuramazlar. İnsanlar, sevgiye gereken önemi vermezse, o toplumda soğukluk, uzaklık ve en sonunda da nefret hakim olur. Sevgi, bir toplumu geliştirecek ve güzelleştirecek en önemli konulardan biridir; sevginin ortadan kalkması, toplumda çok derin ve yıkıcı bir etkiye neden olur. Gerçek sevgi ise, ancak Allah sevgisinin yaşanmasıyla mümkün olabilir.
Peygamberimiz (sav) bir hadisinde, bu önemli gerçeği şu sözleriyle hatırlatmıştır:
“Kim Allah için sever, Allah için nefret eder, Allah için verir, Allah için engel olursa, imanını kemale erdirmiş olur.” (Ebû Dâvûd, Sünnet, 15)
- Sürekli yalnız kalmak isterler; bu da insanlarla bağlantıyı zayıflatır ve sevgiyi engeller.
İnsan fıtrat olarak sevdiği insanlarla bir arada yaşamaktan zevk alacak şekilde yaratılmıştır. Buna rağmen kendilerini sosyal ortamlardan soyutlayan, sürekli yalnız kalmak isteyen, insanlardan uzaklaşan kişiler, zamanla hem sevmeyi hem de sevilmeyi önemsiz görmeye başlarlar. Çünkü sevgi, paylaşım, yakınlık ve birlikte olma duygusuyla gelişir. Hiçbir mecburi sebep olmaksızın, özel olarak tercih edilen yalnızlık, tüm bu bağların kopmasına sebep olur. Sürekli yalnız kalmayı tercih eden insanlar, bir süre sonra sevgisiz bir hayatı iyice benimser ve insani yakınlıklar kuramaz hale gelirler. Yalnızlık zamanla alışkanlığa dönüşür ve kalabalık içinde bile kendi kabuklarına çekilirler. Bunun sonucunda da toplumsal bağları iyice zayıflar ve sevgiden iyice uzaklaşırlar.
- Yalnızca kendilerini korur ve kendilerini düşünürler; böyle bir ortamda ise sevgi gelişe
Bencil olmak, sevginin en büyük engellerinden biridir. Kendini düşünen insanlar, başkalarının haklarına, isteklerine, ihtiyaçlarına, düşüncelerine saygı gösteremezler. Kendi ihtiyaçlarından feragat edip başkalarına öncelik veremezler. Bu da sevgiyi oluşturan yardımlaşma, dayanışma, fedakarlık gibi güzel ahlak özelliklerini yaşayabilmelerine engel olur. Oysa sevgi, karşılıklı anlayış, yardım ve özveriyle büyür. Bu nedenle de kendi çıkarlarını her şeyin önünde tutan insanlar, başkalarına sevgi duyamazlar.
Peygamberimiz (sav) hadislerinde, bu ahlak bozukluğuna dikkat çekmiş ve insanları, birbirlerinin ihtiyaçlarını düşünen, birbirlerini koruyup kollayan bir tavra teşvik etmiştir:
“İNSANDA BULUNAN HUYLARIN EN KÖTÜSÜ, AŞIRI CİMRİLİK ve şiddetli korkaklıktır.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 21)
“Kanaatkâr ol, o zaman insanların (Allah"a) en çok şükredeni olursun. KENDİN İÇİN İSTEDİĞİN ŞEYİ İNSANLAR İÇİN DE İSTE, o zaman mümin olursun.” (İbn Mâce, Zühd, 24)
- Güven telkin etmezler; bu da insanları uzaklaştırır ve sevginin yaşanmasına engel olur.
Sevgi, ancak güven ortamında var olabilir. İnsanların birbirlerine olan inancı ve sevgisi güvenle beslenir. Güven, insani ilişkilerin sağlam temeller üzerine inşa edilmesini sağlar. Güvenilmez bir tavır ise, sürekli şüphe ve mesafe doğurur. Bu yüzden de güven telkin etmeyen bir insan ile gerçek anlamda bir yakınlık kurmak, ve sevgiyi yaşamak mümkün olmaz. Bu durum sadece bireysel ilişkileri değil, toplumsal yapıyı da etkiler. Toplumda güven azaldığında, insanlar birbirine daha kapalı, daha temkinli ve daha sevgisiz hale gelirler.
Kişiyi güvenilir yapan, insanların ona karşı kalplerinde hiçbir şüphe duymadan güvenip sevebilmelerini sağlayan tek özellik ise ‘iman’dır. Allah korkusu insanı, herkesin gönül rahatlığıyla sevebileceği, çok güvenilir bir insan haline getirir.
- Aşırı beklentilerle karşılarındaki insanları yıpratırlar; bu da sevgiyi tüketir.
Aşırı beklentiler, insani ilişkilerde sevginin yaşanmasını zorlaştırır ve sevgi bağlarını zayıflatır. İnsanlar sürekli olarak başkalarından çok şey beklerse ve istediği karşılığı göremediğinde de olumsuz bir tavır içerisine girerse, bu durum sevgiyi yıpratır. Sevgi, karşılıklı anlayışla artar; başkalarına fazla yük yüklemek, sevgiyi, samimiyeti yok eder.
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:
“Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin.” (Buhârî, İlim, 11; Müslim, Cihad, 6)
Bu hadis, insanlara beklentiyle değil, kolaylaştırıcı ve anlayışlı bir tutumla yaklaşmak gerektiğini öğretir. Sevgi, karşılık beklemeden yaşandığında kalıcı olur; zorlaştırıldığında ise çok kolay yıpranır ve hızla tükenir.
- Eski hataları sürekli anar, geçmişi hatırlatıp insanları hatalarıyla yargılarlar; bu da sevginin yaşanmasına engel olur.
Sürekli geçmişle yargılamak, sevgiye engel olur. İnsanlar geçmişteki hatalar yüzünden birbirlerine karşı olumsuz duygular beslerlerse, sevgi gelişmez. Geçmişi sürekli hatırlatmak, kalpte kırgınlık yaratır ve sevgiyi öldürür. Allah bu konuyla ilgili gösterilmesi gereken ahlakı Kuran’da şöyle bildirmiştir:
Affetsinler, hoşgörülü davransınlar. Allah’ın sizi bağışlamasını istemez misiniz? (Nur Suresi, 22)
Bu ayet, insanlara geçmişi geride bırakmayı, affetmeyi ve yargılayıcı olmamayı öğütler. Peygamberimiz (sav) ise şöyle buyurur:
“Bağışlayın ki Allah da sizi bağışlasın.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 2/254)
Gerçek sevgi, sürekli geçmişte yapılan hataları hatırlayarak değil; affetmeyi bilen ve insanlardaki güzellikleri görebilen kimselerce yaşanabilir. Geçmişte takılı kalan ve bunu sürekli hatırlatan kişi ise, hem sevgiye hem karşısındaki insana zarar verir.
- Karşılarındaki insana kendisini değersiz hissettirirler; bu da sevgiyi ortadan kaldırır.
İnsanları aşağılamak, sevginin doğasına tamamen zıttır. Kendini değersiz hissettiren bireyler, ilişkilerde sevgi ve güven oluşturamazlar. Sevgi, değer vermek ve saygı duymakla gelişir; karşısındaki insanı küçümsemek, bu bağları yok eder.
Bir insana kendisini değersiz hissettirmek, sevgiyi doğrudan zayıflatan bir davranıştır. İnsan değer gördüğünde yakınlık hisseder, saygı duyulduğunda kalbi açılır. Sürekli eleştirilen, küçümsenen, yok sayılan biri zamanla içe kapanır ve sevgiden uzaklaşır. Aşağılama, küçümseme veya alaycı tavırlar, insanlar arasındaki karşılıklı güveni ve sıcaklığı yok eder. Bir kişiye, kendisini sürekli eksik, yetersiz veya önemsiz hissettiren bir insan ile gerçek anlamda bir sevgi bağı kurulamaz. Sevgi, ancak karşılıkla değer verilen bir ortamda yaşanabilir.
Allah bir Kuran ayetinde, insanların birbirlerine değer vermeyen tavırlar göstermelerinin yanlışlığını şöyle hatırlatmıştır:
Birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir!” (Hucurat Suresi, 11)
Bu ayet insanları kıran, değersizleştiren söz ve tavırların büyük bir kusur olduğunu belirtmektedir. Gerçek sevgi, insanı değerli hissettiren, yücelten ve koruyan bir anlayışla mümkündür.
- Tehditkar bir üslup kullanırlar; bu da sevginin oluşmasını en başından engeller.
Allah korkusu yaşanmadığında, insanlar birbirlerine karşı sevgisiz, acımasız ve merhametsiz olurlar. Sevgi eksikliği, insanların çevrelerindekilere karşı tehditkar bir tutum sergilemelerine yol açar. Bu tür insanlar, genellikle karşısındakileri kontrol altında tutmak veya yönlendirmek amacıyla böyle davranırlar. Tehditkar tavırlar ise insanları korkutur, baskı altında hissettirir ve güven duygusunu tümüyle ortadan kaldırır. Bu kimselere karşı alabildiğine temkinli olur ve zamanla onlardan uzaklaşırlar.
Tehditkar bir üslup kullanan insanlar hiçbir zaman gerçek anlamda sevgiyi yaşayamazlar. İnsanları sevemezler; çünkü sevgi, güzel ahlaklı olmayı, karşısındaki kişiye iyi davranmayı, onu incitmekten sakınmayı, merhametli olmayı gerektirir. Aynı şekilde gösterdikleri kötü ahlak nedeniyle sevilmeleri de mümkün olmaz.
Toplumda bu tür davranışlar yaygınlaştıkça, insanlar arasında güvensizlik, korku ve bunun sonucunda da sevgisizlik giderek artar. Kuran’da, kaba ve sert davranışların insanları nasıl uzaklaştırdığı şöyle bildirilmiştir:
Allah'tan bir rahmet dolayısıyla, ONLARA YUMUŞAK DAVRANDIN. EĞER KABA, KATI YÜREKLİ OLSAYDIN ONLAR ÇEVRENDEN DAĞILIR GİDERLERDİ... (Al-i İmran Suresi, 159)
Peygamber Efendimiz (sav) de bir hadisinde şöyle buyurmuştur:
Cerîr İbni Abdullah (ra), Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’i şöyle buyururken dinledim, dedi: “YUMUŞAK DAVRANAMAYAN KİMSE, BÜTÜN HAYIRLARDAN MAHRUM KALMIŞ SAYILIR.” (Müslim, Birr 74-76. Ayrıca bk. Ebû Dâvûd, Edeb 10; Tirmizî, Birr 67; İbni Mâce, Edeb 9)
- İnsanları kolaylıkla harcar ve gözden çıkarırlar; bu da sevgiyi ortadan kaldırır.
Sevgi eksikliği, insanların başkalarına karşı ilgisiz ve sabırsız olmalarına yol açar. Bu kimseler karşılarındaki kişilere gereği gibi değer vermez, en ufak bir hatada, zorlukta ya da sıkıntıda o kişiden vazgeçebilirler. Oysa sevgi, sadece güzel anlarda değil, sıkıntılı zamanlarda da birbirinin yanında olmayı gerektirir. Sadakat, vefa, sabır ve anlayış gibi değerler olmadan gerçek bir sevgi oluşamaz.
Zor anlarda yüz çeviren, ilk sıkıntıda bağlarını koparan insanlar, kalıcı bir sevgi bağı kuramazlar. Bu da insanlar arasında samimiyetin kaybolmasına ve dostlukların hep yüzeysel kalmasına neden olur. Bu tür bir ahlak bozukluğu, sadece bireysel ilişkileri değil, toplumun genel yapısını da zamanla bozar; insanları birbirine yabancılaştırır ve toplumsal bağları giderek zayıflatır.
- İyi gün dostlarıdır, zor anlarda sevgiye sebat gösteremez, kolayca yalnız bırakır ve terk ederler; bu yüzden de kalıcı bir sevgi yaş
Gerçek sevgi, iyi günlerde değil, asıl olarak zor anlarda anlaşılır. Sevgi eksikliği olan kişiler, zor zamanlarda sevgide kararlılık gösteremez; sıkıntılara rağmen sevgilerini sabırla sürdüremezler. Küçük bir zorlukta dahi sevdiklerini iddia ettikleri insanlara destek olmaz ve onları kolayca terk ederler. Zorluklar karşısında sevgilerini ve bağlılıklarını sürdüremeyen böyle insanlardan oluşan toplumlarda ise güven ve sadakat giderek ortadan kalkar.
Kuran’da, zorluk ve sıkıntılar karşısında insanların nasıl bir ahlak göstermeleri gerektiği şöyle bildirilmiştir:
Onlar, BOLLUKTA DA, DARLIKTA DA infak edenler, ÖFKELERİNİ YENENLER ve İNSANLAR (DAKİ HAKLARIN)DAN BAĞIŞLAMA İLE (VAZ)GEÇENLERDİR. Allah, iyilik yapanları sever. (Al-i İmran Suresi, 134)
- Nefret söylemlerine çabuk kapılırlar ve kolaylıkla galeyana gelirler.
Sevgi eksikliği, insanların kolayca nefret söylemlerine kapılmasına neden olabilir. Nefret söylemleri de, kısa sürede insanları birbirine düşman eder ve toplumsal kutuplaşma yaratır.
Sevgi ise, başkalarına karşı anlayışlı olmayı ve farklılıkları kabul etmeyi gerektirir. Bu anlayış eksikliği, toplumu birbirinden uzaklaştırır ve sevgi bağlarını zayıflatır. Oysa çoğunluk aksini söylese de, delilsiz, asılsız, nefret ürünü yalanlara inanmamak, insanlara sevgiyle yaklaşmak ve zandan çokça kaçınmak hem güzel ahlakın bir gereği hem de huzur vesilesidir.
YERYÜZÜNDE OLANLARIN ÇOĞUNLUĞUNA UYACAK OLURSAN, SENİ ALLAH'IN YOLUNDAN ŞAŞIRTIP-SAPTIRIRLAR. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler.' (Enam Suresi, 116)
- Düşünmeden hareket ederler ve “uydum kalabalığa” mantığıyla yaş
Sevgi eksikliği, insanların gerçekleri sorgulayamamalarına ve sadece çoğunluğa uymalarına neden olur. Oysa sevgi, insanların doğruyu aramalarını ve cesurca düşünmelerini gerektirir. Aksi şekilde davranan kimseler, yalnızca kalabalığa katılır ve sevgisizliğin ardından sürüklenirler. Bu da, toplumundaki ruhsuz ve sevgisiz insanların sayısının artmasına yol açar.
- “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” deyip, haksızlığa karşı susarlar. Çıkarlarına zarar gelmemesi için haksızlıklara karşı bilerek susar ve destek verirler.
Sevgisiz insanlar sadece kendi konforlarını düşünerek, başkalarının yaşadığı zorluklara kayıtsız bir tavır içinde olurlar. Kendilerine doğrudan zarar gelmiyorsa, adaletsizliği görmezden gelir, zulüm karşısında sessiz kalırlar. Haksızlık karşısında susmak ise, adaletsizliğin pekişmesine yol açar. Oysa bu tavır, hem sevgisizliğin hem de vicdansızlığın bir göstergesidir. Gerçek sevgi, sadece yakın çevresine değil, hiçbir çıkar gözetmeden tüm insanların sorunlarına karşı duyarlı olmayı gerektirir. Haksızlıklar karşısında sessiz kalan kimseler, adaletsizliğin ve zalimliğin hakim olduğu, sevgisiz bir ortamın oluşmasına zemin hazırlar. Başkalarının sıkıntılarına göz yummaları, toplumsal çürümeyi hızlandırır. Bu anlayışın yaygınlaştığı toplumlarda insanlar giderek birbirine yabancılaşır ve güven ortamı yok olur. Kuran’da bu ahlakın yanlışlığı insanlara şöyle hatırlatılmıştır:
“Ey iman edenler! Kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun; ADALETİ TİTİZLİKLE AYAKTA TUTUN...” (Nisa Suresi, 135)
Peygamber Efendimiz (sav) ise haksızlıklara karşı sessiz kalmanın yanlışlığını şöyle hatırlatmıştır:
“Sizden kim bir kötülük görürse eliyle düzeltsin; buna gücü yetmezse diliyle, ona da gücü yetmezse kalbiyle (buğz etsin). Bu ise imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân, 78)
- Güçlünün yanında durur; güçsüzün ezilmesine seyirci kalırlar.
Sevgi eksikliği, insanların güçlüden yana tavır almalarına ve güçsüzlere yardım eli uzatmamalarına neden olur. Haklıdan yana değil, güçlüden yana tavır almak ise, toplumdaki insani bağları yok eder ve eşitsizliğe yol açar. Oysa gerçek sevgi, güçsüzlerin haklarını savunmayı ve mazlumların yanında durmayı gerektirir.
Peygamberimiz (sav) bir hadisinde, güçlü olandan değil, haktan yana tavır almak gerektiğini; her ne olursa olsun adaletli bir tavır içerisinde olmanın önemini şöyle hatırlatmıştır:
“… Müslüman, Müslümanın kardeşidir. ONA ZULMETMEZ, ONU YARDIMSIZ BIRAKMAZ VE ONU HOR GÖRMEZ…” (Müslim, Birr, 32)
- Yardıma ihtiyacı olanın çağrısına kulak vermez; kulaklarını kapatırlar.
Sevgi eksikliği, insanların başkalarına ve onların ihtiyaçlarına karşı duyarsız hale gelmelerine neden olur. Yardım çağrılarına kulak tıkamak, insanı gaddar ve zalim bir ahlaka sürükler. Duyarsızlık da toplumsal bağları tamamen zayıflatır. Sevgiyi bilen insanlar, başkalarının acılarına karşı duyarlı olur ve yardıma muhtaç olanlara yardım ederler. Yardım etmekten kaçınmak ise, toplumda giderek artan bir yalnızlık ve güvensizlik hissi yaratır.
Cerîr b. Abdullah"ın naklettiğine göre, Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:
“İNSANLARA MERHAMET ETMEYENE ALLAH DA MERHAMET ETMEZ.” (B7376 Buhârî, Tevhîd, 2; M6030 Müslim, Fedâil, 66)
- Para, menfaat, çıkar veya itibar için insani değerlerden vazgeçer; bile bile haksızlık yapmayı kabul ederler.
Sevgi eksikliği, insanları maddi çıkarlar uğruna doğruyu terk etmeye ve haksızlık yapmayı kabul etmelerine neden olur. Oysa sevgi, başkalarının iyiliğini ve doğruyu gözetmeyi gerektirir. Sevgi ile hareket eden kimse, insani değerleri ve adaleti savunur ve başkalarına zarar vermekten kaçınır. Maddi çıkarlarını önde tutan insanın kalbinde ise gerçek sevgi oluşmaz. Bu insanlar, sevgi yerine çıkarlarını öne çıkararak, başkalarının haklarına zarar vermekten çekinmez, yanlış olduğunu çok iyi bildikleri şeylere göz yumarlar. Bu da toplumsal ilişkileri giderek yozlaştırır ve güveni zedeler. İnsanların birbirine duyduğu sevgiyi temelden yok eder.
- Dedikodu yapar, insanlar hakkında bilmedikleri şeyleri konuşur; ‘doğru mu yanlış mı?’ diye araştırmadan, her duyduklarına inanırlar.
Sevgi eksikliği, insanların başkalarına zarar vermek için, doğruluğunu hiç araştırmadan ve sorgulamadan dedikodu yapmalarına yol açar. Bu da insanlar arasında yanlış anlaşılmalara ve güvensizliğe neden olur. Dedikodu, insanları birbirine yabancılaştırır, toplumsal bağları zayıflatır ve kutuplaşmaya yol açar. Allah Kuran’da bu tavırdan sakınmalarını insanlara şöyle bildirmiştir:
Ey iman edenler, ZANDAN ÇOK KAÇININ çünkü zannın bir kısmı günahtır. TECESSÜS ETMEYİN (birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın). Kiminiz kiminizin GIYBETİNİ YAPMASIN. (arkasından çekiştirmesin.) Sizden biriniz, ölü kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte, bundan tiksindiniz. Allah'tan korkup-sakının…. (Hucurat Suresi, 12)
Peygamberimiz (sav) bir hadisinde bu konuyla ilgili şöyle buyurmuştur:
"(Sebepsiz) zandan sakınınız. Zira zan sözlerin yalanı çok olanıdır. BİRBİRİNİZİN AYIBINI GÖRMEYE VE DUYMAYA ÇALIŞMAYINIZ. BİRBİRİNİZİN MAHREM HAYATINI DA ARAŞTIRMAYINIZ." (el-Lü'lü Ve'l Mercân, Kitabu'l Birr Ves-Sıla Ve'l-Adab).
- Bir kişi hakkında duydukları iftiralara, o kişinin açıklamasını sormadan inanır; aleyhte konuşanlara bilgisizce destek verirler.
İftiralar, toplumu kutuplaştırır ve insanlar arasındaki bağları zedeler. Sevgi eksikliği, insanların bir konuda doğruluğunu araştırmadan başkalarını yargılamalarına önce neden olur. Bu durum, yanlış anlaşılmalar ve sosyal huzursuzluk yaratır. Oysa sevgi ahlakı, doğruyu araştırmayı, haklıyı savunmayı ve insanları yargılamadan önce onların tarafını da dinlemeyi gerektirir. Kura’da, dedikodu ve iftiranın Allah Katında sakınılması gereken büyük bir suç olduğu şöyle hatırlatılmıştır:
Eğer Allah'ın dünyada ve ahirette sizin üzerinizde fazlı ve rahmeti olmasaydı, İÇİNE DALDIĞINIZ DEDİKODUDAN DOLAYI size büyük bir azap dokunurdu. O durumda SİZ ONU (İFTİRAYI) DİLLERİNİZLE AKTARDINIZ ve HAKKINDA BİLGİNİZ OLMAYAN ŞEYİ AĞIZLARINIZLA SÖYLEDİNİZ ve bunu kolay sandınız; oysa o Allah Katında çok büyük (bir suç)tür. (Nur Suresi, 14-15)
Câfer-i Sâdık Hazretleri buyurur:
“BİR MÜ’MİN KARDEŞİNE ÂİT, HOŞ OLMAYAN BİR ŞEY DUYARSAN, onun için birden yetmişe kadar MÂZERET KAPISI ARAŞTIR. BULAMAZSAN; «BELKİ BENİM BİLMEDİĞİM VEYA ANLAYAMADIĞIM BİR MÂZERETİ VARDIR.» De, sonra da meseleyi kapat!” (Hânî, el-Hadâik, s. 132)
- Öfke, kıskançlık veya husumet duydukları kişilere kolaylıkla iftira atabilirler.
Sevgi eksikliği, insanları kolaylıkla olumsuz duygulara kapılmaya ve bu duygularını başkalarına zarar vermek için kullanmaya iter. Öfke, kıskançlık veya husumet duydukları kişilere karşı iftira atmak, bu kişileri küçük düşürme, itibarsızlaştırma, ezme ve onlara zarar verme amacını taşır. Bu davranış, toplumda güvensizliğe yol açar, yanlış anlamalar ve haksızlıkların ortaya çıkmasına neden olur. Oysa sevgi, başkalarına karşı dürüst ve adil olmayı gerektirir; öfke ve kıskançlıkla hareket etmek yerine doğruyu savunmak vicdanın ve güzel ahlakın gereğidir.
… Nefisler ise 'KISKANÇLIĞA VE BENCİL TUTKULARA' hazır (elverişli) kılınmıştır. Eğer İYİLİK YAPAR VE SAKINIRSANIZ, şüphesiz, Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 128)
- Kendileriyle farklı fikirde olan insanlara karşı adaletsiz davranmaktan çekinmezler.
Sevgi eksikliği, bireylerin farklılıkları kabul etmekte zorlanmasına ve bu da adaletsiz tutumların oluşmasına neden olur. Böyle insanlar kendi fikirlerine, inançlarına veya ideolojilerine zıt düşen insanlara karşı hoşgörüsüz ve adaletsiz bir yaklaşım sergileyebilirler. Bu tutum, toplumda kutuplaşmayı artırır, anlayışsızlık yaratır ve insanlar arasında sağlıklı diyalog kurulmasını engeller. Sevgi, farklılıkları kabul etmeyi, kendi çıkarı aleyhine bile olsa adaleti ve hoşgörüyü gerektirir; ancak sevgiyi bilen insanlar başkalarının görüşlerine saygı duyabilir ve farklılıkların olduğu bir ortamda toplumsal barışı sağlayabilirler. Allah iman edenlerin kendi ve yakınları aleyhine bile olsa adaletli olmalarını Kuran’da şöyle hatırlatmıştır:
Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız ALEYHİNE BİLE OLSA, ALLAH İÇİN ŞAHİDLER OLARAK ADALETİ AYAKTA TUTUN. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse ADALETTEN DÖNÜP HEVANIZA UYMAYIN. EĞER DİLİNİZİ EĞİP BÜKER (SÖZÜ GEVELER) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır. (Nisa Suresi, 135)
- İnsanlar arasında düşmanlık yaratır, toplumu kutuplaştırırlar.
Sevgi eksikliği, toplumda ayrımcılığa, ırkçılığa ve toplumsal kutuplaşmalara yol açar. İnsanlar, aralarındaki farklılıklar nedeniyle birbirini düşman olarak görmeye başlar. Sevgi ise, toplumsal bütünlüğü sağlar. Sevgiyle hareket eden insanlar, farklılıklara hoşgörü ile yaklaşır, toplumdaki kutuplaşmayı engeller, barış içinde bir arada yaşamayı teşvik ederler. Kuran’da kutuplaşma yerine kardeşlik ahlakının yaşanmasının önemi şöyle hatırlatılmıştır:
Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse KARDEŞLERİNİZİN ARASINI BULUP DÜZELTİN ve Allah'tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz. (Hucurat Suresi, 10)
PARÇALANIP AYRILIĞA DÜŞENLER GİBİ OLMAYIN. (Al-i İmran Suresi, 105)
- Önyargılıdırlar ve bu yargılarında çok katıdırlar; bir konunun yanlış olduğu kendilerine ispatlandığında bile vazgeçmezler.
Sevgi eksikliği, insanları başkalarını anlamaya çalışmak yerine, önceden belirledikleri yargılarla hareket etmeye iter. Bu kişiler, genellikle önyargılıdırlar ve çok katıdırlar. Yanlış oldukları kendilerine kanıtlandığında bile, yargılarından vazgeçmezler. Bu da toplumsal bağları zayıflatır, insanlar arasında anlayışsızlık ve anlaşmazlık yaratır; bu da sosyal çatışmalara yol açar. Oysa sevgi, insanları yargılamak yerine anlamayı ve doğruları kabul etmeyi gerektirir.
- Başkalarına yardım etmekten kaçınır; yardıma muhtaç olanı görmezden gelirler.
Sevgi eksikliği, insanları duyarsız hale getirir ve başkalarının yardım çağrılarına kulaklarını kapatmalarına yol açar. Oysa sevgi, başkalarına yardım etmeyi ve onların ihtiyaçlarına karşı duyarlı olmayı gerektirir. Yardıma muhtaç olanlara el uzatmak, toplumsal dayanışmayı, o da sevgi, birlik ve beraberlik duygularının güçlenmesini sağlar. İhtiyaç içinde olana yardım etmemek ise, insanların yalnızlaştırılmasına, toplumda güvensizlik ve çatışmaların artmasına neden olur. Oysa kendi ihtiyacı olsa bile başkasına yardım etmek, Kuran övülen bir güzel ahlak özelliğidir:
… KENDİLERİNDE BİR İHTİYAÇ OLSA BİLE (kardeşlerini) KENDİ NEFİSLERİNE TERCİH EDERLER. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9)
Bu konudaki bir hadis ise şöyledir:
“ZAYIF VE DÜŞKÜNLERİNİZE DİKKAT EDİNİZ! Zira siz ancak düşkünleriniz sayesinde yardım görür ve rızıklanırsınız.” (Ebû Dâvûd, Cihâd, 69)
- Kadınlara, çocuklara, yaşlılara, muhtaçlara karşı acıma duyguları yoktur.
Sevgi eksikliği, insanların başkalarının yaşadığı zorluklara ve sıkıntılara karşı duyarsızlaşmasına yol açar. Kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve muhtaçlar gibi toplumun savunmasız kesimlerine karşı tamamen ilgisiz ve umursamaz davranabilirler. Bu tutum, toplumda merhamet ve şefkatin yok olmasına, toplumsal dayanışmanın zayıflamasına neden olur. Sevgi, başkalarının ihtiyaçlarına duyarlı olmayı ve onları korumayı gerektirir. Ancak sevgiyi bilen insanlar, başkalarının acılarına karşı duyarlı olup, yardım ellerini uzatabilirler.
Muhtaçlara yardım etmenin önemi hadislerde şöyle bildirilmiştir:
“KÜÇÜĞÜMÜZE MERHAMET ETMEYEN, BÜYÜĞÜMÜZE HÜRMET GÖSTERMEYEN BİZDEN DEĞİLDİR”... (Tirmizi, Birr, 15)
“YAŞLILARA SAYGI GÖSTERİP, İKRAM ETMEK ALLAH’A SAYGIDANDIR.” (Ebu-Davud Edeb 23)
- Toplum baskısından korktuklarından, sevilecek insanları sevemezler.
Toplumun yargılamasından korkan insanlar, duydukları sevgiyi açıkça ifade etmekten çekinirler. Gerçekten sevilmeye değer insanları sevmek yerine, toplumun onayladığı kişilere yönelirler. Vicdanlarına göre bir tercih yapıp, gerçekten sevilecek özelliklere sahip insanlara değer verdiklerinde, çoğunluğa uymadıkları için toplumun kendilerini dışlamasından ve çıkarlarının zarar görmesinden korkarlar. İnsanların gerçek duygularını gizlemeleri de toplumda sevgisizliğin ve samimiyetsizliğin hakim olmasına yol açar.
Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:
“İNSANLARDAN KORKMAK VE ÇEKİNMEK, SİZDEN BİRİSİNİ, GÖRDÜĞÜ VEYA BİLDİĞİ BİR HAKKI SÖYLEMEKTEN ENGELLEMESİN. Çünkü söylemiş olduğu bu hak sebebiyle ne (belirlenmiş) eceli yaklaştırılır, ne de rızkı uzaklaştırılır.” (İbn Mace, Fiten, 20, Had No: 4007, II, 1328; Ahmed, Müsned, III, 51)
- Kendi istedikleri gibi olmayanları dışlar ve toplumdan izole ederler.
Sevgi eksikliği, beraberinde, farklılıkları kabul etmemeyi ve dışlamayı da getirir. İnsanlar, toplumun kendi oluşturdukları ‘normlarına’ uymayan kişilere karşı hoşnutsuzluk duyar ve onları dışlarlar. Bu, toplumda ayrımcılığı, kutuplaşmayı ve yalnızlaşmayı artırır, kardeşliğe, birliğe, sevgiye zarar verir. Bir hadiste insanların birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhu içinde olmalarının önemi şöyle hatırlatılmıştır:
"Birbirinizle kinleşmeyiniz hasetleşmeyiniz BİRBİRİNİZDEN YÜZ ÇEVİRMEYİNİZ. EY ALLAH'IN KULLARI KARDEŞ OLUNUZ..." (Buhârî, Edeb, 57; feraiz 2; Müslim, birr, 23; Tirmizi, birr, 24),
Bir Kuran ayetinde ise, insanların kendi dünyevi değer yargılarına göre değil, insanların takvalarını ve güzel ahlaklarını esas alarak hareket etmeleri gerektiği şöyle hatırlatmıştır:
Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır… (Hucurat Suresi, 13)
SEVGİSİZ İNSANLARDAN OLUŞAN BİR TOPLUM SADECE YIKIM GETİRİR
Sevgi, yalnızca insanlar için çok hayati değer taşıyan bir nimet ve güzellik değil; aynı zamanda toplumların sağlıklı ve huzurlu bir şekilde yaşayabilmesi için de temel bir unsurdur. Sevginin eksikliği, sadece kişisel ilişkileri değil, toplumsal yapının tamamını derinden etkileyerek ciddi sorunlara yol açar. Sevgiyle beslenmeyen insanlar giderek yalnızlaşır, güven duygusunu yitirir ve sosyal ilişkilerden uzaklaşır. Bu durum, toplumun temel bağlarını zayıflatır.
Toplumda sevgisizliğin artması, insanların giderek daha da bencilleşmelerine, duyarsızlaşmalarına ve anlayışsız hale gelmelerine neden olur. İnsanlar birbirlerinin ihtiyaçlarına ve sorunlarına karşı kayıtsızlaşırlar. Yardımlaşma ve dayanışma gibi insani değerler önemini yitirir. Bu da toplumsal adaletsizlikleri, ayrımcılığı ve eşitsizlikleri derinleştirir. Sevgiyle kurulmamış ilişkilerde güven azalır, çatışmalar ve şiddet olayları artar, huzursuzluk alabildiğine yaygınlaşır. Böyle bir ortamda insanlar yalnızca kendi çıkarlarını gözetmeye başlar, bu da zamanla toplumu çok daha derin bir bunalımın eşiğine sürükler.
Oysa gerçek sevgi; toplumda güveni, karşılıklı anlayışı ve birliği güçlendirir. Sevgi ahlakını bilen insanlar, kendileri manen ve fiziken çok dengeli ve sağlıklı insanlar olacakları için, bu bireylerin oluşturduğu toplum da hem sosyal hem de ruhen çok güçlü bir yapıya sahip olur. Allah bir Kuran ayetinde gerçek sevginin insanlar üzerindeki etkisine şöyle dikkat çekmiştir:
İyilikle kötülük bir olmaz. Sen kötülüğü en güzel bir şekilde sav. O zaman, seninle arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki CANDAN BİR DOST OLUR. (Fussilet Suresi, 34)
Bu ayet ile insanlara, SEVGİNİN VE GÜZEL AHLAKIN toplumsal barışın anahtarı olduğu haber verilmiştir.
Peygamberimiz (sav) de sevginin hem insanlar için hem de toplum açısından önemini şu hadisiyle açıkça ifade etmiştir:
“İman etmedikçe cennete giremezsiniz, BİRBİRİNİZİ SEVMEDİKÇE de gerçek anlamda iman etmiş olamazsınız.” (Müslim, İman, 93)
Bu hadis, sevginin sadece güzel bir duygu ve insanlar için büyük bir nimet olduğu değil, aynı zamanda imanın ve toplumsal barışın temeli olduğunu ortaya koymaktadır.
Bu nedenle, sevgi temelli bir anlayışın yaygınlaştırılması, TÜM TOPLUMUN GÜZEL BİR DÜNYADA, HUZUR VE REFAH İÇİNDE YAŞAYABİLMESİ İÇİN büyük önem taşımaktadır. Gerçek sevgi, hem insanların hem de toplumsal kurtuluşun tek yoludur.
SONUÇ :
Yukarıda yer verilen değerlendirmeler ışığında müvekkil şu hususlara dikkat çekmektedir: Sevgi; Allah’ın insanlara lütfettiği en büyük nimetlerden biridir. Bu değerli nimetten mahrum bir hayat, yalnızlık, umutsuzluk, kalp kararması, kasvet ve ruhsal çöküntü getirir. Müvekkil Adnan Oktar’ın da ifade ettiği gibi, gerçek sevgi ancak imanla, sadakatle, merhametle ve fedakarlıkla var olabilir. Mahkemenize sunulan bu açıklamalar, SEVGİYİ BİLMEYEN KİŞİLERİN NASIL BİR RUH HALİNE BÜRÜNDÜĞÜNÜ ve bu durumun KİŞİSEL VE TOPLUMSAL SONUÇLARINI gözler önüne sermektedir. Bu yüzden, sevgiyle yaşamak hem kişinin kendi hem de çevresinin iyiliği, huzuru ve mutluluğu için çok önemlidir. Ancak hepsinden önemlisi; her insan, sevgisizliğin karanlığına düşmekten titizlikle sakınmalı; Allah’a, insanlara ve tüm yaratılmışlara duyduğu sevgiyi bir ibadet şuuru içinde yaşamalıdır. Gerçek sevgi cennet ahlakının bir parçasıdır ve bu sevgiyi dünyadayken yaşamak, hem Allah’a olan sadakatin ve teslimiyetin en güzel göstergelerindendir hem de çok eşsiz ve büyük bir nimettir.
Müvekkilin konuya ilişkin düşünce ve değerlendirmelerini saygıyla bilgilerinize sunarız. 28.06.2025
Adnan Oktar Müdafi
Av. Mert Zorlu