İSTANBUL 30. AĞIR CEZA MAHKEMESİ’NE

DOSYA NO : 2024 /414 E.

SUNAN       : Adnan Oktar

MÜDAFİİ    : Av. Mert Zorlu

KONU        : Müvekkil Adnan Oktar’ın, MEHDİYET İNANCININ MÜSLÜMANLARI ATALETE VEYA TEMBELLİĞE SÜRÜKLEMEDİĞİNE; aksine, bu inancın kişileri DAHA DA ŞEVKLENDİRDİĞİNE, imani kuvvetlerini artırdığına, onları sorumluluk bilinciyle hareket etmeye ve manevi dayanışmaya sevk ettiğine; buna karşın, ASIL “MEHDİ GELMEYECEK” VEYA “MEHDİ’Yİ BEKLEMEYE GEREK YOK” GİBİ YAKLAŞIMLARIN, Müslümanlarda ATALET, REHAVET VE PASİFLİK OLUŞTURDUĞUNA ilişkin açıklamalarının mahkemenize sunulmasıdır.

 

AÇIKLAMALAR   :

  1. Hz. Mehdi’nin Gelişini Beklemenin İnananları Atalete ve Tembelliğe Sürükleyeceği İddiası, Ehli Sünnet İnancına Aykırıdır
  2. Hz. Mehdi’nin Gelişi, İslam Ümmetine Umut ve Şevk Veren Bir Müjdedir
  3. Mehdi İnancı Her Asırda Müslümanlar İçin Şevk ve Heyecan Kaynağı Olmuştur
  4. Peygamberimiz (sav) Mehdi ile Dünyadaki Sıkıntıların Son Bulacağını; Yeryüzünün Adaletle ve Nimetle Dolacağını Müjdelemiştir
  5. “Mehdi’nin Gelişi Mümini İlgilendirmez” veya “Mehdi Beklemeye Gerek Yok” Demek, Sahih Hadisleri Yok Saymak Anlamına Gelir
  6. Mehdi İnancı, Müslümanları Atalete Değil, Gayrete ve Sorumluluk Üstlenmeye Sevk Eder
  7. Bediüzzaman, Hz. Mehdi’yi Beklemenin Gerekliliğini Vurgulamış; Kendisi de Beklemiş, Müslümanları da Aynı Şevkle Beklemeye ve Hazırlık Yapmaya Teşvik Etmiştir
  8. İslam Alimlerine Göre Hz. Mehdi’yi Beklemek, Ümmeti Diri Tutan ve Gayrete Sevk Eden Bir İnançtır
  9. Kuran Ahlakına Göre Müminler Beklerken de Çaba Harcamak ve Hazırlık Yapmakla Mükelleftir
  10. “Mehdi’yi Beklemeye Gerek Yoktur” Diyen Görüşlerin Asıl Toplumu Atalete Sürüklediği, 2017 Sivas Mehdiyet Sempozyumu Örneğinde Açıkça Görülmektedir

1-) Mehdi’nin Gelişini Beklemenin İnananları Atalete ve Tembelliğe Sürükleyeceği İddiası Ehli Sünnet İnancına Aykırıdır

Müvekkil Adnan Oktar, son yıllarda bazı kimseler tarafından dile getirilen “Mehdi inancı Müslümanları tembelleştirir” yönündeki değerlendirmelerin hem İslam’ın temel kaynaklarıyla hem de Ehli Sünnet çizgisiyle çelişen, önemli mantık bozuklukları içerdiğini ifade etmektedir. Bu iddiaların yanlış ve eksik bir bakış açısının ürünü olduğunu savunmakta; bu düşüncenin hem Kuran’a hem sahih sünnete hem de Ehl-i sünnet’in kadim geleneğine aykırı olduğuna dikkat çekmek istemektedir.

Hz. Mehdi’yi beklemenin inananları tembellik ve atalete sürükleyeceğini iddia eden kimseler, “Hz. Mehdi’nin gelişini beklerlerse; Müslümanların dünyada süregelen sorunları çözmek için güya hiçbir çaba harcamayacaklarını” iddia etmektedirler. “Nasıl olsa Mehdi gelecek ve tüm bu sorunları o çözecek; onun vesilesiyle İslam aleminde yaşanan tüm sıkıntılar sona erecek, öyleyse benim hiçbir şey yapmama gerek yok” diye düşünüp kendi işlerine güçlerine dalacaklarını öne sürmektedirler. Bu gerekçelerle de. ‘Hz. Mehdi’den ve gelişinden’ bahsedilmesine karşı çıkmaktadırlar.

Oysa ki Mehdi inancı Müslümanları tembelleştirmez: tam tersine bu, iman edenleri sorumluluğa teşvik eden bir konudur. Bu tür görüşler ise, sanki sorumluluk bilinci taşıyormuş gibi görünse de aslında yalnızca samimiyetten uzak bahanelerden ibarettir. Böyle bir yaklaşım, Mehdiyet inancının ruhunu tahrif etmekte, müminlerin asırlardır ümmetin kurtuluşu için taşıdıkları ümidi itibarsızlaştırmakta, sahih hadislerle açıkça bildirilen bir müjdeyi yok saymakta ve Müslümanların manevi direncine zarar vermektedir.

Müvekkil, İslami kaynaklarla çelişen bu bakış açısının yanlışğını şu açıklamalarıyla ortaya koymaktadır:

2-) Hz. Mehdi’nin Gelişi, İslam Ümmetine Umut ve Şevk Veren Bir Müjdedir

İslam tarihinde Hz. Mehdi’nin gelişi konusu, Peygamber Efendimiz (sav) tarafından yalnızca geleceğe dair bir ‘bilgi vermek’ amacıyla değil; aynı zamanda Müslümanları müjdelemek, sevindirmek, umutlandırmak ve şevklendirmek için dile getirilmiştir. Mehdiyet inancı, müminleri diri tutan, ümitvar kılan ve harekete geçiren ‘çok büyük bir müjde’dir.

Peygamberimiz (sav) ayrıca asırlar boyunca, ahir zamana kadar yaşayacak olan tüm müminlerin, bu önemli bilgiyle müjdelenmeleri gerektiğini buyurmuştur. Peygamberimiz (sav)’in konuyla ilgili hadisi şöyledir:

"MEHDİ İLE MÜJDELENİN. O Kureyş'ten ve Ehl-i Beyt'imden bir kişidir." (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Ahir Zaman, s. 13)

Bu hadisteki "Mehdi ile müjdelenin" ifadesi son derece açık ve dikkat çekicidir. Peygamberimiz (sav) İslam ümmetine sadece ‘Allah’ın onlara Katından bir kurtarıcı göndereceği’ haberini vermekle kalmamış; bu haberin nesiller boyunca insanlara tebliğ edilip duyurulmasını, bir müjde olarak aktarılmasını, Müslümanların bu güzel haberle mutlu edilmesini, umutlandırılmasını ve kalplerinin canlandırılmasını özellikle istemiştir.

Çünkü bu geliş, ‘sadece bir şahsın çıkışı’ değil; ümmetin içinden geçtiği ‘karanlıktan aydınlığa kavuşacağının, adaletin yeniden ihya edileceğinin, zulmün ve fitnenin ortadan kalkacağının da haberi’dir. Peygamberimiz (sav), Allah’ın bu önemli vaadi ve müjdesiyle İslam ümmetinin moral bulmasını, şevklerinin artmasını ve ümitle dine sarılmalarını sağlamayı hedeflemiştir.

Nitekim Asr-ı Saadet’ten itibaren sahabeler ve onların izinden giden İslam alimleri asırlar boyunca bu müjdeyi nesilden nesile aktararak yaşatmışlardır. Dört büyük mezhebin tamamında Hz. Mehdi’nin geleceği hak bir inanç olarak kabul edilmiş, iman edenler yeryüzündeki fitne ve zulmün Hz. Mehdi vesilesiyle sona ereceğine inanmışlardır.

Bu büyük haber, sadece geçmişte yaşamış Müslümanlar için değil, tüm zamanlardaki müminler için ortak bir heyecan ve dua vesilesi olmuştur. Her dönemde inananlar, “Belki bizim zamanımızda zuhur eder” ümidiyle yaşamış; bu müjde ile sevinmiş, imanlarını tazelemiş ve bu kutlu döneme yetişebilmek için Allah’a dua etmişlerdir.

3-) Mehdi İnancı Her Asırda Müslümanlar İçin Şevk ve Heyecan Kaynağı Olmuştur

Peygamberimiz (sav), sahabelerini bu önemli haber ile müjdelemiş ve sohbetlerinde onlara Hz. Mehdi hakkında bilgiler vermiştir. Ashab-ı Kiram, Peygamberimiz (sav)’in bu anlatımlarından büyük heyecan duymuş; Hz. Mehdi’yi görebilmeyi ve onun zamanında yaşamayı arzu ederek Allah’a dua etmişlerdir.

Rivayetlerde Hz. Musa’nın da Tevrat’ta Hz. Mehdi hakkında verilen bilgilerden etkilenerek onun makamına duyduğu hayranlıkla “Allah’a dua ederek Hz. Mehdi olmayı dilediği” haber verilmiştir:

Salim-ul eşell'dan: "Hz. Musa bin İmran, Tevrat'ın birinci bölümünde Ali Muhammed'in Kaim'ine (aleyhisselam) Mehdi'ye verilen kudret ve faziletleri görünce dedi ki: "RABBİM, BENİ ALİ MUHAMMED'İN KAİM'İ MEHDİ OLARAK KARAR KIL". Ona şöyle söylendi: Doğrusu Mehdi, Ahmed'in (Peygamberimiz (sav)'in) neslindendir. Sonra Tevrat'ın ikinci bölümüne bakınca aynı şeyi gördü. Aynı sözü tekrarladı ve ona aynı cevap verildi. Sonra üçüncü bölümde de aynı şeyleri görünce aynı sözleri tekrarladı ve aynı cevabı aldı." (Şeyh Muhammed B. İbrahim-I Numani, Gaybet-I Numani, s. 280)

Bu durum, Mehdi inancının yalnızca bu ümmet içinde değil, geçmiş ümmetler nazarında da ne kadar kıymetli görüldüğünü ve her asırda hayranlık uyandıracak ölçüde büyük bir makam ve vazife olarak değerlendirildiğini göstermektedir. Ulu’l-azm bir peygamber olan Hz. Musa’nın Hz. Mehdi’nin makamını talep etmesi ise, Mehdiyet’in sıradan bir tarihsel olay değil; Allah Katında derin hikmet, rahmet ve müjde taşıyan büyük bir görev olduğunu ortaya koymaktadır.

Nitekim Asr-ı Saadet döneminden bu yana, 'Mehdiyet inancı' İslam aleminde her asırda büyük önem taşıyan hayati bir konu olmuştur. İman edenler, Müslümanların yaşadıkları sıkıntıların, zulmün, fitnenin, haksız ve adaletsiz uygulamaların, dünyada süregelen savaş ve çatışmaların hep Hz. Mehdi’nin vesilesiyle son bulacağını umarak, bu mübarek şahsın kendi yaşadıkları yüzyılda gelmesini beklemiş, bunun için Allah'a samimiyetle dua etmişlerdir.

Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde de Ashab-ı Kiram döneminden itibaren Müslümanların hasretle Hz. Mehdi’nin gelişini beklediklerinden ve Allah'tan, 'bu tarihi dönemde yaşayanlardan olmayı dilediklerinden' bahsedilir. Hatta Hz. Mehdi dönemine yetişebilmek için yaşlıların 'Allah'tan genç olmayı istedikleri' haber verilir:

"Onun (Mehdi'nin) zamanında, BÜYÜKLER "KEŞKE BEN KÜÇÜK OLSAYDIM", KÜÇÜKLER DE "KEŞKE BEN BÜYÜK OLSAYDIM" DİYECEKLERDİR." (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 48) (Kitab-ul Burhan Fi Alamet-il Mehdiyy-il Ahir Zaman, s. 17)

"… HATTA YAŞAYANLAR (KENDİLERİNDE BULUNAN NİMETLERİ GÖRMELERİ İÇİN) ÖLÜLERİN DE HAYATTA OLMALARINI TEMENNİ EDECEKLERDİR." (İmam Şa'rani, Ölüm-Kıyamet-Ahiret ve Ahir zaman Alametleri, s. 437)

Hadislerde ayrıca Peygamberimiz (sav), o dönemde yaşayacak olan müminlere, 'karda sürünerek de olsa Hz. Mehdi’yi bulup ona uymaları'nı bildirerek, bu kıymetli asra yetişenlere, Allah'ın bu lütfuna layık olmaya çalışmalarını öğütlemiştir:

İbni Ebi Şeybe ve Nuaym b. Hammad Fiten isimli eserde, İbni Mace ve Ebu Naim ise İbni Mes'ud'dan tahric ettiler. O dedi ki: "... O Mehdi arza sahib olur ve kendisinden önce baskı ve zulümle dolu olan arzı adaletle doldurur. SİZDEN O'NA KİM YETİŞİRSE, KAR ÜZERİNDE SÜRÜNEREK OLSA DA GELSİN, O'NA KATILSIN. Zira O Mehdi'dir." (Ahir Zaman Mehdisi'nin Alametleri, Celalettin Suyuti, s. 14)

“KARDA SÜRÜNEREK DE OLSA ONA (MEHDİ’YE) GİDİN VE ONA BİAT EDİN.” (İbn Mace, Fiten: 34)

KARDA SÜRÜNEREK DE OLSA ONA (MEHDİ’YE) GİDİN VE ONA BİAT EDİN; çünkü o Allah’ın halifesidir.” (Hakim, Müstedrek, 4/441)

Bu hadisler, Mehdi inancının tarih boyunca müminler için yalnızca bir bekleyiş değil; aynı zamanda büyük bir manevi güç, ümit ve şevk konusu olduğunu ortaya koymaktadır.

4-) Peygamberimiz (sav) Mehdi ile Dünyadaki Sıkıntıların Son Bulacağını; Yeryüzünün Adaletle ve Nimetle Dolacağını Müjdelemiştir

Peygamber Efendimiz (sav) sahih hadislerinde hem Hz. Mehdi’nin gelişini müjdelemiş hem de bu gelişin İslam dünyası için ‘büyük bir nimete vesile olacağını’ bildirmiştir. Bu konudaki hadislerden bazıları şöyledir:

Mehdi, benim evlatlarımdandır... Zamanında ümmetim bolluğa kavuşur, İNSANLAR HİÇ GÖRÜLMEDİK ŞEKİLDE NİMETLERE ULAŞIR. (İbn Mace, Fiten: 34; Hakim, el-Müstedrek, 4/441)

Ebu Naim, Said’den tahric etti, O dedi, Peygamber (sav) buyurdu: Ümmetim arasında Mehdi gelecektir. Ömrü, kısa olursa yedi, yoksa sekiz, yoksa dokuz sene. ÜMMETIM O'NUN ZAMANINDA iyi ve kötünün BENZERİ İLE NİMETLENMEDİĞİ BİR NİMETLE NİMETLENECEK, sema üzerine bol yağmur yağdıracak, arz nebatın- dan hiçbir şey saklamayacaktır. (Celaleddin Suyuti’nin Tasnifinden Hadisler, Ahir Zaman Mehdisinin Alametleri, Ali bin Hüsameddin El Muttaki, sf.9)

Mehdi benim evlatlarımdandır. … Yeryüzü zulüm ve haksızlıkla dolduğu gibi, O ADALETLE DOLDURACAKTIR. (Ebu Davud, Melahim: 11; Tirmizî, Fiten: 52)

Peygamberimiz (sav), Hz. Mehdi’nin inananların tüm sıkıntılarına çözüm olacağını ve onları karanlıklardan nura çıkaracağını haber vermiştir. Hadislerinde Hz. Mehdi’nin gelişiyle ilgili detayları aktarırken, ONU ARAYIP BULMAK; HER TÜRLÜ ZORLUĞA RAĞMEN, ONUN PEŞİNDEN GİTMEK ve YANINDA OLMAK İÇİN ÇABA HARCAMAK GEREKTİĞİNİ belirtmiştir.

Tüm bu müjdeler asırlar boyunca İslam ümmetine ümit, şevk ve azim kaynağı olmuştur. Müslümanlar, Allah’ın Peygamberimiz (sav)’in bu sözleriyle bildirdiği vaadine sımsıkı sarılmış; her asırda bu umut onların güçlerine güç katmış ve ayaklarını daha da sağlamlaştırmıştır.

5-) “Mehdi’nin Gelişi Mümini İlgilendirmez” veya “Mehdi Beklemeye Gerek Yok” Demek, Sahih Hadisleri Yok Saymak Anlamına Gelir

Buraya kadar yer verilen tüm bu hadisler, Hz. Mehdi’nin gelişinin ‘önemsiz’ veya ‘mümini ilgilendirmeyen’ bir mesele olarak görülemeyeceğini; aksine ümmet için ‘büyük bir sorumluluk ve manevi seferberlik çağrısı olduğunu’ ortaya koymaktadır.

Allah’ın İslam ümmetine bir kurtarıcı ve manevi bir önder olarak geleceğini vadettiği ve peygamberiyle Müslümanlara tebliğ ettiği Hz. Mehdi’nin gelişi, müjdelendiğinden itibaren asırlardır tüm müminleri ilgilendiren çok önemli bir konudur. “Mehdi ister gelsin ister gelmesin; bu mümini ilgilendirmez” demek, bu sahih hadisleri ve ümmete verilmiş olan bu İlahi müjdeyi yok saymak anlamına gelir ki, bu da Ehli Sünnet inancıyla açıkça çelişen bir yaklaşımdır.

Peygamberimiz (sav)’in bu müjdeyi 14 asır önce vermiş olması, bu konunun sadece Hz. Mehdi'nin yaşadığı dönemi değil, ümmetin tüm çağlardaki fertlerini ilgilendirdiğini ve bu haberin kıyamete kadar Müslümanların yolunu aydınlatacak manevi bir anlam taşıdığını göstermektedir.

Bunun yanı sıra, “Hz. Mehdi’yi beklemeye gerek yoktur” şeklinde bir söylem, Peygamberimiz (sav)'e ve hadislere karşı saygıya ve sevgi anlayışıyla da uygun düşmemektedir. Allah’ın Kuran’da bildirdiği tarihi olaylara vesile olacak, Peygamberimiz (sav)'in müjdelediği bu kutlu şahsa yönelik böyle ilgisiz tutum sergilemek hiçbir açıdan doğru değildir. Böyle ifadeler Kuran mantığıyla da sahih hadislerle de bağdaşmamaktadır. Aksine Müslümanların böyle bir müjde karşısında büyük sevinç duymaları, en yakın zamanda Mehdi’nin gelmesi ve onun vesilesiyle İslam dünyasında huzur, bereket ve adaletin hakim olması için samimiyetle temennide bulunmaları gerekir.

6-) Mehdi İnancı Müslümanları Atalete Değil, Gayrete ve Sorumluluk Üstlenmeye Sevk Eder

Hz. Mehdi’yi beklemenin Müslümanları tembelliğe sürüklediği yönündeki söylemler Kuran'a ve Ehli sünnet inancına uygun değildir. Bu tür iddialar çoğu zaman Mehdiyet inancını perdelemek, gündemden düşürmek veya itibarsızlaştırmak amacıyla ortaya atılan birer tevilden ibarettir.

Mehdiyet inancı, İslam ümmetinin birlik ve dirilişine vesile olacak büyük bir ruh ve çok önemli bir şevk kaynağıdır. Hz. Mehdi’nin gelişi; zulüm sistemlerinin yıkılması, adaletin tesis edilmesi, Müslümanların birlik olması ve İslam ahlakının yeryüzüne hakim olması anlamına gelir. İşte bu sebeple bazı çevreler, bu kutlu müjdeyi etkisizleştirmek amacıyla Mehdi inancını ya inkar etmekte ya da ‘atalet sebebi’ gibi göstererek Müslümanların şevkini kırmaya çalışmaktadır.

“Mehdi gelsin de bizi kurtarsın anlayışı, sorumluluktan kaçmaktır.”, “Yüzyıllardır her şey Mehdi’ye bırakıldı, Müslümanlar tembelleşti.”, “Mehdi beklemeye gerek yok; biz işimize bakalım, Mehdi gelirse gelir.” gibi sözlerin gerçek amacı, genellikle Mehdiyet inancını etkisizleştirmeye veya gündemden düşürmeye yöneliktir.

Oysa ki Hz. Mehdi’yi beklemek, Müslümanları tembelliğe sürükleyecek bir konu asla değildir. Çünkü bu bekleyiş, hiçbir gayret göstermeden atalet içinde yaşamak değildir. Tam tersine imanla, gayretle, umutla, kararlılıkla hazırlanmak anlamına gelir. Hz. Mehdi’yi aşkla bekleyen bir mümin, bu kutlu gelişe layık olabilmek için daha fazla gayret gösterir. Bu nedenle Mehdiyet inancı, Müslümanların şevkini artırır; onları sorumluluk bilinciyle hareket etmeye ve mücadele etmeye sevk eder.

Mehdiyet inancı ve Hz. Mehdi’yi beklemek her asırda müminlerin manevi kuvvetlerinin güçlenmesine vesile olmuştur. Dolayısıyla bu inanç, Müslümanları gayret etmekten, sorumluluk almaktan alıkoymaz; aksine onları daha fazla tebliğ yapmaya, daha fazla görev üstlenmeye, dayanışmaya ve birlik olmaya teşvik eder.

Özellikle de hadislerde bildirilen alametlerin büyük bölümünün açıkça zuhur ettiği ve İslam kaynaklarında ‘ahir zaman’ olarak tarif edilen günümüzde, Mehdiyet konusu daha büyük önem taşımaktadır. Zira bu dönem, 1400 yıldır İslam dünyasının dua ettiği, özlemle beklediği bu müjdenin en fazla hatırlatılması, konuşulması ve gündemde tutulması gereken bir zamandır.

Buna rağmen bazı çevrelerce, “Mehdi’yi beklemek atalete yol açar” veya “Biz işimize bakalım, Mehdi gelirse gelir”, İşimize bakalım, Mehdi’yi konuşmak lüzumsuzdur” gibi Kuran ahlakına ve Peygamberimiz (sav)’in müjdelerine tamamen ters düşen bir yaklaşım sergilenmesi, bu müjdenin ruhunu kavrayamamak anlamına gelir. Aksine, bu dönemde Müslümanlara düşen görev;

  • Mehdi’nin gelişini ümmete hatırlatmak,
  • Bu müjdeyle insanlara şevk ve umut vermek,
  • Müslümanların kalplerini yeniden canlandırmak ve maneviyatı yeniden diriltmektir

Bu, tam da şimdi yapılması gereken bir vazifedir. Bugün, 1400 yıldır ümmetin dua edip beklediği bu kutlu gelişin en fazla gündemde tutulması ve hatırlatılması gereken zamandır. Çünkü bu müjde, ümmetin yeniden felaha erişmesiyle doğrudan ilişkilidir.

7-) Bediüzzaman Hz. Mehdi’yi Beklemenin Gerekliliğini Vurgulamış; Kendisi de Beklemiş, Müslümanları da Aynı Şevkle Beklemeye ve Hazırlık Yapmaya Teşvik Etmiştir

Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur’un birçok yerinde Hz. Mehdi’nin gelişiyle ilgili açıklamalarda bulunmuş; ‘Mehdiyet inancının, müminin imanını, şevkini ve gayretini artıran bir umut vesilesi olduğunu’ özellikle vurgulamıştır.

Kendisi de Hz. Mehdi’nin gelişini büyük bir ümitle beklemiş ve bu kutlu şahsın zuhuruna zemin hazırlamak için hayatı boyunca samimi bir gayret göstermiştir. Böylece, Mehdiyet beklentisinin asla atalete değil; tam tersine sorumluluk bilincine ve gayrete vesile olduğunun en güzel örneğini bizzat kendi hayatıyla ortaya koymuştur.

Bediüzzaman’ın eserlerinde Hz. Mehdi’nin gelişiyle ilgili birçok önemli izahı bulunmaktadır. Bu sözlerin tamamı Mehdiyet inancının ne denli önemli ve derin ne kadar umut dolu ve yol gösterici bir hakikat olduğunu ortaya koymaktadır.

→ Bediüzzaman’ın bu konunun önemini anlattığı sözlerinden birinde, ‘Hz. Mehdi’yi beklemenin TARİH BOYUNCA SÜREGELMİŞ KÖKLÜ BİR GELENEK OLDUĞUNU ve bu bekleyişin ümit, maneviyat ve gayret kaynağı olarak ÜMMETİN HER YÜZYILDA BUNA MUHTAÇ KALDIĞINI vurgular:

“Hem şu sırdandır ki; Hz. Mehdi (as), Süfyan gibi âhir zamanda gelecek eşhasları (şahısları) çok zaman evvel, hattâ Tâbiîn zamanında (sahabeden sonra gelen kuşakta) ONLARI BEKLEMİŞLER, yetişmek emelinde (arzusunda) bulunmuşlar. Hattâ bazı ehl-i velayet (velilik sahibi büyük zatlar) ‘onlar geçmiş’ demişler.

İşte bu da, kıyamet gibi, hikmet-i İlahiye (Allah’ın hikmeti) iktiza eder ki (gerektirir ki) vakitleri taayyün etmesin (zamanları kesin olarak bilinmesin). Çünkü HER ZAMAN, HER ASIR, KUVVE-İ MANEVİYENİN (manevi kuvvetin) TAKVİYESİNE (güçlenmesine) MEDAR (vesile) OLACAK VE YEİSTEN (ümitsizlikten) kurtaracak ‘MEHDİ’ MANASINA MUHTAÇTIR.” (Bediüzzaman Said Nursî, Sözler, s. 318)

Bu söz, Mehdiyet inancının çağları aşan bir İslam umudu olduğunu ve ümmetin bu bekleyişle hem imanını canlı tuttuğunu hem de gayretini artırdığını ifade eder. Asr-ı Saadet’ten bu yana İslam ümmetinin, Hz. Mehdi’yi beklemesi; sadece geleceğe dair bir özlem değil, aynı zamanda maneviyatı ayakta tutan güçlü bir umut ve iman azmi olmuştur.

Bediüzzaman Said Nursi, Hz. Mehdi’nin gelişiyle ilgili konuyu ümmetin her çağda diri kalmasını sağlayan, gönüllerdeki imanı besleyen bir manevi bekleyiş olarak yorumlamıştır. Özellikle bu sözünde, çok eskiden beridir tüm ümmetlerin, hatta tabiin yani sahabeden sonraki dönemlerde bile, önceki asırlarda yaşamış âlimlerin ve velilerin hep 'HZ. MEHDİ’Yİ BEKLEDİKLERİNE' dikkat çekmekte, hem de MEHDİYET İNANCININ, ÜMMET İÇİN HER DÖNEMDE GEÇERLİ VE GEREKLİ BİR İHTİYAÇ OLDUĞUNU ortaya koymaktadır.

Müslümanlar her yüzyılda Hz. Mehdi'yi heyecanla beklemişlerdir ve Hz. Mehdi’yi beklemek müminlerin manevi kuvvetlerinin güçlenmesine vesile olmuştur. Onları yeisten kurtarmış, onlara şevk ve heyecan vermiştir.

Bediüzzaman her asır, Müslümanların manevi kuvvetinin güçlenmesine, insanların ümitsizlikten kurtulmasına vesile olacak Mehdi inancına muhtaçtır demiştir. Bu sözlerinde Hz. Mehdi’yi beklemenin tembellik ve rehavete değil; aksine çok daha gayretli bir mücadeleye vesile olacağını belirtmiştir. Hz. Mehdi’yi beklemenin, görevi bırakmak ya da vazifeden kaçış değil; tam tersine o görevi çok daha şuurlu, kararlı ve gayretli bir şekilde yerine getirme arzusu olduğunu ve o vazifeye layık olma heyecanı taşıdığını vurgulamıştır.

→ Bediüzzaman, Mehdi’nin gelişini sadece haber verilen bir olay olarak değil; GÖNÜLDEN BEKLENMESİ ve UĞRUNA HAZIRLIK YAPILMASI GEREKEN KUTLU BİR VAZİFE olarak görmüştür.

Sarf ettiği şu ifadeler, Bediüzzaman’ın Hz. Mehdi’nin gelişini nasıl derin bir sevgiyle beklediğini ve bu kutlu zatın zuhuru için nasıl bir çaba ile hazırlık yaptığını ortaya koymaktadır. Bediüzzaman bu sözleriyle bekleyişinde ne kadar haklı olduğuna da değinmiş ve İSLAM ÜMMETİNİN DE HZ. MEHDİ’NİN GELİŞİNİ AYNI ŞEVK VE SORUMLULUK DUYGUSUYLA BEKLEMESİ GEREKTİĞİNİ vurgulamıştır:

BEN BÖYLE BİR NURUN (Hz. Mehdi’nin) ZUHURUNA (ortaya çıkışını) ÇOK İNTİZAR ETTİM (GÖZLEDİM, BEKLEDİM) VE EDİYORUM. Fakat çiçekler baharda gelir. Öyle ise O KUDSÎ (MÜBAREK, KUTLU) ÇİÇEKLERE ZEMİN HAZIR ETMEK (ORTAM HAZIRLAMAK) LÂZIM GELİR. Ve anladık ki, bu hizmetimizle O NURANÎ (NURLU, MANEVİYATLI) ZATLARA ZEMIN İZHAR EDİYORUZ (hazırlıyoruz, ortaya koyuyoruz).” (Bediüzzaman Said Nursî, Mektubat, s. 371)

Bu söz, Hz. Mehdi’yi beklemenin pasif bir duruş değil, aktif bir iman ve hizmet şuuru olduğuna en güzel delildir. Bediüzzaman, ümmete de aynı şekilde beklemeyi, ama bu bekleyişi gayretle, zemin hazırlayarak, aktif şekilde yaşamalarını tavsiye etmektedir.

→ Bediüzzaman bir başka açıklamasında da Mehdi (as)’ı beklemenin sadece bir temenni değil; Allah’ın rahmetine ve sünnetullahına güvenen, UMUT DOLU BİR BEKLEYİŞ olduğuna dikkat çeker. Bediüzzaman bu ifadeleriyle, sadece Hz. Mehdi’nin geleceğine dair bir bilgi vermekle kalmaz; ümmetin yaşadığı sıkıntıların ardından Allah’ın rahmetiyle MUTLAKA BİR BAHARIN GELECEĞİNE OLAN İNANCINI ve BU İNANCIN ÜMMETİN MANEVİYATINI NASIL CANLI TUTTUĞUNU çarpıcı şekilde ifade eder:

"… Böyle bir cemaat-i azime içindeki mu­kaddes kuvveti tehyic edecek ve uyandıracak hâdisat-i azime vücuda geliyor... Elbette o kuvvet-i azimedeki bir hamiyet-i aliye feveran edecek ve Hz. Mehdi ba­şına geçip, tarik-i hak ve hakikata sevkedecek. BÖYLE OLMAK VE BÖYLE OLMASINI; BU KIŞTAN SONRA BAHARIN GELMESİ GİBİ, ADETULLAHTAN VE RAHMET-İ İLAHİYYE’DEN BEKLE­RİZ VE BEKLEMEKTE HAKLIYIZ." (Mektubat, s.412-413)

Bediüzzaman bu ifadeyle, Mehdiyet bekleyişinin boş bir umut değil, İslam tarihi boyunca daima tekerrür etmiş olan, Allah’ın vadettiği yardımının bir tecellisi olduğunu ve bu yüzden de mutlaka gerçekleşeceğine dair güçlü inancını dile getirmektedir. Bu yüzden onun nazarında Hz. Mehdi’yi beklemek, imanla beklenen ve İlahi adaletin tecellisiyle geleceğine güvenilen HAK BİR BEKLENTİdir.

8-) İslam Alimlerine Göre Hz. Mehdi’yi Beklemek, Ümmeti Diri Tutan ve Gayrete Sevk Eden Bir İnançtır

Asırlardır yaşamış büyük İslam alimleri, Hz. Mehdi’nin gelişiyle ilgili rivayetleri yalnızca tarihi veya sembolik birer anlatım olarak değil; Müslümanların imanını canlı tutan, onları umuda, dirilişe ve hayırlı işlere teşvik eden İlahi müjdeler olarak değerlendirmiştir. Onlar da Hz. Mehdi’yi beklemenin, Müslümanları atalete değil; dirilişe, gayrete ve bilinçli bir hazırlığa teşvik eden bir inanç olduğunu vurgulamışlardır. Bu büyük zatların eserlerinde yer alan açıklamalar, MEHDİYET BEKLENTİSİNİN ÜMMETİN MANEVİ DİRİLİŞİYLE DOĞRUDAN İLİŞKİLİ OLDUĞUNU göstermektedir:

İmam Gazali, eserlerinde Hz. Mehdi'nin zuhuruna dair rivayetlerin sahih olduğunu vurgulamış ve ümmeti Hz. Mehdi’nin gelişiyle müjdelemiştir. Ona göre bu gibi İlahi müjdeler, ‘ümmetin ümitsizliğe kapılmasını engelleyen ve onları yeniden canlanmaya yönelten birer rahmet vesilesi’dir. Gazali’nin, İhyâ-u Ulûmi’d-Dîn adlı eserinin "Kitâbü’l-Havf ve’r-Recâ" (Korku ve Ümit Kitabı) bölümünde yer alan, ‘ümmetin ümit taşımasının manevi diriliş açısından ne denli önemli olduğuna dikkat çeken açıklamalarından biri şöyledir:

KALPTEKİ ÜMİT IŞIĞI SÖNERSE, İBADETLERİN RUHU KALMAZ. Ümit, kul ile Allah arasındaki en güçlü bağlardan biridir. ÜMİT OLMAZSA AMEL DE OLMAZ.” (İhyâ, Cilt 4, s. 126)

Bu ifadelerden açıkça anlaşılmaktadır ki, ÜMMETİN İÇİNDE UMUT TAŞIYAN, ALLAH’IN VAADİNE GÜVENEN BİR KESİMİN VARLIĞI, sadece kişisel bir manevi hal değil, toplumsal açıdan da hayati bir görevdir. İmam Gazali’nin ÜMİT OLMAZSA AMEL DE OLMAZ sözü, inananların ALLAH’TAN GELECEK RAHMETE DAİR ÜMİTLE YAŞAMALARININ, onları İBADETE, GAYRETE VE SALİH AMELE SEVK EDECEĞİNİ göstermektedir. Bu bağlamda Mehdiyet beklentisi, pasif bir bekleyiş değil; ümmeti manevi olarak ayakta tutan, Allah’ın vaadine dayalı bir hazırlık bilincidir.

Nitekim İmam Gazali’nin ÜMİDİN İBADETLERİN RUHU OLDUĞU tespiti, Mehdiyet inancının, neden asırlardır ümmetin dağılmamasında ve yenilenmesinde büyük bir rol oynadığını da açıklamaktadır. Hz. Mehdi’nin geleceğine dair kuvvetli iman, ümmeti sadece tarihsel bir beklentiye değil, sürekli bir iç arınmaya ve toplumsal açıdan manevi uyanışa yönlendirmektedir.

→ İmam Rabbani de, Mektubat’ında Mehdi’nin çıkışına dair sahih haberlerin ‘ümmetin kalbine teselli verdiğine’ ve ‘onları ümitsizlikten kurtardığına’ dikkat çekmiştir:

"Bu zamanda bozulmalar çoğaldı, bid'atler yayıldı. Böyle bir asırda Mehdi gibi bir zatın zuhur edeceğine dair rivayetler yayılmıştır. BU HABERLER, HALKIN KALBİNE TESELLİ VERMEKTE VE ONLARI ÜMİTSİZLİKTEN KURTARMAKTADIR. Allah’ın bu ümmete olan rahmetiyle böyle bir zatı göndereceğine dair KUVVETLİ BİR ÜMİT VARDIR." (İmam Rabbânî, Mektubat, 2. Cilt, 62. Mektup)

İmam Rabbani, zamanın bozulduğu ve bidatlerin yayıldığı bir dönemde yaşadığını ifade ederek; böyle fesada uğramış bir asırda Hz. Mehdi gibi kutlu bir zatın zuhur edeceğine dair rivayetlerin halk arasında yaygınlık kazandığını belirtmiştir. Ayrıca bu tür rivayetlerin, Müslümanların kalplerine güç ve dayanma azmi aşılayarak, onları içinde bulundukları yılgınlık halinden kurtardığına dikkat çekmiştir.

Bu değerlendirme, MEHDİ BEKLENTİSİNİN SADECE İLMİ VEYA TARİHİ BİR MESELE OLMADIĞINI; aksine, ÜMMETİN MANEVİ DİRİLİŞİ VE GELECEĞE UMUTLA BAKABILMESİ İÇİN HAYATİ BİR İŞLEV TAŞIDIĞINI göstermektedir. İmam Rabbani’nin bu yaklaşımı, Mehdi inancının müminler üzerinde moral ve direnç kazandırıcı bir etkisi olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

→ İbnü’l‑Arabi ise, el‑Fütûhâtü’l‑Mekkiyye adlı eserindeki;

“Allah’ın bir halifesi vardır ki (Hz. Mehdi), zamanın sonunda ortaya çıkacaktır” (İbnü’l-Arabî, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, Cilt 3, Bab 366 (Dâr Sâdır, Beyrut), s. 327) ve

“Allah, DÜNYANIN ÖMRÜNDEN BİR GÜNÜ BİLE KALSA, O GÜNÜ MEHDİYİ GÖNDERMEK İÇİN UZATIR.” (İbnü’l-Arabî, el-Fütûhâtü’l-Mekkiyye, Cilt 3, Bab 366 (Dâr Sâdır, Beyrut), s. 328  [Tirmizî, Sünen, Fitân, Hadis No: 2230] )

İfadeleriyle; yeryüzü fitne, zulüm ve haksızlıkla dolduğunda, HZ. MEHDİ’Yİ BEKLEMENİN ÖNEMİNİ ve İLAHİ ADALETİN YENİDEN TESİS EDİLECEĞİNİ vurgular.

İbnü’l‑Arabi’ye göre HZ. MEHDİ’NİN GELİŞİ, ALLAH’IN VAADİDİR ve BU VAAT MUTLAKA GERÇEKLEŞECEKTİR. Zaman ne kadar zulüm ve adaletsizlikle dolu olursa olsun, Hz. Mehdi’nin gelişiyle birlikte hak ve adalet yeniden hakim olacaktır. Bu nedenle ONU BEKLEMEK, İNANANLAR İÇİN BİR UMUT OLMANIN ÖTESİNDE, İMAN VE SADAKATLE SINANILAN BİR BEKLEYİŞTİR. Bu bekleyiş; Allah’a güvenen, adaleti arzulayan ve sabırla yolunu gözleyenler için derin bir sorumluluk ve kararlılık gerektirir. Bu yönüyle Hz. Mehdi’yi beklemek, hakikate bağlı kalanlar için hem bir iman göstergesi hem de sabırla sürdürülen bir teslimiyet ifadesidir.

→ Şeyh Nazım el-Hakkani Hazretleri, hayatı boyunca Mehdi’nin gelişini umutla beklemiş, talebelerine de bu bekleyişi sabır ve inançla sürdürmelerini öğütlemiştir. Aynı zamanda bunun önemli bir ibadet ve teslimiyet imtihanı olduğunu vurgulamıştır.

Şeyh Nazım ve Hz. Mehdi hakkında hazırlanmış olan akademik bir makalede şu tespitlere yer verilmiştir:

Kıbrısî’nin ilim, velî, mi’raç, Hz. Peygamber (sav) ve be’yat, gibi anlayışında görülen Mehdi telakkisi, onun tasavvuf anlayışı hakkında özet bir bilgi gibidir. Bu manada KIBRISÎ’YE GÖRE MEHDİ (AS); VELAYETİN SON HALKASI, MİRÂCIN ESRÂRINA VÂKIF VELÎ, ALLAH’IN NURUNU TAMAMLAYACAĞI TASARRUFUN SAHİBİDİR. Bununla birlikte KIBRISÎ’NİN MEHDİ TELAKKİSİ, mürşitlerinin kendisine bildirdiği haberlere ve yaşadığı manevi tecrübelere dayanan SAĞLAM İNANÇTAN DOLAYI, ona göre, ÜZERİNDE ŞEK VE ŞÜPHE EDİLMEYECEK KADAR KESİNDİR. Dolayısıyla bu mevzu; halis kulların, sıddıkiyet makamlarına çıkışına vesiledir. MEHDİ’Yİ DÜNYA YA DA BERZAH HAYATINDA GÖRMEK ÜZERE BEKLEMEK, BİR İBADET VE TESLİMİYET İMTİHANIDIR.” (Dr. Selami Erdoğan, Şeyh Nazim-i Kibrisî’nin Tasavvuf Anlayışında, Mehdi Telakkisi, Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2013/2, c. 2, sayı: 4, sf. 121)

Kıbrısî’nin Mehdi (as) hususundaki ifade ve beklentilerinde değişiklik olmamıştır. Kıbrısî’nin son zamanlarda yaptığı sohbetlerinde ve dualarında zikrettiği Mehdi düşüncesi, ALTMIŞ SENE EVVELKİ HEYECAN VE UMUDU HÂLÂ İHTİVA ETTİĞİ görülmektedir… Kıbrısî, bu konuya şüpheli yaklaşanlara, aceleci olmamayı ve BEKLEMEYİ TAVSİYE ETMİŞTİR. ((Dr. Selami Erdoğan, Şeyh Nazim-i Kibrisî’nin Tasavvuf Anlayışında, Mehdi Telakkisi, Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2013/2, c. 2, sayı: 4, sf. 130.)

“SİZ OLACAK İŞLERE BAKINIZ. …İŞİN SONUNA DİKKAT EDİNİZ… Olacak şeyden bize böyle söylenmiş iken, bambaşka şeyler oldu diye taaccüpte kalmayın. İŞİN SONUNA BAKIN. Nereye müncer olacak, nereye munkalip olacak. Ağaçlar ham olduğu vakit meyvesini ağzına alırsan ağzını burar, karnına sancı verir. SABREDERSEN O, BAL OLUR. Onun için buruk buruk işler görülür. O HAREKET BURUK TATLARI TATLANDIRMAK İÇİNDİR. HİÇ MERAK ETME, ÖYLE ŞEYLERE ALDIRMA.” ((Dr. Selami Erdoğan, Şeyh Nazim-i Kibrisî’nin Tasavvuf Anlayışında, Mehdi Telakkisi, Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, 2013/2, c. 2, sayı: 4, sf. 130; Bkz. Kıbrısî, Tasavvuf Sohbetleri, s. 51.)

Büyük İslam alimlerinin tüm bu değerlendirmeleri açıkça ortaya koymaktadır ki; Hz. Mehdi’yi beklemek, pasif bir bekleyiş değil, ümit ve şevk dolu, aktif bir sorumluluktur. Bu beklenti, ümmeti atalete değil; bilakis ihlaslı bir gayrete, sabra ve Allah’a yönelişe teşvik eder.

9-) Kuran Ahlakına Göre Müminler Beklerken de Çaba Harcamak ve Hazırlık Yapmakla Mükelleftir

İslam ahlakında ‘beklemek’ kavramı, hiçbir zaman için vicdani sorumlulukları bir kenara bırakıp hiçbir çaba harcamadan atıl ve pasif bir tavır içerisine girmek anlamına gelmez. Kuran’da ve Peygamberimiz (sav)’in sünnetinde geçen bekleyiş, her zaman için ‘ümit, şevk, azim, gayret, sabır, hazırlık yapma’ gibi mümin ahlakının gereklerinin de yaşandığı bir süreçtir.

Kuran’da anlatılan pek çok kıssada, inananların yaşadıkları zorluklar karşısında bu ahlakı gösterdikleri; ‘bir olayın gerçekleşmesini beklemeleri gereken durumlarda’, bu süreci ‘Allah’ın ipine sımsıkı sarılarak, ellerinden gelen gayretin en fazlasını göstererek geçirdikleri’ görülür. Nitekim bu Allah’ın Kuran ayetleri ile farz kıldığı iman ahlakının bir gereğidir. Bu konudaki ayetlerden biri şöyledir:

“De ki: Bekleyin; biz de sizinle birlikte BEKLEMEKTEYİZ.” (Hud Suresi, 122)

Bu ayette geçen “beklemek” ifadesi, kaderde yaşanacakları hiçbir şey yapmadan sessizce izlemek değil, bir yandan sabır ve metanet gösterirken; aynı zamanda ‘hakkın galibiyeti için çalışma, tedbir alma, mücadele etme, hazırlık yapma hali içinde olmayı’ da ifade eder. Dolayısıyla Kuran’a göre beklemek; hazırlık, iman ve teslimiyet anlamındadır. Atalet anlamına asla gelmez. Mümin bekler ama beklerken çalışır, mücadele eder, çaba harcar.

Bu nedenle bir yandan Hz. Mehdi’yi beklerken bir yandan da İslam ahlakının hakimiyeti için gayret etmek her Müslümanın vazifesidir. Allah, Kendi rızası için samimiyetle mücadele eden kullarına yardım edeceğini Kuran’da kesin olarak vaat etmiştir:

Allah, içinizden iman edip SALİH AMELLER İŞLEYENLERE, kendilerinden öncekileri nasıl halife kıldıysa, onları da yeryüzünde mutlaka halife kılacağını, ONLAR İÇİN RAZI OLDUĞU DİNİ HAKİM KILACAĞINI ve korkularını güvene çevireceğini vaat etti. (Nur Suresi, 55)

Allah, KENDİ DİNİNE YARDIM EDENLERE KESİNLİKLE YARDIM EDER. Şüphesiz Allah, kuvvetlidir, üstün olandır.” (Hac Suresi, 40)

BİZİM UĞRUMUZDA ÇABA HARCAYANLARI elbette YOLLARIMIZA ERİŞTİRİRİZ. Şüphesiz Allah, iyilik yapanlarla beraberdir. (Ankebut Suresi, 69) 

10-) “Mehdi’yi Beklemeye Gerek Yoktur” Diyen Görüşlerin Asıl Toplumu Atalete Sürüklediği, 2017 Sivas Mehdiyet Sempozyumu Örneğinde Açıkça Görülmektedir

2017 yılında Sivas’ta düzenlenen Mehdilik Sempozyumunda, farklı akademisyen ve ilahiyatçıların ortak teması, Hz. Mehdi’nin geleceğiyle ilgili müjdeleri reddetmek, Mehdiyet inancını tarihselleştirmek ve bu müjdeyi ‘beklenmemesi gereken’ bir olgu olarak yorumlamaktı. Konuşma içeriklerinde, Peygamberimiz (sav)'in yüzlerce sahih hadisle haber verdiği Mehdiyet, ya tarihi geçmiş bir dönemle sınırlandırılmış ya da günümüz Müslümanlarının hiçbir şekilde ilgilenmemesi gereken bir inanç olarak sunulmuştur .

Ne var ki sempozyumun kendisi bu iddianın geçersizliğini gözler önüne seren açık bir tablo sergilemiştir. Salonun genelinde CİDDİ BİR İLGİSİZLİK, DİNLEYİCİLERİN BÜYÜK KISMINDA UYUŞUKLUK, UYUKLAMA ve KONUDAN KOPUKLUK gözlemlenmiştir.

Oysa bu sempozyuma katılanlar dahi, Mehdi beklentisi ortadan kalkarsa, Müslümanlar ataletten kurtulur, daha gayretli ve şuurlu hale gelir” yönündeki iddialardan hiçbir şekilde etkilenmemiş; tam aksine GÖZLE GÖRÜLÜR BIR TEPKİSİZLİK ve MANEVİ BOŞLUK HALİ içinde kalmışlardır.

 

Aşağıdaki görsellerde de görüleceği üzere, İZLEYİCİLERİN ÇOĞU UYUMAKTA veya DİKKATİNİ TAMAMEN KAYBETMİŞ DURUMDADIR:

 














Bu tablo çok önemli bir gerçeğe işaret etmektedir:

 “Mehdi gelmeyecek”, “Mehdi’yi beklemeye gerek yok” diyen yaklaşımlar, Müslümanlarda HEYECAN, GAYRET ya da HAREKET DEĞİL; tam aksine ATALET, UYUŞUKLUK, İLGİSİZLİK, RUHSUZLUK ve İÇE KAPANIKLIK doğurmaktadır.

Bu düşünce biçimi MÜSLÜMANLARIN ŞEVKİNİ KAMÇILAMAMAKTA, ONLARI FİKREN VE RUHEN CANLI KILMAMAKTA; aksine PASİFİZE ETMEKTE, MANEVİ BIR ATALETE, TOPLUMSAL REHAVETE ve TEPKİSİZLİĞE sürüklemektedir.

Dolayısıyla Mehdi inancı atalete neden olur iddiası gerçek dışı olduğu gibi; asıl Mehdiyet inancının bastırıldığı ortamlarda ortaya çıkan GERÇEK ATALETİN VE FİKRİ ÇÖKÜŞÜN DELİLİ, bu sempozyumda açık şekilde görülmüştür.

Hz. Mehdi’nin geleceğini müjdeleyen hadis-i şerifler, yüzyıllardır ÜMMETİ DİRİ VE UYANIK TUTAN BİR RUH ve DİRİLİŞ ÇAĞRISI olmuştur. Bu inancı zayıflatmak isteyenlerin, sözde “ataleti önleme” iddialarına rağmen, gerçekte TOPLUMDA MORAL ÇÖKÜŞÜ ve MANEVİ İLGİSİZLİK DOĞURDUĞU açıkça görülmektedir. Sivas sempozyumu, bu çelişkinin İBRETLİK BIR ÖRNEĞİDİR.

 

SONUÇ               :

Sonuç olarak, yukarıda sunulan açıklamalar ışığında müvekkil şu hususa dikkat çekmektedir: Hz. Mehdi’yi beklemek, Kuran’a ve sahih sünnete uygun, köklü bir inançtır. Bu inanç, Müslümanları asla atalete sürüklemez, sorumluluk üstlenmekten uzaklaştırmaz; aksine İMANLARINI, ÜMİTLERİNİ ve GAYRETLERİNİ PEKİŞTİRİR. Müslümanları İslam ahlakını yaşamaya, hakikati yaymaya, İslam aleminde yaşanan sıkıntı ve zorlukları sona erdirmek için daha fazla çaba göstermeye teşvik eder.

Tarih boyunca yaşamış büyük İslam alimleri bu bekleyişin ümmet için daima bir MANEVİYAT KAYNAĞI ve CANLILIK VESİLESİ olduğunu ifade etmişlerdir. Bu doğrultuda Hz. Mehdi’yi beklerken, aynı zamanda İslam ahlakının dünya çapında hakimiyeti için fikri ve ahlaki mücadele içinde olmak, her Müslümanın vicdani bir görevidir.

Peygamberimiz (sav)’in bu konudaki müjdelerini yok saymak veya ümmeti ilgilendirmediğini iddia etmek, hem sahih hadis-i şeriflere hem de İslami geleneğe aykırıdır. Müvekkil, bu tür yaklaşımların toplumda yanlış ve yanıltıcı bir algı oluşturduğuna; ASIL BU TÜR SÖYLEMLERİN MÜSLÜMANLARI ATALETE SÜRÜKLEDİĞİNE ve ÜMMETİN MANEVİ DİRİLİŞİNE ZARAR VERDİĞİNE dikkat çekmektedir. Bu nedenle de söz konusu yanlış bakış açısının ilmi yönleriyle aydınlatılmasının ve Müslümanların konu hakkında sahih bilgilerle bilgilendirilmesinin önem arz ettiğine inanmaktadır.

Bu kapsamda, müvekkilin açıklamalarını saygıyla bilgilerinize sunarız. 

01.07.2025

Adnan Oktar Müdafii

Av. Mert Zorlu

Daha yeni Daha eski