İSTANBUL 30. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

DOSYA NO       : 2024/414 E

SUNAN              : Adnan Oktar

MÜDAFİ           : Av. Mert Zorlu

KONU         : Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında Sayın Mahkemenizin vermiş olduğu MAHKUMİYET KARARININ BİR KADER DAHİLİNDE OLDUĞU ve BU KARARIN VESİLE OLDUĞU BÜYÜK HAYIRLARA İLİŞKİN müvekkil Adnan Oktar’ın beyanlarının sunumudur.

AÇIKLAMALAR:

Adnan Oktar Davasının bir kumpas davası olduğu tüm Türkiye tarafından bilinmektedir. Herhangi bir yargı mensubundan sokaktaki vatandaşa, ceza hukukçularından siyasetçilere kadar herkes bu konuda hemfikirdir. Bu kumpas dosyasını fırsat bilerek müvekkilin ideolojisine ve fikri mücadelesine karşıt olanlar; madden, manen ve fiziken yetersizliklerinin öfkesine kapılanlar ve birçok farklı sebep nedeniyle haset duyanlar ittifak etmişlerdir. Vicdanen ve aklen müvekkil ve arkadaşlarının masum olduklarını tüm Türkiye bildiği halde, Cumhuriyet tarihinde görülmemiş ağır cezalara hükmedilerek müvekkil ve arkadaşları mahkum edilmiştir.

Müvekkil ve arkadaşlarının masumiyetlerine ilişkin dava dosyasında yer alan yüzlerce savunma deliline, uzman bilirkişi raporlarına ve Türk Ceza Kanunu’nu yazan hocaların “Adnan Oktar Dosyasında kanuna göre suç örgütü ve suç yok” diye kanaat belirtmelerine, İstanbul BAM 1 Ceza Dairesi’nin ortaya koyduğu somut ve hukuki bozma gerekçelerine rağmen;

Kendi canlarını kurtarabilmek için iftira atmaya mecbur kalmış insanların delilsiz beyanlarına dayanarak,

Bu beyanların içindeki yüzlerce çelişkiyi göz ardı ederek,

Bu beyanlar dışında yargılananlar aleyhine hiçbir somut delil olmadığı halde,

Yargılananların tüm savunma haklarını ellerinden alarak,

Tüm delil araştırma taleplerini toptan reddederek,

Tanık dinletmelerine izin vermeyerek,

Yargılananların inançlarını, yaşam stillerini hedef alıp ön yargılı bir üslup kullanarak

Sayın Başkanlığınız ve Heyetiniz tarafından verilen binlerce yıllık haksız ve hukuka aykırı mahkumiyet kararları müvekkilin inancına göre
MÜVEKKİL VE ARKADAŞLARININ İYİLİĞİNE VE YARARINA HİZMET EDEN, ÖZÜNDE ÇOK HAYIRLI KARARLARDIR.

Müvekkil Adnan Oktar’ın konuya ilişkin düşünce ve açıklamaları şöyledir:

1. HİÇ KİMSE BEYNİNİN DIŞINA ÇIKAMAZ, HER HÜKMÜ ALLAH VERİR

İnsanın dünyaya ve varlık alemine dair tüm bilgisinin Allah’ın ona beyninde izlettirdiği görüntüyle sınırlı olduğu bilimsel bir gerçektir. Her insan beyninin içinde yaşar ve bugüne kadar hiçbir insanın beynin dışındaki dünya ve varlık ile tanışmamıştır.

Her insan yalnızca beynindeki elektrik sinyalleriyle muhataptır. BİR VOLTUN MİLYONDA BİRİ ÖLÇÜSÜNDE OLAN ELEKTRİKSEL AKTİVİTEYİ insan ufukta doğan bir Güneş, hafif dalgalı engin bir deniz, ılık esen bir rüzgar, zevkle dinlediği bir müzik, kendisine sevgiyle bakan bir çift göz, ultra lüks bir araba, çok şık bir ev, şefkatini harekete geçiren bir kedi miyavlaması, rengarenk ışıl ışıl mağazalarla dolu bir AVM, 5 yıldızlı bir lokantada müthiş lezzetli bir yemek, bir okul sırası, son model bir telefon, yıllarca ulaşmak için emek verdiği bir makam koltuğu, bir mahkeme salonu olarak görür, duyar, koklar, tadar ve hisseder. Dışarıdan geldiğine inandığımız görüntü, ses, ışık gibi uyarıcıların DIŞARIDAKİ ASILLARINA BİZLER ASLA ULAŞAMAYIZ. Bizim algıladığımız şey, vücudumuzda bizlere ses, görüntü, ışık, koku hissiyatı oluşturan elektrik sinyallerinden ibarettir.

Bir cisimden gelen ışık, göz merceğinden geçer ve gözün arka tarafındaki ağ tabakanın üzerine baş aşağı (yani ters) ve iki boyutlu bir görüntü bırakır. Ağ tabakadaki çubuk ve koni hücreler, bazı kimyasal işlemlerden sonra bu görüntüyü elektriksel akıma dönüştürür. Bu elektriksel akımlar, göz sinirleri aracılığı ile beynin arka kısmında yer alan görme merkezine götürülür. Beyin ise bu gelen sinyali ÖNCE DÜZELTİR, sonra ANLAMLI VE ÜÇ BOYUTLU GÖRÜNTÜLER haline getirir. Bir başka deyişle görüntü, beyne sadece ELEKTRİK SİNYALİ olarak gider. DIŞARI İLE BAĞLANTISI YOKTUR. Dışarıdaki ışık, BEYNİN İÇİNE ASLA GİRMEMEKTEDİR. Beyin de, asla dışarı çıkıp dışarıda var olduğuna inanılan IŞIĞA ULAŞAMAMAKTADIR. AYNI ŞEY DOKUNMA, KOKU, TAD, İŞİTME GİBİ TÜM DUYULAR İÇİN GEÇERLİDİR.

Dolayısıyla insan, aslında beynindeki algılar bütünü içinde hapsolmuş durumdadır. BUNUN DIŞINDAKİ BİR DÜNYAYA ERİŞİMİ YOKTUR. Hatta böyle bir dünyanın varlığına dair bir KANITI DA YOKTUR. VE BU TARTIŞMAYA AÇIK OLMAYAN BİLİMSEL BİR GERÇEKTİR.

BİLİMİN SÖYLEDİĞİ GERÇEĞE GÖRE; HER KARAR BEYİNDE ALINIR. İNSAN BİR KARAR ALDIĞINI ZANNEDERKEN KADERDE ALLAH’IN YARATTIĞI KARARI ALIR. HER HÜKMÜ ALLAH VERİR. MAKAM KOLTUĞUNDA OTURUP EMİRLER YAĞDIRAN BİR ŞİRKET MÜDÜRÜ, MAHKEME SALONUNDA HÜKÜM İKİ DUDAĞININ ARASINDAYMIŞ GİBİ GÖRÜNEN HAKİM, HAYATİ BİR AMELİYATTA BAŞARI ELDE EDEN BİR CERRAH, GÜÇ VE KUVVETİN KENDİSİNDE OLDUĞUNA İNANARAK KÖTÜLÜK PLANLAYAN BİR İNSAN BEYNİNİN İÇİNDEKİ ELEKTRİK SİNYALLERİYLE MUHATAP OLAN GÖLGE BİR VARLIKTAN İBARETTİR. HER YAPTIĞINI ALLAH YARATIR.

HER İNSAN ALLAH’IN KENDİSİNE YARATTIĞI GÖRÜNTÜYE KİLİTLENMİŞ OLARAK DOĞAR, YAŞAR VE ÖLÜR. ALLAH BAZILARI İÇİN İMANLA VE HAYIRLA, KENDİ SEVGİSİYLE DOLU BİR GÖRÜNTÜ TAKDİR ETMİŞTİR. BAZILARINI İSE BU MÜMİN KULLARININ GELİŞMESİNE, GÜÇLENMESİNE, İMANİ DERİNLİK KAZANMASINA VE CENNETE LAYIK YÜKSEK BİR AHLAK EDİNMESİNE VESİLE OLMAK VAZİFESİ İÇİN VAR ETMİŞTİR.

İman bu gerçeğin şuurunda olmak, Allah’ın sonsuz güç ve kudretinin eseri, sevgisinin merhametinin ve aklının tecellisi olan görüntüyü şükürle, sevinçle, aşkla, izlemektir. Kuran’da anlatılan iman budur. Müvekkil ve arkadaşları hayatlarını böyle temiz bir imanla yaşamaya azmetmişlerdir.

2. MÜMİNLERE TUZAK KURANLAR ve ALEYHLERİNE KARAR VERENLER KADERDEKİ GÖREVLERİNİ YERİNE GETİRİRLER

Herkes dünyaya Allah’ın takdir ettiği görüntüyü yaşamak ve ona belirlemiş olduğu görevini yerine getirmek için gelir. Mümin sonsuz öncede -Kalu Bela’da- Allah’a sevgisinde sadık ve vefalı olduğuna söz vermiştir. Dünya hayatı bu sözünde durduğuna kendisinin şahit olması için yaratılmış bir eğitim alanıdır. Diğer bir deyişle mümin cennetten gelen ve cennete giden bir varlıktır. Allah müminleri cennete hazırlayan vesileleri de görüntüsünde sonsuz öncede yaratmıştır. Allah’ın onun görüntüsünde yarattığı her detay cennet hayatının bir parçasını oluşturur, cennetini güzelleştirmek için vardır.

Allah müminleri dostlarıyla, sevenleriyle, kardeşleriyle birlikte yarattığı gibi zahiren oluşturdukları zorluk ve kötülükle onların hayrına hizmet edecek kişileri de müminlerle birlikte yaratmıştır. Nasıl ki Hz. Muhammed (sav), Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi saldırgan müşriklerle, Hz. İbrahim Nemrud ünvanıyla bilinen zorba bir kralla, Hz. Musa Firavun ile, Hz. Yusuf kendisine göz göre göre iftira atan kadınlarla, Hz. İsa kendi cemaati içinden ihanet eden bir hainle, Mehdi Deccaliyetle birlikte yaratıldıysa her salih mümin de zorluk ve çile oluşturarak eğitimine katkıda bulunacak kişilerle birlikte yaratılmıştır.

Bu kişiler imtihan ortamının bir gereği olarak vazifelendirilmiş olduklarının şuurunda olmazlar. Kendi zekalarıyla tuzak kurduklarını, kendi iradeleriyle plan yaptıklarını, düşündüklerini, neticeye vardıklarını, karar verdiklerini zannederler. Oysa Allah kaderde ne yapmalarını yazdıysa onu yaparlar ve onları hangi görüntüye kilitlediyse o görüntünün içinde yaşarlar. Allah’ın dilediğinin dışına çıkamadıklarının farkında dahi olmadan, en karşıt oldukları, en öfke duydukları, en haset ettikleri kişiye yani salih müminlere hizmet ederler. Bu kişilerin müminlere sağladığı hayır, katkı ve güzellikler müminin kendi isteğiyle elde edebileceğinden çok daha fazla ve değerlidir. Bu insanların sağladığı katkı sadece manevi eğitim ve derinlikle sınırlı kalmaz. Allah’ın lütfu ve nimeti olarak, müminlerde fiziksel olarak da somut ve gözle görülür kazanca ve hayra vesile olurlar.

Bu sebeple de müminlerin kendilerine karşıt gibi görünen, aleyhlerinde faaliyet yapan, kararlar alan, planlar kuran insanlara karşı bir öfkeleri, kızgınlıkları olmaz. Tam tersine Allah’ın mümine tüm detaylarıyla hep hayır olarak yarattığı kaderin hikmetli bir parçası olduklarını düşünürler.

Allah Kuran’da her şeyin, her insanın, her varlığın bir kaderle yaratıldığını bildirmiştir. Hiçbir insan bu kaderin dışına çıkamaz.

Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırız

“Hiç şüphesiz, BİZ HERŞEYİ KADER İLE YARATTIK.” (Kamer Suresi, 49)

ALLAH’IN EMRİ, TAKDİR EDİLMİŞ BİR KADERDİR.” (Ahzap Suresi, 38)

ALLAH DİLEMEDİKÇE SİZ DİLEYEMEZSİNİZ. Gerçekten Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (İnsan Suresi, 30)

“Ben gerçekten, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. O'nun, ALNINDAN YAKALAYIP DENETLEMEDİĞİ HİÇBİR CANLI YOKTUR.” (Hud Suresi, 56)

“Gaybın anahtarları O'nun Katındadır, O'ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir. O, BİLMEKSİZİN BİR YAPRAK DAHİ DÜŞMEZ…” (Enam Suresi, 39)

Yukarıdaki Ayetlerden de anlaşılacağı üzere, 30 ACM Heyetinin verdiği ve vereceği tüm kararlar, henüz daha kendileri doğmadan önce Allah Katında bir kader ile yazılmıştır. Dolayısıyla 30 ACM Heyetince verilen haksız-hukuksuz binlerce yıllık mahkumiyet kararlarıyla zahiren müvekkil ve arkadaşlarının cezalandırıldıkları düşünülse de, aslında bu kararlar müvekkil ve arkadaşlarının hayrına vesile olacak şekilde Allah tarafından takdir edilmiş bir kaderin neticesidirler. Dolayısıyla 30 ACM Başkanı Sayın Mahmut Başbuğ’un ve heyet üyesi diğer hakimlerin kaderinde de, verdikleri mahkumiyet kararlarıyla müvekkil ve arkadaşlarının hayrına vesile olmak yazılmıştır.

3. MÜMİNLERE HAYIR ŞER GÖRÜNÜMÜNDE GELİR

Peygamberimiz (sav) bir hadisinde müminlerin en önemli vasıflarından birinin “her şeylerinin hayır olması” olduğunu bildirmiştir:

MÜMİNİN HALİ NE KADAR ŞAŞIRTICIDIR; DOĞRUSU ONUN İŞİ HEPSİNDE HAYIRDIR; BU YALNIZ MÜMİN İÇİN VARDIR. (Sahih Müslim, 2999)

Peygamberimiz (sav)’in bu sözünde çok önemli bir sır vardır. Dikkat edilirse Peygamberimiz (sav), müminlerin işlerinin hepsinde hayır olduğunu bildirirken BU GÜZELLİĞİ ALLAH’IN YALNIZ MÜMİNLER İÇİN VAR ETTİĞİNİ, MÜMİNLERE HAS BİR NİMET OLARAK YARATTIĞINI SÖYLEMİŞTİR. Mümin dünyanın en zorlu, en sıkıntılı, en açmaz gibi görünen halinde bile olsa hepsi istinasız tüm detaylarıyla hayırdır. Bu da mümine hayrın genellikle şer görünümünde geldiğini göstermektedir.

Allah, Peygamberler, salih müminler ve veli insanların değerine değer katılması için zahiren şer gibi görünen ama özünde mutlak hayır olan çok sayıda olay yaratır. Bu, Allah’ın sünnetidir. Cezaevi de Allah’a aşkla bağlı olanların geçtiği kıymetli yollardan biridir. Allah Kuran’da Müslümanların tarih boyunca hep aynı güzel eğitimlere tabi olduklarını şöyle bildirmiştir:

Hani o inkâr edenler, SENİ TUTUKLAMAK ya da öldürmek veya SÜRGÜN ETMEK AMACIYLA, tuzak kuruyorlardı. Onlar bu tuzağı tasarlıyorlarken, Allah da bir düzen (bir karşılık) kuruyordu. Allah, düzen kurucuların (tuzaklarına karşılık verenlerin) hayırlısıdır. (Enfal Suresi, 30)

Kuran’da bildirilen kıssalardan ve tarihi kaynaklardan görüldüğü üzere, Hz. İbrahim, Hz. Nuh, Hz. Musa ve Hz. İsa gibi neredeyse tüm peygamberler haksız yere tutuklanmışlar, cezaevi eğitiminden geçmişlerdir. Ömrünü Allah’a adamış, Allah için yaşayan bir mümin olarak benzer bir durumla karşılaşmak müvekkilin onur ve sevinç duyduğu bir güzelliktir.

Bir kere bile düşünmeden yaşayıp giden, hayatı yemek içmek uyumak ve çalışmaktan ibaret olan, yaşamı ve olayları sadece görünen şekline (zahirine) bakarak yüzeysel değerlendiren insanlar için, mahkumiyet kararı belki de bir insanın başına gelebilecek en kötü şeylerden birisi, hatta hayatın sonuymuş gibi değerlendirilebilir. Ancak zahiren ŞER GİBİ GÖRÜNEN OLAYLARIN ARDINDAKİ GİZLİ HAYIRLARI GÖREBİLMEK, ANCAK HİKMETLE BAKAN BİR İÇ GÖZ ve DERİN İMAN SAYESİNDE olabilir. Allah bu sırrını Kuran’da şöyle açıklamaktadır:

“… Olur ki HOŞUNUZA GİTMEYEN BİR ŞEY, SİZİN İÇİN HAYIRLIDIR ve olur ki, SEVDİĞİNİZ ŞEY DE SİZİN İÇİN ŞERDİR. Allah bilir de siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi, 216)

“(Bunlar,)
'İçten Allah'a yönelen' her kul için HİKMETLE BAKAN BİR İÇ GÖZ ve bir zikirdir.” (Kaf Suresi, 8)

Bununla birlikte 30 ACM Başkanı Sayın Mahmut Başbuğ ve heyet üyelerince müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşları hakkında verilen haksız-hukuksuz binlerce yıllık mahkumiyet kararlarıyla gelen hayırlar o derece bariz ve dikkat çekicidir ki, hemen herkes tarafından görülmekte ve hayretle karşılanmaktadır.

4. MAHKUMİYETLE GELEN HAYIRLAR - 1

CAMİAYI YENİDEN CANLANDIRIP DAVA ŞEVKLERİNİ VE HEYECANLARINI KATBEKAT ARTIRMIŞTIR

30 ACM tarafından verilen mahkumiyet kararı ASLEN, MÜVEKKİLİN ARKADAŞ GRUBUNU DAĞILMAKTAN KORUMAK ve BİRLEŞTİRİP GÜÇLENDİRMEK İÇİN VERİLMİŞ HİKMET DOLU BİR KARAR OLMUŞTUR.

Devletimiz müvekkilin arkadaş grubunun dağılma riskini tamamen ortadan kaldırmış, tesanüd ve kardeşlik duygularını çelik gibi sağlamlaştırıp güçlü bir dostluk ortaya çıkarmıştır. NİTEKİM OPERASYONDAN BİR SÜRE ÖNCE BİRÇOK KİŞİ AYRILMAYA BAŞLAMIŞ, O DÖNEMDE ARKADAŞ GRUBUNDAN UZAKLAŞAN ÇOK FAZLA KİŞİ OLMUŞTUR. BU KİŞİLERİN NEREDEYSE TAMAMI OPERASYONLA BİRLİKTE ARKADAŞ GRUBUYLA YENİDEN KENETLENMİŞTİR. Kendilerini iş hayatına, günlük hayatın akışına, evlilik çocuk gibi dünyevi meselelere kaptırarak imani mücadeleden uzaklaşmaya yönelen, neredeyse birbirlerini hiç görmemeye başlayan arkadaş grubunu, birbirleriyle bağlantıları gittikçe zayıflıyorken -tutuklanma vesilesiyle- 24 saat birlikte yaşar hale getirmiş, birbirleriyle tarihlerinde olmadıkları kadar çok kaynaştırmıştır. Çoğu zaman birbiriyle görüşmeye dahi fırsat bulamayan kişiler arasında kurşunla kaynatılmış gibi sağlam bir birlik, kardeşlik, dayanışma, sevgi oluşmuştur.

Hatta 30 ACM heyetince operasyon öncesinde camiadan ayrılmış kimseler hakkında dahi mahkumiyet kararları verildiğinden, ZAMANINDA CAMİA İLE YOLLARINI AYIRMIŞ KİMSELER BİLE tutukluluk vesilesiyle camiayla yeniden kaynaşmış ve eskisinden daha da sıkı bağlarla birbirlerine bağlanmışlardır. Açıkcası sırf bu durum bile mahkumiyet kararları sonrasında müvekkil ve arkadaşlarının dağılıp ayrılacaklarını düşünen insanlar için hayret verici bir gelişme olmuştur.

Müslümanların birbirlerinden uzaklaşmaları durumunda imani derinliklerini kaybetmeleri hatta Allah korusun ibadetlerden de uzaklaşmaları riski olduğu Kuran’da haber verilen bir gerçektir. Devletimiz arkadaş grubunu dağılma riskini görünce bu gençlerin -Allah korusun- imanlarını kaybetme ve ibadetlerinden uzaklaşma tehdidine karşı tedbir almış operasyon düzenleyip tutuklayarak onları dünyadan kurtarmıştır.

Devletimiz, operasyon ve tutuklama yöntemiyle dünyaya yönelmek eğiliminde olan arkadaş grubunu özel bir manevi ve fiili eğitime almış, müvekkilin arkadaşları cezaevinde imanen olduğu kadar bilgi ve ilim olarak da kendilerini geliştirme imkanı bulmuşlardır. Hemen hepsi ilahiyat fakültesini bitirmiş, 2., 3. ve hatta 4. Üniversiteden mezun olmuşlardır. Arapça öğrenmiş ve Arapçalarını geliştirmiş, Kuran’ı Arapçasından derin anlamlarıyla incelemiş, birçok sırrını ve mucizesini öğrenmiş, alim haline gelmişlerdir. Her biri adeta birer müfessir olmuş; hatta birçoğu kendi ifadeleriyle “gerçek imanı aslen hapiste bulmuş”lardır.

Dolayısıyla ortada kumpasçıların halka telkin etmeye çalıştığı gibi, “Adnan Oktar Grubunu bitirmek” gibi bir amaç olmadığından arkadaş grubunun bitmesi de söz konusu olmamıştır. Tam tersine Devletimiz’in arzu ettiği ve planladığı üzere müvekkil ve arkadaşları bu operasyondan sonra her yönden hayır, bereket, sağlık, iyilik, güzellik ve gelişme bulmuşlardır. Sayın Mahkemeniz bu hayra ve güzelliğe vesile olma şerefine erişmiştir.

Müvekkil alınan mahkumiyet hükmünün hayırları hakkında 28.04.2025 tarihli, İstanbul Anadolu 1. Ağır Ceza Mahkemesi’ndeki Savunmasında şu sözleri ifade etmiştir:

“Devletimizin bizi sevdiğini de görüyorum. Operasyon yapılmasa %95’i giderdi. Sosyete bu çocuklar. Eğlence için geliyorlar. Ama operasyon yapılınca, tutuklama olunca mümkün değil. ÇOCUKLARIN DAĞILMASI DEVLETİN KONTROLÜNDE İMKANSIZ HALE GELDİ. BİR KİŞİ ZAYİ OLMADAN HEPSİNİ KURTARMIŞ OLDU. HEPSİ İFLAS EDECEKTİ, EKONOMİK KRİZ OLDU. HEPSİ ARAPÇA VE KURAN ÖĞRENDİLER. EVLİYA GİBİ OLDULAR…”

“Allah kaderde her şeyi ince ince planlıyor. Hakikaten, “buhar olacak” diyordu savcı. Devlerin devi haline geldik. Bütün tuzakları “Ben kurarım bütün tuzakları
Ben bozarım” diyor Allah. … ARKADAŞLARIM ŞU AN EVLİYA. Kritik yaşı da atlattılar… Allah’ın gücüne tam inanmak çok önemli, Allah’ın her şeyi halledeceğini bilmek çok önemli.”

5. MAHKUMİYETLE GELEN HAYIRLAR – 2

CEZAEVİ, BAŞTA MÜVEKKİL OLMAK ÜZERE TÜM CAMİANIN ÖMRÜNE ÖMÜR, SAĞLIĞINA SAĞLIK KATMIŞTIR

Allah cezaevini tüm detaylarıyla müminlerin hayrına metafizik bir mekan olarak yaratmıştır. Suç işledikleri için tutuklu veya hükümlü olan insanlar için de bir okul hükmünde olan cezaevi, masum olmalarına rağmen tutuklanan müminler için bin bir hikmet ve güzellik içerir. Bu hayırların başında müminlere manen kattığı güzellikler gelir.

Ama bir de fiziki gerçeklik vardır ki cezaevinde müminler için fizik kanunları bile farklı işler. ZAMANIN YIPRATICI ETKİSİ, YAŞIN GETİRDİĞİ HASTALIKLAR, ZAMAN ZAMAN HASTALIKLARIN SEBEP OLDUĞU ZORLUKLAR GİBİ İNSANLARIN HAYATININ BİR PARÇASI GİBİ GÖRÜNEN ŞEYLERİN TAMAMI MÜMİNLER İÇİN CEZAEVİNDE ORTADAN KALKAR. ZAHİREN ZOR VE NOKSANLIK GİBİ GÖRÜLEN DURUM İÇİNDE OLSALAR DAHİ BUNLARIN HER BİRİNİN KENDİLERİNE GÜÇ, KUVVET, SAĞLIK VESİLESİNE DÖNÜŞTÜĞÜ GÖZLEMLENİR. Çünkü Allah Kendisini seven kullarına, “Her zorlukla beraber bir kolaylık yaratacağını” (İnşirah Suresi, 6) vaad etmiş ve “vaadinden asla dönmeyeceğini” (İbrahim Suresi, 47) bildirmiştir.

Allah’ın Kuran’da bildirdiği bu kolaylık ilk bakışta bazı insanlar tarafından sadece “zorluk hissetmemek” gibi dar bir anlamla anlaşılabilir. Oysa Allah’ın müminlere lütfettiği ve kastettiği kolaylık müminleri zorlukla eğitirken onları hiçbir olumsuzluğun, kötülüğün, zararın, tahribatın işlemeyeceği bir nevi manevi zırh içine almasıdır. MÜMİNLER BU MANEVİ ZIRH İÇİNDE İMANEN GELİŞİP SERPİLİRKEN FİZİKEN VE BEDENEN DE GÜÇ, KUVVET, SAĞLIK KAZANIRLAR. GENÇLEŞİRLER. HAYAT BULURLAR.

Bu, iman etmeyenlerin hiçbir zaman anlayamayacağı bir harikadır. Ancak sebebini anlayamasalar ve buna karşı akıl almaz bir öfke duysalar da bu gerçeği kendileri de bizzat görürler. Bu sebeple de var güçleriyle gerçeği örtmeye, çarpıtmaya çalışır, “40 defa söylersek belki olur” umuduyla sürekli aynı yalanı tekrar ederler. Aslında bu tekrarlar, müminlerin yenilmez ve durdurulamaz olduğu gerçeğini görmelerinin iç acısını unutma çabası ve yandaşlarını anlamsızca avutma gayretidir. Gayretlerinin neticesiz olduğunu için için bilmelerinin sebep olduğu öfke ve hırçınlık nedeniyle de hızla çöker, yaşlanır, hem ruhen hem bedenen hasta olurlar.

Müminlerin çökmesini, yalnızlaşmasını, zayıflamasını hedefleyerek kurmuş oldukları tuzakları Allah’ın ayette belirttiği üzere kendilerine dönmüş olur:

Onlardan öncekiler, hileli-düzenler kurmuşlardı da, Allah(ın azab emri) onların kurdukları yapıların temellerine geldi, böylece üstlerindeki tavan tepelerine çöktü; azab onlara şuurunda olmadıkları yerden gelmişti. (Nahl Suresi, 26)

2018 yılından itibaren müvekkil Adnan Oktar’ı hedef alan derin devlet kumpası da Allah’ın Kuran’da bildirdiği bu gerçeklerin doğru olduğunu teyit etmiştir. Müvekkil Adnan Oktar sıradan insanların birkaç gün kaldığında bile müthiş sarsıldığı cezaevinin zorlu koşullarında, ailesinden ve sevdiklerinden yüzlerce kilometre uzakta her geçen gün daha da güçlenmekte, gençleşmekte ve sağlık kazanmaktadır.

Müvekkil Adnan Oktar’ın sağlıklı ve güçlü bir bünyesi olduğu yakınları tarafından bilinen bir gerçektir. 2018’deki tutuklanma sonrasında ise hayret verici şekilde sağlığı daha da iyileşmiş ve güçlenmiştir. Hijyen olmayan, doktora ve ilaca ulaşımın zor olduğu, yeterli beslenme koşullarında da zorluklar olan bir ortamda müvekkilin eskisinden de sağlıklı hale gelmesi Allah’ın rahmeti ve nimetidir.

6. MAHKUMİYETLE GELEN HAYIRLAR – 3

MÜVEKKİL, ALLAH’IN LÜTFU İLE BİRÇOK AHİR ZAMAN SIRRININ ZAHİR OLMASINA ŞAHİT OLMUŞTUR

Müvekkil Adnan Oktar, hukuka aykırı mahkeme kararlarıyla önce Edirne’ye, sonra Erzurum’a oradan da Van’a gönderilmiş olmasını, “Allah’ın kaderi sonsuz güzel ve hayırlı yarattığına imanı” nedeniyle ilk andan itibaren şükürle karşılamıştır. Nitekim gönderilmiş olduğu her ilde birçok hayır ve güzellik görmüştür.

Bilindiği üzere müvekkil 2018 Temmuz ayında tutuklandıktan sonra önce Türkiye’nin en batı noktasına Edirne’ye oradan Doğu’ya şehir merkezi rakımı en yüksek, Güneş’in doğrudan sipersiz ulaştığı il olan Erzurum’a ve iki sedde sahip olan Van’a sevk edilmiştir. Müvekkil zorunlu sevkle kendi isteği dışında bu illere götürülmüştür. Gönderildiği her yer müvekkil için iyilik ve güzellik olmuştur. Kuran’da ahir zamanı anlatan bazı kıssaların nasıl tahakkuk ettiğini ve bu ayetlerdeki önemli bilgileri görmesi de bu sevklerin hayırlarından biri olmuştur.

ÖNCELİKLE ŞUNU İFADE ETMEK GEREKİR Kİ;

Allah’ın vaadinin hak Peygamberinin sözünün doğru olduğunu bilen bir insan olan müvekkil Adnan Oktar Hz. Mehdi’nin zuhurunu şevkle ve heyecanla beklemekte, nesillerdir beklenen, her peygamberin ümmetine müjdelediği, sahabenin dahi kendi dönemlerinde sevgiyle özlemle bekleyip görmek istedikleri Mehdi’ye zemin hazırlamak için gayret etmektedir. Mehdi’nin bir öncüsü ve talebesi olarak da Mehdi’nin yaşayacağı olayların bir benzerini yaşamaktan onur duymakta, yaşadığı olaylarda Mehdiyetin izlerini gördüğünde şükretmektedir. ANCAK BUNLARIN HİÇBİRİ MEHDİLİK İDDİASI ANLAMI TAŞIMAMAKTADIR. ZATEN MEHDİYET İDDİA DEĞİL İSPAT MAKAMIDIR. MÜVEKKİL TEK TEK AYDINLANAN MEHDİYET MÜJDELERİNİ PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN SÖZÜNÜN HAK OLDUĞUNA ŞAHİTLİK ETTİĞİ İÇİN SEVİNÇLE VE HEYECANLA ANLATMAKTADIR. PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN MUCİZELERİNDEN SEVİNÇ DUYMAK VE BUNLARI DUYURMAK, ANLATMAK HER MÜSLÜMANA SORUMLULUKTUR. MÜVEKKİL ADNAN OKTAR DA İNANCININ GEREĞİ OLAN BU SORUMLULUĞU YERİNE GETİRMEKTEDİR.

HZ. ZÜLKARNEYN’İN YOLCULUKLARINDAKİ MEHDİYET MÜJDELERİ TEK TEK AYDINLANMIŞTIR

Kuran’da Zülkarneyn kıssasında Zülkarneyn’in 3 AYRI YOLCULUK yaptığı bildirilir. Bu yolculuklardan

Birincisi EN BATIYA BATAKLIKLAR OLAN BİR YERE,

İkincisi DOĞU’YA GÜNEŞ’İN İNSANLARA SİPER OLMADAN ULAŞTIĞI YERE,

Üçüncüsü ise İKİ SEDDİN ARASI OLAN YEREdir.

1. YOLCULUK:

O da, BİR YOL TUTTU. Sonunda GÜNEŞİN BATTIĞI YERE KADAR ULAŞTI ve onu KARA ÇAMURLU BİR GÖZEDE batmakta buldu, yanında bir kavim gördü. Dedik ki: "Ey Zu'l-Karneyn, (istiyorsan onları) ya azaba uğratırsın veya içlerinde güzelliği (geçerli ilke) edinirsin." (Kehf Suresi, 85-86)

Türkiye'nin en batısındaki şehir EDİRNE’dir. Ayette "kara çamurlu bir göze" denilerek (göze=su kaynağı), bataklık olan bir alan tarif edilmektedir. Edirne’nin en büyük ırmağı olan Meriç nehrinin deltası BATAKLIKLAR BARINDIRAN bir coğrafyadır.

Dedeağaç sancağı: kuzeyden EDİRNE, doğudan Gelibolu, batıdan Gümülcine sancakları ve güneyden Adalar denizi ile çevrilidir. Arazisi bazan dağlık ise de Meriç nehrinin geçtiği yerler ile nehrin mansabı civarı DÜZ VE BATAKLIKTIR. Bununla beraber havası mutedil olup, İnöz (Enez) civarı bazı hastalıklara maruzdur. (19. Asırda Edirne Vilayeti Coğrafyası, Prof. Dr. Ramazan Özey)

2. YOLCULUK

Sonra (yine) BİR YOL TUTTU. Sonunda GÜNEŞİN DOĞDUĞU YERE KADAR ULAŞTI ve onu (GÜNEŞİ), KENDİLERİ İÇİN BİR SİPER KILMADIĞIMIZ bir kavim üzerine doğmakta iken buldu. (Kehf Suresi, 89-90)

ERZURUM ayette bildirildiği Doğu’da olan ve Doğu’nun rakımı en yüksek olan şehridir. 1890 M YÜKSEKLİK İLE TÜRKİYE'NİN EN YÜKSEK RAKIMLI ŞEHİR MERKEZİNE sahiptir. Şehir yüksekte olduğu için GÜNEŞ IŞINLARI şehir halkına, ENGELLENMEDEN yani HERHANGİ BİR SİPER OLMADAN DOĞRUDAN ULAŞMAKTADIR.

3. YOLCULUK

Sonra BİR YOL (DAHA) TUTTU. İKİ SEDDİN ARASINA kadar ulaştı, onların (sedlerin) önünde HEMEN HEMEN HİÇBİR SÖZÜ KAVRAMAYAN BİR KAVİM buldu. (Kehf Suresi, 92-93)

Zülkarneyn’in üçüncü ve son yolculuğunda İKİ SEDDİN olduğu bir yerdir. Kuran'da anlatılan bu tarif, ülkemizin EN DOĞU SINIRINDA OLAN, İKİ BÜYÜK SEDDE SAHİP VAN ŞEHRİDİR. VAN’DA İKİ SET VARDIR.

BU SETLERDEN BİRİNCİSİ GÖKYÜZÜNDEN GÖRÜNTÜSÜYLE ÇİN SEDDİNE BENZETİLEN TARİHİ VAN KALESİDİR.

VAN’DAKİ İKİNCİ SET İSE AHİR ZAMANDA İNŞA EDİLEN SEDDİR

Van-İran sınırına içinde bulunduğumuz ahir zamanda, Mehdiyet alametlerinin bir bir, ardı ardına gerçekleştiği dönemde, adeta Mehdi’nin zuhurunun bir müjdesi olarak bu seddin inşa edilmesi Allah’ın kaderde belirlemiş olduğu takdiridir.  

Özetle, ayette haber verildiği üzere Zülkarneyn’in üçüncü yolculuğu İKİ SEDDİN OLDUĞU ŞEHRE YANİ VAN’A gerçekleşmiştir. Zülkarneyn İKİ SEDDİN ARASINA ULAŞMIŞTIR.

Sonra BİR YOL (DAHA) TUTTU. İKİ SEDDİN ARASINA kadar ulaştı, onların (sedlerin) önünde hemen hemen hiçbir sözü kavramayan bir kavim buldu. (Kehf Suresi, 92-93)

Müvekkil Adnan Oktar’ın Zülkarneyn’in 3 ayrı yolculuğunun olduğu yerlere sevk edilmiş olması, kendi isteği dışında Edirne, Erzurum ve Van’da tutulması bir Mehdi talebesi olarak sevinç duyacağı, nimet olarak gördüğü bir tevafuktur.

Her ne kadar müvekkilin hayatındaki Mehdiyetle ilgili benzerlikler iddianamelerde ve bir kısım basında Mehdilik iddiası gibi yorumlansa da Müvekkil Adnan Oktar’ın hiçbir zaman böyle bir iddiası olmamıştır. Olmayacağına da defalarca yemin etmiştir.

Mehdi’ye talebe olmayı gönülden isteyen ve İslam ahlakının hakim olması için çaba gösteren her salih müminin hayatında Mehdi ile benzerlikler olması doğaldır. Nasıl ki her talebe mürşidinin izlerini üzerinde taşır ve mürşidinin yaşadıklarının benzerlerini yaşarsa, Mehdi talebesi olmaya azmetmiş tüm salih müminler üzerinde de Mehdiyetin izleri olur. Bu izler kişinin çabası, salih niyeti ve duası oranında bazılarında çok bazılarında az olabilir. Müvekkil daha önce de vurguladığımız gibi hayatı boyunca Mehdi’ye zemin hazırlamayı sorumluluk olarak görmüş ve azmetmiş bir insan olduğundan bu benzerlikler yoğun olmaktadır. Müvekkil bu benzerliklerden özel bir anlam çıkarmamakta, bu güzellikleri sadece şükür ve sevinçle karşılamaktadır. Müvekkilin özel bir kastı yokken kendisini sırf bu benzerlikler sebebiyle Mehdilik iddia etmekle suçlamak ise vicdani ve hakkaniyetli olmayacaktır.

Kaldı ki müvekkilin hayatında Mehdi ile olan benzerliklerin hiçbiri özel tasarlanmış ya da kendi isteği ve iradesiyle gerçekleşmiş şeyler değildir. Müvekkil Adnan Oktar Zülkarneyn’in yolculuk yaptığı Edirne, Erzurum ve Van’a kendi isteğiyle gitmemiştir. Kendisi bunu organize etmemiş, belirlememiştir. Tamamen kendi iradesinden bağımsız olarak, hatta zahiren aleyhine gibi görünen gelişmeler neticesinde bu yolculukları yapmıştır.

VAN, DİNLER TARİHİNDE ÇOK ÖZEL BİR YERE SAHİPTİR

Müvekkil Adnan Oktar, İstanbul 30 ACM heyeti eğer bu cezaları vermemiş olsa kuvvetle muhtemel ömrü boyunca Van’a hiç gitmeyecek ve Van’da ahir zamana dair önemli sırların varlığına şahitlik etmeyecekti. Bediüzzaman Hazretleri’nin önemle dikkat çektiği Van’ın dinler tarihindeki yeri ve ahir zamana dair sırlarını bu şehre gönderilmesiyle birlikte yaptığı araştırmalar neticesinde vakıf olmuştur.

İSTANBUL 30 AĞIR CEZA MAHKEMESİNİN VERMİŞ OLDUĞU MAHKUMİYET KARARI VESİLESİYLE VAN’DA BULUNAN MÜVEKKİL, BU SAYEDE;

Hz. Adem ve Hz. Havva’nın yaşadığı Aden Bahçesi’nin Van’da bulunduğunu,

İlk peygamberden bu yana nesiller boyunca Van’ın Peygamberler tarihinde önemli bir yeri olduğunu,

Musevi inancında Moşiyah’ın (Hz. Mehdi’nin) Aden Bahçesinden çıkacağının beklendiğini,

Hz. İbrahim’in Urfa, Erzurum, Van çevresinde yaşadığını ve Van’da tutuklandığını,

Peygamberimiz (sav)’in en yakını olan Hz. Ebu Bekir’i tebliğ için Van’a gönderdiğini,

Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin uzun yıllar Van’a bulunduğunu,

Kendisinden 100 yıl sonra ahir zamanın mübarek şahsının da Van’a geleceğini haber verdiğini görmüş ve şahit olduğu bu güzelliklerden sevinç ve şeref duymuştur.

Müvekkilin mahkeme kararıyla Van Cezaevine sevk edilmesinin ardından fark etmiş olduğu bu önemli gerçekleri delilleriyle açıklamış olduğu iki dilekçe ekte sunulmaktadır. Ancak bazı temel hususlara bu dilekçemizde de özetle yer vermekte yarar görüyoruz:

PEYGAMBERİMİZ (SAV) HZ. EBU BEKİR’İ VAN’A GÖNDERMİŞTİR

Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinin Osmanlıca baskısı “Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, 1314–1318 İstanbul Matbu Nüsha” 10 ciltten oluşmaktadır. ESERİN 4. CİLDİNDE VAN’DAN BAHSEDİLMEKTEDİR. 4. CİLDİN SAYFA 216B – 217A; SAYFA 240B – 241A VE SAYFA 241A–B BÖLÜMLERİNDE İSE HZ. EBUBEKİR’İN PEYGAMBERİMİZ (SAV) TARAFINDAN VAN’A GÖNDERİLDİĞİ ANLATILMAKTADIR.

Peygamberimiz (sav), en güvendiği sahabesinden olan, İslam aleminin ilk halifesi Hz. Ebu Bekir’i Van’a göndermiştir. Bölgenin en önemli din adamlarından olan Calut Kilisesinin rahibi ile görüştürmüştür. Calut Kilisesi Van Kalesi’nin içindedir. Hz. Ebu Bekir, Calut Kilisesi’nin rahibine İslam’ı tebliğ etmiştir. Evliya Çelebi’nin eserinin 233. Sayfasında, “Hz. Peygamber (sav), Hz. Ebubekir’i Van diyarına gönderip İslâm’a davet ettiğinde Van Kalesi içinde olan Câlût Kilisesi'nin ruhbanı Hoca Nakdî-i Mıkrîzî İslâm ile şereflendi” denilir. Bu bilgi nesilden nesile aktarılarak Van Kalesi ve çevresinin önemi ilim sahiplerine aktarılmıştır. Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde Kanuni Sultan Süleyman’ın da “VAN KALESİ’NİN HAK DİN UĞRUNA KORUNMASINI” istediğini söyler.

VAN KALESİ’NİN İSİMLERİNDEN BİRİ DE HZ. MEHDİ’NİN LAKABI OLAN ARSLANDIR

Evliya Çelebi’nin Seyahatnamesinde dikkat çeken bir diğer bilgi de Van Kalesi’nin ARSLAN olarak bilinmesidir.

BÜTÜN ACEM TARİHÇİLERİ VAN KALESİ'NE KIZIL ARSLAN DERLER. Zira bütün kayaları kızıl-boylu kızıl kana boyanmış arslan-heybetli gösterişli bir kaledir.

Evliya Çelebi Günümüz Türkçesi ile, Cilt 4, sf.250

Hadislerde ise Mehdi’nin isimlerinden birinin Arslan olacağı bildirilmiştir. Musevi kaynaklarında da Mehdi’den Arslan ismiyle bahsedilmektedir. VAN KALESİ’NİN ARSLAN OLARAK BİLİNMESİ, AHİR ZAMANIN MÜBAREK ŞAHSI MEHDİ’NİN VAN KALESİ VE ÇEVRESİNDE BULUNACAĞINA İŞARET EDEN GÜZEL BİR TEVAFUKTUR. Kendisini Mehdi talebesi olarak gören ve Mehdi’yi özlemle bekleyen biri olarak Müvekkil Adnan Oktar da, Hz. Mehdi’nin bulunacağı topraklarda olmayı, ona zemin hazırlama duasına bir icabet olarak görmekte ve bundan büyük sevinç duymaktadır.

"MAVERAÜNNEHİR’DEN MEHDİ ÇIKAR, ONA EL-HÂRİS İBN-UL HARRAS* DENİR."

* Haris arslan demektir.

(Ebu Davud, Mehdi 1, (2452); Ravi: Hz. Hilal İbnu Amr (ra); Et-Tac, Ali Nâsıf el-Hüseynî, c. 5, s. 617; Sünen-
i Ebu Davud Terceme ve Şerhi, Şamil Yayınevi: 14/410)

"Mehdi’nin (manevi) askerlerinin kumandanı olan bir adam vardır ki ona da Mansur denilir. O (MEHDİ), EL-HARİS İBN-UL HARRAS** tıpkı Kureyş’in Resulullah’a (sav) zemin hazırladığı gibi o da Al-i Muhammed’e zemin hazırlar…"

**
Haris arslan demektir. O zatın ismi ile aynı mânâdadır. Binaenaleyh hadis kinayeli olarak o zattan (Mehdi’den) bahsetmektedir. (Et-Tac, Ali Nâsıf el-Hüseynî, c. 5/s. 617)

Musevi inancının temel kitabı Zohar'da Kral Mesih yani Hz. Mehdi'den "arslan" ismiyle söz edilmektedir:

... O (MOŞİYAH, MEHDİ) DOĞRULUK ADINA YEMİN EDER, O BİR ARSLANDIR VE "ARSLAN" DİYE SÖZ EDİLEN ŞEFKATTİR... Sabah... DAVUD OĞLU MESİH’İ (MEHDİ’Yİ) kasteden şefkati tasvir eder. Ayet şöyle der, "Sen sabaha kadar yat," (Rut 3:13), kendisine "ARSLAN" DENİLEN DAVUD OĞLU MESİH (MEHDİ) VE ŞEFKATİN NURU DİYE ADLANDIRILAN SABAH ÇIKANA DEK.
Zohar / 20. Mişpatim 17 / Ayet 475

HZ. İBRAHİM VAN’DA TUTUKLANMIŞ VE 10 YIL CEZAEVİNDE KALMIŞTIR

Hz. İbrahim Harran (Urfa), Erzurum, Van topraklarında yaşamıştır. Bu yerlere seyahat etmiş, ailesiyle buralarda bulunmuştur. Van’da ise tutuklanmıştır.

HZ. İBRAHİM’İN DEVRİN ZORBA KRALI TARAFINDAN, KENDİSİ GİBİ İNANMADIĞI VE YAŞAMADIĞI İÇİN TUTUKLANDIĞI, KURAN’DA, KURAN TEFSİRLERİNDE VE İSLAMİ KAYNAKLARDA BİLDİRİLİR. Hz. İbrahim’e eziyet eden ve tutuklatan hükümdarın ismi Kuran’da geçmez.

Hz. İbrahim’le mücadele eden hükümdarın isminin Nemrud olduğuna dair bilginin çıkış noktası Tevrat’ta bu kişiden bahsedilirken Nimrod kelimesinin kullanılmasıdır. İbranice Nimrod isyan etmek kökünden gelir. Asi, isyankar anlamında kullanılır. Arkeolojik yazıtlarda da Nemrud adıyla belirli bir hükümdara dair bilgi yoktur. Çünkü NEMRUD BELİRLİ BİR HÜKÜMDARIN İSMİ DEĞİLDİR. O DÖNEMDE HÜKÜMDARLARA VERİLEN GENEL BİR İSİMDİR. TIPKI FİRAVUN İSMİNİN BELLİ BİR HÜKÜMDARI DEĞİL ESKİ MISIR DÖNEMİNDEKİ HÜKÜMDARLARA VERİLEN GENEL İSİM OLMASI GİBİ.

Kuran’ı baştan sona tefsir eden ilk alim olan Mekâtîl b. Süleyman’ın Tefsirinde Bakara Suresi’nin 258. ayetinin açıklamasında şöyle denilmektedir:

حين كسر الأصنام سجنه نمرود، ثم أخرجه ليحرقه بالنار

(İbrahim) putları kırınca Nemrud
ONU (İBRAHİM’İ) HAPSE ATTI …. (Tefsîr Mekâtîl b. Süleyman, cilt 1, sf. 139)

Ünlü tefsir alimi El-Begavî ise “Maʿâlimü’t-Tenzîl” adlı tefsirinde Bakara Suresi’nin, 258. ayetini açıklarken, Mekâtîl’in bu görüşünü aktarır ve Hz. İbrahim’in hapse atıldığını söyler. Bir diğer büyük tefsir alimi es-Seʿlebî de “el-Keşf ve’l-beyân” da aynı şekilde Mekâtîl’in görüşüne delil kullanarak, Hz. İbrahim’in tutuklandığını, hapse atıldığını anlatır.

Sahabeden sonra gelen nesil olan tâbiîn ve onlardan sonra gelen nesil olan tebeu’t-tâbiînden ders almış olan büyük alim İbnu Sa‘d’a dayandırılan bir rivayette de Hz. İbrahim’in tutuklandığı anlatılır. Bu rivayet İbn Sa'd’ın Et-Tabakat-ül-Kübra adlı eserinin Cilt 1, Biyografi Bölümü, “Rahman'ın Dostu İbrahim'in Anılması” başlığı altında geçer:

“… Hz. İbrahim’in kavmine dinlerinde muhalefet edip, onları hidâyete çağırması, büluğa erdikten hemen sonradır. Bu haber Nemrûd’a ulaşınca onu hapse atar.”

Tarihi bilgiler, Hristiyan ve Musevi kaynakları incelendiğinde ise Hz. İbrahim’in Van’da, Van Kalesinin yakınlarında -Eski Şehir civarında- tutuklandığının ve cezaevinde kaldığının anlatıldığı görülmektedir. Arkeolojik araştırmalar da Musevi kaynaklarındaki bu bilgileri teyit etmektedir.

Sözlü ve Yazılı Tevrat’ın tefsiri olan Midraş’da Hz. İbrahim’in 10 yıl tutuklu kaldığı bildirilirken BU TUTUKLULUĞUN BİR DÖNEMİNİN VAN’DA OLDUĞU da haber verilir.

(İbrahim) İkinci yargılama, on yıl HAPSE ATILDIĞI ZAMANDI… yedi yıl BUDRİ'DE (VAN’DA) (TUTUKLU KALDI)... (Pirkei de-Rabbi Eliezer Bölüm 26)

** Pirkei de-Rabbi Eliezer, 8. yüzyıl civarında derlenmiş olan ve ağırlıklı olarak Ahd-i Atîk (Tevrat) kıssalarını genişleten ve açıklayan bir Midraş’tır.

Tarihi kaynaklara göre BUDRİ DENİLEN YER, KARDU YANİ VAN’DIR. Kardu ifadesi Aramice, Süryanice, Keldanice metinlerde ve eski yazıtlarda Kürtlerin çoğunlukta olduğu bölge için kullanılmaktadır. VAN’IN ESKİ ADI ise BET KARDU olarak geçmektedir.

VAN’IN ESKİ ADI: BET KARDU’DUR

Arap ve Süryani kaynaklarında Van Gölünün güneyi Bēt Qardū olarak geçmektedir.

Kaynaklar:

Jean de Thévenot, The Travels Of Monsieur De Thevenot Into The Levant: In Three Parts. Persia, 2. cilt 22 Haziran 2023 tarihinde Wayback Machine sitesinde arşivlendi., Faithorne, 1687, s. 71

Karl Müller, Klaudiou Ptolemaiou Geographike hyphegesis, 1. cilt, 2. bölüm, Alfredo Firmin Didot, 2012, ISBN 124-999-259-1, s.947; Efraim Elimelech Urbach, I. Abrahams, The Sages, 1089 pp., Magnes Press, 1979, ISBN 965-223-319-6, s.552

"DARIUS III - DARIUS III, from 1911 Encyclopedia Britanica". 8 Temmuz 2017 tarihinde kaynağından arşivlendi. Erişim tarihi: 30 Haziran 2014

Wadie Jwaideh, The Kurdish national movement: its origins and development, Syracuse Univ. Press, 2006, ISBN 081-563-093-X, s.12

Strabon (1880). "Géographie de Strabon". 14 Nisan 2016 tarihinde kaynağından. Erişim tarihi: 18 Aralık 2011

Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası: 12 - 13 - 14 (Geographica) Arkeoloji ve Sanat Yayınları, sf 382

HZ. İBRAHİM’İN VAN’DA TUTULDUĞU ZİNDANLARDAN BİRİ

Van Kalesi ve çevresinin de içinde yer aldığı alanda ve kalenin güneyindeki Eski Şehir olarak adlandırılan yerde 7 bin yıllık tarihi olan kalıntılar vardır.

Van Kalesinde zindan olarak kullanılan odalar olduğu görülmekle birlikte, kalenin inşasından önce de bu alanda, yani Hz. İbrahim döneminde de Van Kalesi ve çevresi zindan olarak kullanılmıştır.

Van Kalesi’nin olduğu yerde zindan olarak kullanılan hücre tipi mağaralar da bulunmaktadır.

BEDİÜZZAMAN’IN VAN’A DİKKAT ÇEKMESİ VAN’IN PEYGAMBERLER TARİHİNDE VE AHİR ZAMANDA ÖZEL BİR YERİ OLDUĞUNU GÖSTERMEKTEDİR

Bediüzzaman Said Nursi, Van Kalesi’nin güneyinde bulunan Horhor Medresesi'ni bir okul olarak kullanmış ve orada talebe yetiştirmiştir. KENDİSİNDEN YÜZ SENE SONRA, YANİ 2024’DE RİSALE-İ NUR’A DEĞER VEREN BAZI KİMSELERİN VAN’A GELECEKLERİNİ VE SÖZ KONUSU MEDRESEYİ ZİYARET EDECEKLERİNİ BELİRTMİŞTİR. BAHSETTİĞİ BU KİŞİ ÇOK ÖZEL BİRİDİR. VAN’A HER YIL ÇOK FAZLA SAYIDA NUR TALEBESİ GELMEKTEDİR. ANCAK ÜSTAD’IN KAST ETTİĞİ, VAN’A GELİP GİDEN MEDRESESİNİ ZİYARET EDEN YÜZLERCE İNSAN DEĞİL, ÇOK ÖZEL, MÜBAREK VE KUTLU BİR İNSANIN BEKLENİYOR OLMASIDIR.

ÜSTAD, MÜBAREK BİR ZATIN KENDİSİNDEN 100 YIL SONRA, 2024 BAHAR’DA VAN’A GELECEĞİNİ MÜJDELEMİŞTİR

Şu muâsırlarım (çağdaşlarım), varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. NE YAPAYIM, ACELE ETTİM, KIŞTA GELDİM; SİZLER CENNET-ÂSÂ (cennet gibi) BİR BAHARDA GELECEKSİNİZ. ŞİMDİ EKİLEN NUR TOHUMLARI, ZEMİNİNİZDE ÇİÇEK AÇACAKTIR. (Münazarat, sf. 88)

ve Van'ın yekpare taşı olan kal'asının altında bulunan Horhor Medresemin vefat etmesi ve Anadolu'da bütün medreselerin kapatılması ile vefat etmelerine işaret ederek umumunun bir mezar-ı ekberi hükmünde olmasına bir alâmet olarak, o azametli mezara azametli Van kal'ası mezar taşı olmuş. EY YÜZ SENE SONRA GELENLER! Şu kal'anın başında bir Medrese-i Nuriye çiçeğini yapınız. Cismen dirilmemiş, fakat ruhen bâki ve geniş bir heyette yaşayan Medresetü'z-Zehra'yı cismanî bir surette bina ediniz, demektir. (Emirdağ Lahikası, s. 489)

Bediüzzaman açıklamalarında kendisinin kışta geldiğini İslam aleminin kurtuluşuna vesile olacak mübarek kişilerin ise baharda geleceğini, kendisinin de bu kişilere zemin hazırladığını özel olarak vurgulamıştır. Bu açıklamalarında dikkat çeken husus ise MÜBAREK VE ÖZEL BİR KİŞİNİN KENDİSİNDEN 100 YIL SONRA, 2024 BAHAR MEVSİMİNDE VAN’A GELECEK OLMASIDIR.

Bediüzzaman en son olarak 1924 yılını Van’da geçirmiştir. MÜVEKKİL, TAM YÜZ SENE SONRA VE TAM OLARAK BAHAR BAŞINDA, 2024 YILINDA Horhor Medresesi'nin bulunduğu VAN İLİNE CEBREN GETİRİLMİŞTİR.

Müvekkil, Mehdi talebesi olmaya azmetmiş bir insan olduğundan her Mehdi talebesinde olduğu gibi kendisinde de Mehdi’nin gölgesi bulunmakta, her Mehdi talebesi gibi kendisi Mehdiyet yolunda yürümektedir. Talebesi olduğu Mehdi’nin yaşayacaklarının bir benzerini yaşamasının şeref duyulacak bir tevafuk olduğuna inanmaktadır.

HZ. ADEM VE HZ. HAVVA VAN’DA, CENNETTEN BİR BOYUT OLAN ADN (ADNAN, ADEN) BAHÇESİNDE YAŞAMIŞTIR

En eski devirlerden beri hahamların vakıf olduğu bu bilgi 18. ve 19. yüzyılda yaşamış olan Tevrat ve İncil uzmanı arkeologlar ve tarihçiler tarafından da eserlerinde izah edilmiştir. Örneğin aşağıda 1700’lü yıllarda yazılmış olan eserde Eden (Harita üzerinde Eden olarak yazılıdır) Bahçesinin yerini gösteren bir harita görülmektedir. Van Gölü’nün çevresindeki sarı ile işaretli alan Hz. Adem ve Hz. Havva’nın bir cennet boyutu olarak yaşadıkları Aden Bahçesini göstermektedir.

Tevrat’ın Yaratılış Bölümünde Adn (Aden, Adnan) Bahçesi’nin Van’da olduğu anlatılır.

Rab DOĞUDA, ADEN’DE BİR BAHÇE DİKTİ; oraya yarattığı adamı (Adem’i) koydu. ADEN’DEN BİR IRMAK DOĞUYOR, BAHÇEYİ SULUYOR, ORADAN DÖRT KOLA AYRILIYORDU: Birinin adı Pişon; Havila diyarının çevresinden akar, orada altın bulunur. İkincisinin adı Gihon; Kûş diyarı çevresinden akar. Üçüncüsünün adı Hiddekel (DİCLE); Asur’un doğusundan akar. Dördüncüsü ise Fırattır (FIRAT). (Yaratılış 2:8–14)

Görüldüğü gibi Tevrat’ın bu bölümünde Adn (Aden, Adnan) Bahçesinin yeri detaylı olarak tarif edilmektedir. Buna göre;

1. Adn (Aden, Adnan) Bahçesi doğudadır

2. Adn (Aden, Adnan) Bahçesinde 4 ırmak vardır

3. Bunlardan ikisi Fırat ve Dicle’dir.

BÜYÜK MUSEVİ ALİMLER BU TARİFİ İNCELEYEREK, ADN (ADEN, ADNAN) BAHÇESİ’NİN VAN’DA OLDUĞU KONUSUNDA HEMFİKİR OLMUŞLARDIR.

Talmud’da da “Gan Eden (Aden Bahçesi) Doğudadır” (Eruvin 19a) denilir.

Tevrat’ın Aramice tercümesi olan Targum Yonatan’da ise Doğu’ya dair önemli bir delil daha verilir:

“Rab Tanrı, DOĞUDA, GÜNEŞİN YÜKSELDİĞİ YERDE, Aden ülkesinde bir bahçe dikti.”

Ünlü Musevi alim Maimonides (diğer adıyla Rambam) Aden Bahçesi’nin Van’da olduğunu şöyle izah eder:

“Cennet (Aden Bahçesi), dört nehrin doğduğu yüksek dağlık bölgede idi.” (Commentary on Genesis 2:10)

Maimonides Aden Bahçesi’nin bulunduğu bu yüksek dağlık ve dört nehrin doğduğu yeri Van çevresindeki dağ silsilesi olarak tanımlar. (M. Maimonides, Guide for the Perplexed)

ADN (ADEN, ADNAN) BAHÇESİ’NİN 4 NEHRİ VAN VE ÇEVRESİNDEDİR

Görüldüğü üzere Adn (Aden, Adnan) Bahçesi Doğu’da, dağlık bir alanda ve dört yana akan nehirlerin olduğu yerdedir. Bu sebeple Adn (Aden, Adnan) Bahçesi’nin neresi olduğunu anlamak için Tevrat’ta bahsedilen nehirlerin tanımları önemlidir.

BU NEHİRLERDEN BİRİNCİ VE İKİNCİSİNİN İSİMLERİ AÇIK OLARAK VERİLMİŞTİR: BU İKİ NEHİR FIRAT VE DİCLE’DİR.

Bilindiği üzere Fırat ve Dicle uzun nehirlerdir, yerin tam anlaşılabilmesi için Tevrat’ta önemli bir detay daha verilmiştir. Adn (Adnan, Aden) Bahçesi’nin Fırat ve Dicle’nin KAYNAĞINDA olduğu bildirilir.

1. FIRAT iki ana kolun birleşmesinden oluşur. İKİ KAYNAKTAN BİRİ ERZURUM, DİĞERİ VAN’DADIR.

Kara Su (Batı Fırat) – Erzurum’un DUMLU Dağları’ndan doğar.

Murat Nehri (Doğu Fırat) – Ağrı Dağı’nın kuzey yamaçlarından, Van Gölü havzasına çok yakın olan Eleşkirt – Patnos yöresinden doğar ve Van’ın çok yakınından geçer.

2. DİCLE’NİN en büyük kolu ve KAYNAĞI DA BÜYÜK ZAP SUYU’DUR. VAN’IN BAŞKALE İLÇESİNDEN DOĞAR.

VAN’IN BAŞKALE İLÇESİNDEN Hakkâri – Van sınırındaki Aladağlar ve Karadağ silsilesinden doğan Büyük Zap Suyu ise DİCLE NEHRİ’NİN en büyük kolu ve KAYNAĞIDIR.

Hahamlar ve tarihçiler 3. ve 4. Nehirlerin Aras ve Büyük Zap Suyu olduğunu açıklar.

Musevi araştırmacı CYRUS GORDON Before the Bible adlı eserinde şöyle demektedir:

Yaratılış bölümündeki dört nehir tasviri, Dicle ve Fırat’ın kaynaklarının bulunduğu (eski dönemdeki ifadesiyle) Ermeni Yaylaları (Van ve çevresi) bölgesini gösterir.”

Adn (Aden, Adnan) Bahçesi ile ilgili yaptığı araştırmalar ünlü İngiliz TARİHÇİ DAVID ROHL Legend: The Genesis of Civilisation adlı kitabında, Adn (Adnan, Aden) Bahçesi’nin yerinin Van Gölü’nün olduğu dağlık bölgede olduğunu anlatır. Bu anlatımını harita ile de açıklamıştır. Aşağıda ise David M. Rohl’un Daily Express’te yayınlanmış olan makalesinde kullandığı harita görülmektedir. Haritada Van Gölü ve çevresi Aden Bahçesi (haritada edin olarak yazılı olan yer) olarak nitelenmiştir.

MUSEVİ İNANCINA GÖRE ALLAH, İLK OLARAK ADN (ADEN, ADNAN) BAHÇESİNİ VE HZ. MEHDİ’Yİ YARATMIŞTIR

Museviliğin Tevrat’la birlikte temel kaynağı olan ve sözlü Tevrat olarak bilinen Talmud’da ilk olarak ADN (ADEN, ADNAN) Bahçesi’nin ve HZ. MEHDİ’NİN YARATILDIĞI haber verilir:

“Dünya yaratılmadan önce yaratılan yedi şey şunlardır: Tora (Tevrat), Teşuva (Tövbe), GAN EDEN (ADEN BAHÇESİ), Gehinnom (Cehennem), Yücelik Tahtı (Allah’ın arşı), Mabet, MOŞİYAH’IN ADI (HZ. MEHDİ).” (Talmud Pesahim 54a; Nedarim 39b)

Talmud’da bu bölümün devamında ise şu bilgi yer alır:

… (Moşiyah) Adı (MEHDİ) güneşten önce var olmuştur.

Museviliğin bir diğer temel eseri Zohar’da ise şöyle yazılıdır:

“Taht (Allah’ın arşı) ve Şekinah (Allah’ın ruhu, nuru), YARATILIŞTAN ÖNCE bir nur içinde birleşmişti; BU NUR MOŞİYAH’IN ADIYLA MÜHÜRLENMİŞTİ.” (Zohar Vayehi 218b)

Musevi düşünür Rabi Moshe Chaim Luzzatto (Ramchal) tarafından 18. yüzyılın başında yazılmış olan ve Musevi inanç sistemini açıklayan en önemli eserlerden biri olarak kabul edilen Derekh Hashem’de ise şöyle denilir:

“Yedi önceden yaratılmış şey, yaratılışın nedenini oluşturur. MOŞİYAH (MEHDİ) BU PLANIN MERKEZİDİR; ÇÜNKÜ KURTULUŞ, YARATILIŞIN GAYESİDİR.” (Derekh Hashem II:4:1)

Yine Tevrat’ta Mezmurlar bölümünde ise Hz. Mehdi’nin Allah’ın sağında oturduğu bildirilmiştir. (Bu mecazi bir anlatımdır. Fiziki olarak -haşa- Allah’ın yanında oturma şeklinde değildir.)

“RAB EFENDİME (la’ADONİ) (MEHDİ’YE) DEDİ Kİ: BENİM SAĞIMDA OTUR; düşmanlarını ayaklarının altına serinceye kadar.” (Bu ayet, Allah’ın kudretinin ve onayının Moşiyah’ın (Mehdi’nin) yanında olduğunu anlatır.) (Mezmurlar 110:1)

Burada geçen Efendim kelimesi la’ADONİ’ (ADONAY)’dır.

ADEN, ADNAN, ADONAY, ADON HEPSİ AYNI KÖKTEN GELEN KELİMELERDİR.

İbranice ve Arapça’da Adonay, Adoni, Aden ve Adnan kelimelerinin kökü aynıdır:

İbranice א-ד-ן (aleph-dalet-nun)

Arapçaʿع-د-ن (ayn-dal-nun)

Tevrat’ın tefsiri Midraş’ta, “la’Adoni (Adonay, Adnan) ifadesinin Allah’ın Davud soyundan seçtiği Mesih (Mehdi) için kullanıldığı” açıklanır.

Tekrar belirtmek gerekir ki müvekkil Adnan Oktar’ın bunları anlatmasının sebebi herhangi bir iddia ya da imada bulunmak değil, İslam inancının önemli bir parçası olan Mehdiyet hakkındaki bilgileri anlatmanın Peygamberimiz (sav)’in emrine uymak olduğunu düşünmesidir. Kaldı ki Mehdilik iddia ya da ima ile veya benzerlikle elde edilecek bir makam değildir. Mehdilik iddia ile değil ispat ile sabit olan bir makamdır. İslam ahlakının dünyaya hakimiyetine kim vesile olursa, Hz. İsa yeniden dünyaya geldiğinde kimin ardında namaz kılarsa Mehdi O’dur. Müslümanlar, bu kişiyi gördüklerinde “Bu kişi Mehdi’dir, en doğrusunu Allah bilir” diyebilirler. Bu durum somut olarak görülene kadar hiçbir benzerlik ve alamet Mehdilik olarak değerlendirilemez. Müvekkilin iddiasının olduğu tek konu Mehdi’nin talebesi yani bu mübarek insanın en candan ve gayretli yardımcısı, destekçisi, öncüsü ve zemin hazırlayıcısı olmaktır.

MUSEVİ KAYNAKLARINA GÖRE MEHDİ, ADN (ADEN, ADNAN) BAHÇESİ’NDEDİR

Tüm temel Musevi kaynaklarında ve büyük hahamların açıklamalarında MEHDİ’NİN ADN (ADEN, ADNAN) BAHÇESİ’NDE OLDUĞU VE ORADAN ZUHUR EDECEĞİ HABER VERİLMİŞTİR.

16. yüzyılın büyük Musevi hahamlarından Izah Luria (Ari Zal), Hz. Mehdi’nin Adn (Aden, Adnan) Bahçesinde olduğunu şöyle ifade eder:

“Moşiyah’ın ruhu (MEHDİ), Gan Eden ha-Elyon’da (en yüce olan ADN -ADEN, ADNAN- BAHÇESİ’NDE) bekler…”

Midraş’da verilen bir diğer önemli bilgi de; Allah’ın Adn (Aden, Adnan) Bahçesi’ni “GELECEĞİN KURTULUŞUNUN IŞIĞI” YANİ AHİR ZAMANDA İMANIN TÜM DÜNYAYA HAKİM OLMASINA VESİLE OLACAK MEHDİ’NİN MANEN GELİŞİP GÜÇLENECEĞİ YER OLMASI İÇİN YARATTIĞIDIR:

“Allah, Adn (Aden, Adnan) Bahçesi’ni sadece insan için değil, doğruların ve GELECEĞİN KURTULUŞUNUN IŞIĞI İÇİN DE YARATTI.” (Bereshit Rabbah 8:1)

16. yüzyılda yaşamış Kabala felsefesinin kurucularından Musevi alim Haham Moshe Cordovero ise şöyle demektedir:

“Gan Eden’de (Adn -Aden, Adnan- Bahçesinde) iki nur vardır: biri yaratılıştan beri dünyaya inmemiş, diğeri ise Moşiyah’ın (Mehdi’nin) nurudur. Allah, Moşiyah’ın (Mehdi’nin) ruhunu orada sakladı; ZAMANI GELİNCE İKİSİ BİRLİKTE PARLAYACAKTIR.” (Pardes Rimonim)

Musevi büyük alimlerin tefsirlerine ve açıklamalarına göre Moşiyah’ın ruhu Aden Bahçesinde Allah’ın nuruyla beslenir ve zamanı gelince dünyaya iner. Bu mecazi bir anlatımdır. Kastedilen ise Mehdi’nin Aden Bahçesinde bulunduğu ortamda, Allah’ın özel bir lütfu olarak manen güçlenip derinleştiği, Allah’ın takdir ettiği zaman gelinceye kadar burada manen güçlenmeye devam edeceğidir. Zamanı gelince "ikisi birlikte parlayacaktır” ifadesi ise; içinde bulunduğumuz yüzyılda Mehdi'nin zuhur etmesi vakti geldiğinde Allah’ın nuru dünyaya Mehdi vesilesiyle hakim olacak yani İslam dünyaya hakim olacaktır. Allah’ın nurunu tamamlayacak olması Allah’ın Kuran’da da bildirdiği vaadidir:

Onlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. OYSA ALLAH, KENDİ NURUNU TAMAMLAYICIDIR; kafirler hoş görmese bile. (Saff Suresi, 8)

Zohar’da konuyla ilgili bir diğer açıklama ise şöyledir:

“Üst Adn (Adnan, Aden) Bahçesi’nde, Kral Moşiyah’ın ruhu Allah’ın kutsal ışığından (nurundan) zevk alır ve o ışıktan beslenir; zamanı geldiğinde bu dünyaya tezahür (zuhur) eder.” (Zohar II, Shemot 8a–9b)

Burada ifade edilen Kral Moşiyah’ın yani Mehdi’nin Allah’ın nurundan zevk alıp ondan beslenmesinin anlamı ise; Mehdi’nin maneviyatı ve derinleşmesi için Allah’ın özel olarak hazırladığı çile, zorluk ve eziyetten razı olmasıdır. Mehdi’nin Adn (Adnan, Aden) Bahçesinde zorlu bir ortam içinde olacağı anlaşılmaktadır.

Musevi kaynaklardaki anlatımlar Mehdi’nin Aden Bahçesindeki döneminin acılar, sıkıntılar, eziyetler ve çilelerle geçen bir manevi eğitim olduğunu ortaya koymaktadır. Mehdi’nin çilesinin büyük olacağı şöyle anlatılır:

Allah dünyayı yarattığında, Yüce Arşından... Mesih’i bir varlık olarak var etti. Ona şöyle söyledi: “Benim oğullarımı [kullarımı] 6000 yıl sonra iyileştirip, kurtaracak mısın?” O da [yani Kral Mesih de] cevap verdi, “Evet yapacağım.” Daha sonra Allah ona dedi ki: “SONRA... EZİYETLERE SABREDECEK MİSİN, ÇÜNKÜ ŞÖYLE YAZILMIŞTIR, “Acılarımızı o yüklendi” [Yeşaya, 53:4]. Mesih (Mehdi) O’na [Allah'a] cevap verdi; “ONLARA SEVİNÇLE SABREDECEĞİM.” (Zohar, 2:212a)

10. yüzyılın önemli bir Musevi alimi olan Yefet ben Ali ise Tevrat tefsirinde, Kral Mesih'in acı çekmesiyle ilgili olarak Yeşaya bölümünü şöyle açıklar:

... Başlangıç olarak onun [Kral Mesihin] doğumundan tahta çıkışına dek sürgünde olması tarif edilmiştir: çünkü [Yeşaya] onun yüce bir makamda olduğundan söz ederek başlangıç yapar, daha sonra dönüp esaret döneminde ona olacaklarla ilgili bilgi verir. Bu sayede bizim iki konuyu anlamamızı sağlar: İlk olarak, Mesih ancak uzun ve zorlu denemeler sonrasında en yüksek makama ulaşacaktır ve ikincisi, bu denemeler ona bir tür işaret olarak gönderilecek ve böylece belalarla kuşatılmışken davranışlarında saflığını koruduğunu gördüğünde, [Mesih] kendisinin beklenilen şahıs olduğunu anlayabilecektir…

Mehdi’nin manevi makamını yücelten ve zorlu denemelerle geçen dönemin bir bölümünün Adn (Adnan, Aden) Bahçesinde olacağı tüm bu açıklamalardan net bir şekilde görülmektedir.

Müvekkil Adnan Oktar ise bir Mehdi talebesi olarak, Mehdi’yi özlemle bekleyen ve o mübarek şahsa zemin hazırlamaya azmetmiş bir insandır. Mehdiyet için önemli olduğu açıkça görülen Van’a kendi isteği dışında getirilmiştir ve burada olmaktan büyük bir sevinç ve şeref duymaktadır. Mehdi talebesi olma azminde olan her müminin Mehdiyet yolunda yürüdüğü bilinen bir gerçektir. Bu sebeple Mehdi’nin yaşayacak olduklarının bir benzerini Mehdi talebeleri de yaşar. Müvekkil Adnan Oktar da Mehdi talebesi olmanın nimeti olarak bu güzellikleri yaşadığına inanmaktadır.

MEHDİ’NİN DOĞU TARAFINDAN ÇIKACAĞINI SÖYLEYEN HADİSLERİN HİKMETİ ANLAŞILMIŞTIR

Hadislerde haber verilen önemli bilgilerden biri de Mehdi’nin Doğu tarafından çıkacak olmasıdır:

Mehdi DOĞU TARAFINDAN ÇIKACAK. Karşısına DAĞLAR bile dikilse onları ezip geçecek, O DAĞLARDA kendisine yol bulacaktır. (El-Kavlu'l Muhtasar Fi Alamet-il Mehdiyy-il Muntazar, s. 39)

Mehdi'nin zuhuru DOĞU TARAFINDAN başlayacak. (El-Mu'cem el-Mufehres, Muhammed Fuad Abdulbaki, cilt 5, s. 235)

Sonra, DOĞU TARAFINDAN siyah sancaklar ortaya çıkacak... Onu gördüğünüz zaman KAR ÜZERİNDE emekleyerek dahi olsa ona biat edin. Çünkü O, ALLAH’IN HALİFESİ MEHDİ’DİR. (İbn Mâce, Hâkim, ‘’Müsned’’inde; Bezzâr ve ‘’Delâilu’n-Nubuvve’’de Beyhakî, Sevbân’dan rivayet etti)

HZ. YUSUF’UN SÜNNETİ YAŞANMIŞTIR

Hadislerde Mehdi’nin bir çok peygamber ile benzerliği olduğu haber verilmiştir. Hz. Yusuf ile benzerliği ise Zindan Gaybetidir. Mehdi de Hz. Yusuf gibi bir süre tutuklanacak, insanların gözünden uzak olacaktır. Mehdi’nin talebelerinde de Mehdi’nin alametleri görülür. Hadislerde şöyle bildirilmiştir:

İmam Muhammed Bakır aleyhisselam’ın şöyle buyurduğunu duydum: “BU GAYBETİN SAHİBİ MEHDİ'DE dört peygamberin sünneti vardır. Musa’dan bir sünnet, İsa’dan bir sünnet, YUSUF’TAN BİR SÜNNET ve Muhammed’den bir sünnet, Allah'ın selamı hepsinin üzerine olsun... Dedim ki: Yusuf’un sünneti nedir? Buyurdu ki: ZİNDAN VE GAYBET.” (Gaybet-i Numani, 10. Bölüm, 2. Fasıl, 5. Hadis)

İbn-i Mâti-i Himyeri (Kâ’b-ul Ahbar)’den nakleder ki şöyle dedi: Kâim Mehdi, Ali’nin neslindendir. Hayırda, görünüşte ve ahlakta en çok Hz. İsa’ya benzeyen Mehdi’dir. Allah peygamberlere verdiği azameti Mehdi’ye de verecektir. Mehdi’ye faziletler ve ziynet verecektir. Şüphesiz Mehdi, Ali’nin evladıdır. MEHDİ'NİN ZİNDAN GAYBETİ, TIPKI YUSUF’UN ZİNDAN GAYBETİ GİBİDİR. (Gaybet-i Numani, 10. Bölüm, 4. Hadis)

MÜVEKKİL ADNAN OKTAR TIPKI HZ. YUSUF GİBİ KADINLARIN CİNSELLİK İÇERİKLİ İFTİRALARINA MARUZ KALMIŞTIR

Allah Kuran’da kıskanç bir kadın tarafından Hz. Yusuf’un cinsel içerikli bir iftiraya maruz kaldığını, diğer kadınların da bu kumpasın içinde yer aldıklarını bildirmiştir. Ayetlerde bildirildiğine göre Hz. Yusuf’un güzelliği, temizliği, çekiciliği karşısında güçlü bir istek duyan kadınlar Hz. Yusuf ile birlikte olmak istemişler, ancak Hz. Yusuf Allah’tan korkan bir insan olarak kadınların bu arzularına karşılık vermemiştir. Arzularına karşılık bulamamanın öfkesi ve kıskançlığıyla da bu kadınlar Hz. Yusuf’a iftira atmışlar, hatta bu iftiraları için sahte deliller oluşturmuşlar, birbirlerinin iftiralarını destekleyerek yalancı tanıklık yapmışlardır.

Hz. Yusuf ile birlikte olmak isteyen Vezirin karısının Hz. Yusuf’un yakışıklı, güçlü ve çekici bir erkek olmasından etkilenerek Hz. Yusuf’la gayri meşru ilişkiye girmek istemesi ve Hz. Yusuf’un Allah’tan korkan namuslu ve iffetli bir insan olarak bu teklife karşı koyması şöyle bildirilmiştir:

Evinde kalmakta olduğu kadın, ondan murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: "İsteklerim senin içindir, gelsene" dedi. (Yusuf) Dedi ki: "Allah'a sığınırım. Çünkü o benim Efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Gerçek şu ki, zalimler kurtuluşa ermez." (Yusuf Suresi, 23)

Bu olay kısa süre içinde tüm şehirde duyulmuş, Hz. Yusuf ve kadın hakkında gerçek olmayan bilgiler yayılmıştır. Bunun üzerine Hz. Yusuf ile birlikte olmak isteyen kadın, şehirdeki diğer kadınları da kumpasının bir parçası haline getirmek istemiş ve kadınları evine çağırarak onları Hz. Yusuf ile tanıştırmıştır. Kadınların Hz. Yusuf’u görür görmez güzelliğinden, temizliğinden, heybetinden müthiş etkilendikleri, hatta ikram edilen meyveyi soymaları için verilen bıçakla yanlışlıkla ellerini kesecek kadar heyecan ve arzu duydukları ayetlerde şöyle haber verilir:

Şehirde (birtakım) kadınlar: "Aziz (Vezir)'in karısı kendi uşağının nefsinden murad almak istiyormuş. Öyle ki sevgi onun bağrına sinmiş. Biz doğrusu onu açıkça bir sapıklık içinde görüyoruz." dedi. (Yusuf Suresi, 30)

(Kadın) Onların düzenlerini işitince, onlara (bir davetçi) yolladı, oturup dayanacakları yerler hazırladı ve her birinin eline (önlerindeki meyveleri soymaları için) bıçak verdi. (Yusuf'a da:) "Çık, onlara (görün)" dedi. Böylece onlar onu (olağanüstü güzellikte) görünce (insanüstü bir varlıkmış gibi gözlerinde) büyüttüler, (şaşkınlıklarından) ellerini kestiler ve: "Allah'ı tenzih ederiz; bu bir beşer değildir. Bu, ancak üstün bir melektir" dediler. (Yusuf Suresi, 31)

Bunun üzerine kadın, diğer kadınlara açıkça eğer Hz. Yusuf kendi istediğini yapmazsa onu iftiralarıyla ve yalanlarıyla hapse attıracağını söylemiş, bu çirkin planına ve iftiralarına bu kadınları da ortak etmiştir:

Kadın dedi ki: "Beni kendisiyle kınadığınız işte budur. Andolsun onun nefsinden ben murad istedim, o ise (kendini) korudu. Ve andolsun, eğer o kendisine emrettiğimi yapmayacak olursa, mutlaka zindana atılacak ve elbette küçük düşürülenlerden olacak." (Yusuf Suresi, 32)

Hz. Yusuf ise maruz kaldığı bu kumpas ve büyük oyun karşısında Allah’a sığınmış, cezaevinin kendisi için daha hayırlı olacağını görmüş ve Allah’ın korumasına güvenmiştir:

(Yusuf) Dedi ki: "Rabbim, zindan, bunların beni kendisine çağırdıkları şeyden bana daha sevimlidir. Kurdukları düzeni benden uzaklaştırmazsan, onlara (korkarım) eğilim gösterir, (böylece) cahillerden olurum." (Yusuf Suresi, 33)

Müvekkil Adnan Oktar’ın 2018’deki operasyonla birlikte yaşadıkları da bunların benzeridir. Dikkat edilirse kadın Hz. Yusuf’un masum olduğunu bu kadınlara açıkça söylemektedir. Bu kadınlar da Hz. Yusuf’un masum olduğunu çok iyi bilmektedir. Ama bir yandan kadının gücünden korkmaları bir yandan Hz. Yusuf’u kıskanmaları nedeniyle masum olduğunu bile bile Hz. Yusuf’un karşısında yer almışlardır.

Bu operasyon da, müvekkile olan derin ve güçlü aşklarına ve arzularına karşılık alamadıkları düşünen bazı kadınların organize edilerek, suni bir şekilde şikayetçi haline getirilmelerinin ürünüdür. Dosyadaki hiçbir kadın doğal müşteki değildir. “Adnan Oktar’ın beni sevmesi için her şeyi yapardım”, “beni beğenmiyordu”, “beni kilolu buluyordu” gibi beyanları olan bu kadınların müvekkil Adnan Oktar’dan hiçbir zaman en ufak bir kötülük bile görmedikleri ama arzularına ve tutkularına kendi umdukları şekilde karşılık bulamadıkları da anlaşılmaktadır. Tüm kadınlara sevgi, saygı ve hürmetle yaklaşan müvekkilin iffeti ve temizliği bazı kadınların hırslarını ve kıskançlığını körüklemiş, neticesinde de akıl almaz iftiralarla dolu bir kumpasa maruz kalmasına sebep olmuştur. Tıpkı Hz. Yusuf gibi, müvekkil de cezaevinin kendisi için daha hayırlı olduğunu bizzat yaşayarak görmüş tecrübe etmiş, Allah’ın yarattığı kaderden sevgiyle ve şükürle razı olmuştur.

MÜVEKKİL ADNAN OKTAR TIPKI HZ. YUSUF GİBİ MASUM OLDUĞU BİLİNDİĞİ HALDE HAPSE ATILMIŞTIR

Hz. Yusuf kıssasında dikkat çekilen hususlardan biri de somut delillerin Hz. Yusuf’un masum olduğunu göstermesine rağmen hapse atılmasına karar verilmesidir. Hz. Yusuf’la birlikte olmak isteyen kadın aynı müvekkil Adnan Oktar’ın dosyasında olduğu gibi kendisine ve ailesine kötülük yapılmak istendiği iddiasında olmuş, “aile ve namus” gibi toplum nezdinde en hassas konuları kullanarak insanları manipüle etmeye çalışmıştır:

Kapıya doğru ikisi de koştular. Kadın onun gömleğini arkadan çekip yırttı. (Tam) Kapının yanında kadının efendisiyle karşılaştılar. Kadın dedi ki: "Ailene kötülük isteyenin, zindana atılmaktan veya acı bir azaptan başka cezası ne olabilir?" (Yusuf Suresi, 25)

(Yusuf) Dedi ki: "Onun kendisi benden murad almak istedi." Kadının yakınlarından bir şahid şahitlik etti: "Eğer onun gömleği ön taraftan yırtılmışsa bu durumda kadın doğruyu söylemiştir, kendisi ise yalan söyleyenlerdendir. (Yusuf Suresi, 26)

Yok eğer onun gömleği arkadan çekilip-yırtılmışsa, bu durumda kadın yalan söylemiştir ve kendisi doğruyu söyleyenlerdendir." (Yusuf Suresi, 27)

Onun gömleğinin arkadan çekilip-yırtıldığını gördüğü zaman (kocası): "Doğrusu, bu sizin düzeninizden (biri)dir. Gerçekten sizin düzeniniz büyüktür" dedi. (Yusuf Suresi, 28)

Görüldüğü gibi Hz. Yusuf’un masum olduğu kadının iftira attığı net, tartışmasız, somut delille sabittir. Hz. Yusuf’un gömleğinin arka tarafından yırtılmış olması kadının Hz. Yusuf ile ilişkiye girmek istediğini belgelemiştir. Şahitler de bu gerçeği teyit etmiştir. Hatta kadının günahkar yani iftiracı ve yalancı olduğu Hz. Yusuf’un ise masumluğu bizzat eşi, dönemin iktidarı tarafından kabul de edilmiştir:

"Yusuf, sen bundan yüz çevir. Sen de (kadın) günahın dolayısıyla bağışlanma dile. Doğrusu sen günahkarlardan oldun." (Yusuf Suresi, 29)

Ancak buna rağmen Hz. Yusuf’un hapse atılması görüşü ağır basmıştır:

Sonra onlarda (Yusuf'un iffetine ilişkin) delilleri görmelerinin ardından, mutlaka onu belli bir vakte kadar zindana atmak (görüşü)ağır bastı. (Yusuf Suresi, 35)

Müvekkil Adnan Oktar’ın da binden fazla somut delille masumluğu açıktır. Dosyada mevcut olan yazışmalar, telefon tapeleri, fotoğraflar “bize cinsel saldırıda bulunuldu” diyen kadınların kendilerinin şiddetli bir arzu ve istekle talepte bulunduklarını ortaya koymaktadır. Türkiye’nin en önde gelen ceza hukukçuları ve Yargıtay Onursal başkanları dahi “bu dosyada suç da yok örgüt de yok cinsel saldırı da yok” demişler, bilimsel görüşlerini dosyaya sunmuşlardır. Müşteki yapılan kadınların 1500 tane ayrı yalan, ayrı çelişkili beyan verdikleri açığa çıkmıştır. Nitekim dosyayı 1.5 yıl boyunca satır satır inceleyen İstinaf Heyeti de ceza kararını bozmuş, “beraat etmeleri gerekir” diyerek tutukluların tahliyesine karar vermiştir. Tüm bunlara rağmen, bu somut lehe delillerin hepsinin birden yok sayılması ve müvekkil Adnan Oktar’ın halen tutuklu olması kaderinde birebir Hz. Yusuf’un sünnetini yaşamasının apaçık göstergesidir.

HZ. YUSUF’UN İFTİRAYA MARUZ KALDIĞI, İFTİRA ATAN KADINLARIN İTİRAFLARIYLA AÇIĞA ÇIKMIŞTIR

Tüm toplumun gözü önünde, masum olduğu aşikarken hapse atılan Hz. Yusuf toplamda 10 yıl boyunca cezaevinde kalmıştır. Bu süre zarfında Allah onun güzelliğine güzellik, gücüne güç, sağlığına sağlık, imanına derinlik katmıştır. Yıllar boyunca cezaevinde tutulduktan sonra Allah’ın dönemin yöneticilerine Hz. Yusuf’un aklına, ferasetine, dürüstlüğüne, vicdanına, derin kavrayışına muhtaç olduklarını göstermesiyle Hz. Yusuf cezaevinden çıkmıştır. Hz. Yusuf, cezaevinden çıkarılması için gönderilen elçiye önce kendisine iftira atan kadınlara gerçeğin sorulmasını ve onlardan olayın doğrusunun öğrenilmesini talep etmiştir. Haklılığının ve masumluğunun somut delille ortaya konmasını istemiştir.

Hükümdar dedi ki: "Onu bana getirin." Ona elçi geldiğinde (Yusuf:) "Efendine (Rabbine) dön de ona sor: "Ellerini kesen o kadınların durumu neydi? Doğrusu benim Rabbim, onların hileli düzenlerini gerçekten bilendir." (Yusuf Suresi, 50)

(Hükümdar topladığı o kadınlara:) "Yusuf'un nefsinden murad almak istediğinizde sizin durumunuz neydi?" dedi. Onlar: "Allah için, haşa" dediler. "Biz ondan hiçbir kötülük görmedik." Aziz (Vezir)in de karısı dedi ki: "İşte şu anda gerçek orta yere çıktı; onun nefsinden ben murad almak istemiştim. O ise gerçekten doğruyu söylenlerdendir." (Yusuf Suresi, 51)

Kadınlar, üzerlerindeki baskı ve dayatma kalktığında Hz. Yusuf’a iftira attıklarını, Hz. Yusuf’un masum olduğunu itiraf etmişlerdir. Adnan Oktar Davası dosyasında da yargılama sürecinde bazı kadınlar iftira atmaya mecbur bırakıldıklarını söyleme cesareti göstermişler, ancak hemen yeniden dayatmaya maruz kalmışlardır. Örneğin Merve Bozyiğit isimli etkin pişman sanık Mahkeme huzuruna geldiğinde emniyette iftira atması için baskı yapıldığını söylediğinde, normalde olması gereken bunu yapan polisler hakkında işlem yapılması iken, tarihte benzeri görülmemiş bir biçimde baskı gören kadının (etkin pişman olmaya zorlanan Merve Bozyiğit dürüst davranmaya karar vermesinin “karşılığı” olarak) tutuklanması kararı çıkmıştır. Netice olarak da diğer kadınlar doğruyu söylemekten sakınmışlardır. Özgür bir ortam olduğunda, bu kadınlar üzerindeki baskı tam anlamıyla kalktığında müvekkil Adnan Oktar’a kurulan kumpası tüm detaylarıyla topluma açıklayacakları görülmektedir.

HZ. YUSUF’UN CEZAEVİ DÖNEMİNİN DEVLETİN ONU BİR DENEMESİ OLDUĞU, ÇIKTIKTAN SONRA MISIR’IN HAZİNELERİNİN BAŞINA GEÇMESİNDEN ANLAŞILMAKTADIR

Hz. Yusuf’un cezaevinden çıktıktan sonra Mısır’ın Hükümdarı “senin bizim yanımızda önemli bir yerin var” diyerek onu karşılamış, ona önemli bir yöneticilik görevi vermek istemiş, Hz. Yusuf da kendisinin güvenilir olduğunu söyleyerek, yetenekli olduğu konuyu açıklayarak Mısır’ın hazinelerinin başına geçmiştir.

Hükümdar dedi ki: "Onu bana getirin, onu kendime bağlı kılayım." Onunla konuştuğunda da (şöyle) dedi: "Sen bugün bizim yanımızda (artık) önemli bir yer sahibisin, güvenilir (bir danışman-yönetici)sin." (Yusuf Suresi, 54)

(Yusuf) Dedi ki: "Beni (bu) yerin (ülkenin) hazineleri üzerinde (bir yönetici) kıl. Çünkü ben, (bunları iyi) bir koruyucuyum, (yönetim işlerini de) bilenim." (Yusuf Suresi, 55)

İşte böylece Biz yeryüzünde Yusuf'a güç ve imkan (iktidar) verdik. Öyle ki, orada (Mısır'da) dilediği yerde konakladı. Biz kime dilersek rahmetimizi nasib ederiz ve iyilik yapanların ecrini kayba uğratmayız. (Yusuf Suresi, 56)

Hükümdarın Hz. Yusuf’un güvenilir olduğuna kanaatinin gelmesi hapiste kaldığı süre boyunca gösterdiği sabrın, yüksek ahlakın, sadakatin, vefanın, aklın, vicdanın dönemin devlet yöneticileri tarafından tespit edildiğini göstermektedir. Hz. Yusuf’un lehine deliller olduğu halde, masum olduğu toplumun tüm önde gelenleri tarafından bilindiği halde, sadece birkaç kadının delilsiz sözlü beyanlarıyla hapse atılması karşısında bir kere bile isyan etmemesi, kesintisiz olarak güzel ahlak göstermesi, sabırlı ve vicdanlı davranması devletlerin zaman zaman önemli gördüğü insanları test edip denemesine bir örnektir. Bu mühim testi geçenler güvenilir insanlar olduklarını ispatlamış olurlar. Burada dikkat çeken bir diğer husus da Hz. Yusuf’un kendinin başarılı olacağını bildiği, yapabileceğinden Allah’ın izniyle emin olduğu konuyu Hükümdara söylemesidir. “Bana bu konuyu verin ben bunu kısa sürede hallederim”, “bana bunu emanet edin ben bunu yaparım” şeklinde güvence vermesi önemli bir detaydır.

SONUÇ: MÜVEKKİL ADNAN OKTAR TESLİMİYETLE KADERİNİ İZLEMEKTEDİR

Müvekkil yaklaşık 8 yıldır cezaevinde tek başına tutulmaktadır. Haksız ve hukuksuz olarak aldığı 360 defa müebbet anlamına gelen 8658 yıl hapis cezası bir yana, Türkiye’de başka hiç kimseye uygulanmayan avukat görüş kısıtlılığı da uygulanmaktadır. Hakkında hemen her gün karalama nitelikli haberler yapılmakta, cahilce ve anlamsız bir linç kampanyası 8 yıldır kesintisiz devam ettirilmektedir. Verilmiş olan hüküm Yargıtay tarafından da hukuka aykırı bir şekilde onandığı halde müvekkile husumet duyanlar hala yatışmamakta, televizyonlarda milyonların gözü önünde açıkça cinayete teşvik ederek “öldürülmesi gerektiği” hezeyanlarını dile getirmektedirler. Müvekkile karşıt olanların, kumpası organize edenlerin ve bir şekilde bu kumpasın içinde yer almış olanların haksız olmanın getirdiği ve dürüst olanın mutlaka üstün geleceğini bilinçaltlarında biliyor olmalarından kaynaklanan bir panik ve çırpınış içinde oldukları görülmektedir.

Onların tüm bu paniği ve anlamsız çırpınışları karşısında müvekkil Adnan Oktar’ın büyük bir sakinlik, huzur ve teslimiyetle cezaevinin hayırlarından ve bereketlerinden istifade ediyor olması ise Allah’a olan sonsuz güveninden, aşkından, sadakatinden ve imanından kaynaklanmaktadır. Dünya hayatının tamamının beynin içinde Allah’ın izlettiği bir görüntüden ibaret olduğunu bilen müvekkil Adnan Oktar Allah’ın muhteşem bir akıl, sanat, hikmet, güzellik ve iyilikle yarattığı görüntüyü Allah’a gönülden bir güvenle izlemektedir.

Müvekkilin tahliye olmak gibi bir beklentisi yoktur. Dünyaya dair bir iddiası ve talebi de yoktur. Tek arzusu Allah’ı olabilecek en yüksek bağlılık ve derinlikle sevmek, bu yüksek ve güçlü sevgisini en güzel şekilde ifade edebilmek, Allah’ın rızasının en fazlasını kazanmaktır. Müminlerin müdafisinin Allah olduğunu bilen ve her şeyin hakimi ve sahibi olan Allah’ın yarattığı her olayın sonsuz hikmet ve hayır olduğundan emin olan müvekkil için cezaevindeki her günü hayır ve iyiliktir.

Geçmişte de müvekkil Adnan Oktar’ı kendilerince yok etmek isteyenlerin sayısız kumpasları hatta suikast girişimleri dahi olmuştur. Ancak Allah her defasında bu tuzakları bozmuş müvekkil en ufak zarar görmek bir yana çok daha güçlü, sevinçli, dinç, sağlıklı olarak hayatına devam etmiştir. Allah sevenlerinin sayısını kat kat arttırmış, her defasında birbirinden değerli, samimi, akıllı, genç, güzel insanı çevresinde kenetlemiştir. Müvekkil kendine kurulan tuzaklardan birçok hayır kazanarak çıkarken bu tuzakları kuranların birçoğu eceliyle vefat etmiştir. Bir zamanlar “Adnan Oktar bu defa bitti”, “Adnan Oktar bu defa yandı” diyerek kendilerince tuzaklarını kutlayanlar bugün ahiretten müvekkilin cezaevinde adeta cennet bahçesinde yaşar gibi sevinçli, huzurlu, sevgi ve sağlık dolu hayatını izlemektedirler.

Yukarıda da izah ettiğimiz üzere eğer bu kumpas olmasaydı, müvekkil peygamber sünneti hapis imtihanını yaşamamış olur, Hz. İbrahim’in de tutuklandığı yer olan Van’a gidemez, Zülkarneyn’in 3 yolculuğunun yaşadığı yerlerde bulunamazdı. Müvekkil Mehdi talebesi olduğu için Mehdi’nin yaşayacaklarını yaşıyor olmaktan büyük şeref duymaktadır. Allah’ın bu lütfunu şükürle karşılamaktadır. Mehdi talebesi olarak Mehdi’ye fiziki benzerliklerinin olması da bir şereftir ancak asıl onur verici ve güzel olan Mehdi’nin yaşayacaklarının benzerlerini yaşıyor olmaktır. Mehdiyet bir nevi gül bahçesidir, bu bahçeye giren her salih müminin de gül kokması olağandır. Mehdiyetin güzel kokusunu üzerinde taşımak ise hiçbir zaman bir Mehdilik iddiası değildir.

Saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz. 10.11.2025

Adnan Oktar

Müdafi Av. Mert Zorlu

Daha yeni Daha eski