İSTANBUL 1. AĞIR CEZA MAHKEMESİ’NE

DOSYA NO   : 2024/60 E.

SUNAN    : Adnan Oktar

MÜDAFİİ   : Av. Mert Zorlu

KONU    : Müvekkil Adnan Oktar, 1940-50’li yıllarda televizyon ve sinema yapımlarında kadının, “erdemli, asil, topluma örnek teşkil eden bir karakter” olarak temsil edilirken; günümüzde bu anlayışın, yerini “çıkar peşinde koşan, entrikacı, agresif ve yüzeysel kadın karakterlere” bıraktığına dikkat çekmekte; toplumun vicdanını ve maneviyatını şekillendiren çok güçlü bir etken olan görsel medyada, kadının “onurlu, vakarlı, saygı uyandıran ve güzel ahlakını yansıtan özelliklerinin” yeniden öne çıkarılmasının, toplumun manevi geleceği açısından büyük önem taşıdığını ifade etmektedir.

Müvekkil, film ve dizilerde olumsuz kadın karakterlerin popülerleştirilmesinin, toplumdaki ahlaki ve manevi etkilerine ilişkin değerlendirmelerini Sayın Mahkemenizin takdirine arz etmektedir.

AÇIKLAMALAR :

Müvekkil Adnan Oktar, sinema, televizyon dizileri ve filmlerde kadınlara verilen rollerde sıkça görülen karakter tiplerine ilişkin bazı önemli hususlara dikkat çekmektedir:

Kuran’da Kadının Değeri, Şerefi ve Ahlaki Sorumluluğu

Günümüzde kimi toplumlarda görülen dejenerasyonun ve ahlaki bozulmanın sebeplerinden biri de, kadına değer veren bakış açısından giderek uzaklaşılmasıdır. Oysa kadına verilen kıymet, Allah’ın Kuran ile insanlara öğrettiği çok önemli ve temel bir ahlaki ölçüdür. Allah, kadını üstün meziyetlerle donatmış, onu topluma örnek olabilecek insani inceliklerle yaratmıştır. Kuran’da kadın; iman gücüyle, iffetiyle, merhametiyle, nezaketiyle ve fedakarlığıyla övülmüş ve yüceltilmiştir. Bu nedenle İslam ahlakında kadın; sevginin, saygının, güzel ahlakın, sadakatin, vicdan ve özverinin temsili olan çok değerli bir varlıktır.

Bir kadının güzel ahlakı, sadece kendisini değil, çevresini ve tüm toplumu aydınlatır ve güzelleştirir. Bu üstün özellikleri üzerinde taşıyan bir insanın sözlerindeki hikmet, davranışlarındaki asalet, insanları iyiliğe ve güzel ahlaka sevk eden çok kıymetli bir örnek ve rol model oluşturur.

Kadının güzel ahlakı, çevresini olumlu etkilediği gibi; kendisinin hem dünyada şerefli bir konuma yükselmesine hem de ahirette Allah’ın rızasını kazanmasına vesile olur.

Ne var ki günümüzde, Kuran’ın kadına kazandırdığı bu yüksek değer anlayışı, bazı televizyon ve sinema yapımlarında ya göz ardı edilmekte ya da gereği gibi yansıtılamamaktadır.

Televizyon ve Sinemada Kadın İmajı

Görsel Medyanın Rolü

Sinema, televizyon ve dijital platformlar yalnızca boş zamanları dolduran bir eğlence aracı değil; aynı zamanda toplumun düşünce yapısını, değer yargılarını ve ahlak anlayışını şekillendiren çok güçlü bir etki alanıdır.

İzlenen her sahne, bir hikaye anlatmanın ötesinde; zihinlere işlenen güçlü bir mesaj; bir telkin ve yönlendirmedir. Sunulan her karakter, izleyiciye bir fikir, ölçü ve bir kıstas kazandırır. Bu kıstaslar da zamanla, gerçek hayatta nasıl davranılması gerektiğine dair bir “model” meydana getirir ve “nasıl düşünmemiz, nasıl hissetmemiz, hatta nasıl biri olmamız gerektiği” konusunda tüm topluma yön verir.

Dolayısıyla görsel medya bu yönleriyle, bilinçaltını yönlendiren, davranışları şekillendiren hatta değer yargılarını dönüştüren; toplumun vicdanını, adalet anlayışını ve maneviyatını biçimlendiren çok önemli “bir eğitim aracı” konumundadır.

Defalarca tekrar edilen davranış biçimleri, konuşma tarzları, ilişkiler ve karakter rolleri izleyicinin bilinçaltına işler; ve tüm bunlar zamanla “normal” ya da “kabul edilebilir” olarak görülmeye başlanır.

Bu karakter temsillerinden en önemlilerinin başında ise elbette ki ‘kadın karakterler’ gelir. Çünkü kadın, yalnızca bir birey değil, aynı zamanda yeni yetişen nesillerin kişiliğine etki eden, onlara örnek oluşturan bir ‘rol model’dir. Dolayısıyla sinema ve televizyonda kadının nasıl temsil edildiği, yalnızca kadınlar için değil, tüm toplum için belirleyici bir konudur.

Kadına yüklenen değer ya da değersizlik; bir toplumun ahlak ve aile yapısının sağlamlığını, insan ilişkilerinin derinliğini doğrudan etkiler. Ekranlarda defalarca tekrarlanan kadın figürleri, zamanla gerçek hayatta da “kadın dediğin böyle olur” algısını yerleştirir. Kadını temsil eden karakterler yozlaştırıldığında, toplumdaki insan ilişkileri bundan doğrudan etkilenir; sığlaşır, sevgi ve saygı dili bozulur.

Bu nedenle, medyada kadınların nasıl gösterildiği ve nasıl bir kadın modelinin özendirildiği üzerine düşünmek ve bu konudaki yanlış yaklaşımlara dikkat çekmek, hayati önem taşımaktadır.

Gerçek sanat, toplumu sahip olduğu değerlerinden uzaklaştıran değil; Allah korkusunu, vicdanı, güzel ahlakı; iyilik, dürüstlük, samimiyet gibi erdemleri hatırlatan ve yücelten bir anlayışta olmalıdır. Zira kadına değer veren ve güzel ahlaka teşvik eden yapımlar, sadece kadına duyulan saygının bir göstergesi değil; aynı zamanda tüm toplumun manevi dirilişine katkı sağlayan önemli bir adımdır.

40’lı ve 50’li Yıllar: Asil Kadın Portreleri

Kadının sinema ve televizyonda yansıtılış şekli, her dönemde içinde bulunduğu toplumun kültürel, ahlaki ve estetik bakış açısının bir aynası olmuştur. Bu anlatımlarda zaman zaman eksiklikler, yüzeysel veya hatalı bakış açıları da yer almıştır. Toplumların değer yargıları, güç ilişkileri, ideolojik yaklaşımlar ve cinsiyet rolleri nedeniyle, kadın karakterler kimi zaman dar bir bakış açısından ele alınmış; yüzeysel, tek yönlü ya da taraflı ve eksik biçimde sunulmuştur.

Ancak bununla birlikte, özellikle 1940’lı ve 1950’li yıllar hem Batı hem de Türk sinemasında, “asil kadın karakteri” açısından ayrı bir önem taşımaktadır. Bu yıllar, kadının zarafet, vakar ve güzel ahlakla temsil edildiği bir dönem olarak öne çıkmaktadır.

Bu dönemde sinema perdesinde görülen kadın rolleri, çoğunlukla toplumda idealize edilen niteliklere sahip; insani ve manevi yönleri güçlü, güzel ahlaklı, vicdanlı, duyarlı, tevazulu ve saygın karakterler olarak sunuluyordu.

Hollywood’un “altın çağı” olarak anılan bu dönemde sinemaya damgasını vuran kadın oyuncular; zarafetleri, karakter derinlikleri ve duruşlarıyla yalnızca birer film sanatçısı değil, aynı zamanda toplum için rol modelleri olmuşlardır.

Türkiye’de de aynı dönemde Yeşilçam’ın ilk örneklerinde kadın karakterler; “saygın, eğitimli, kültürlü, fedakar kadın” gibi toplumun önem verdiği değerleri temsil ediyordu. Bu kadın temsilleri, izleyiciye “örnek alınabilecek bir model” sunma amacını taşıyordu. Dolayısıyla kadın yalnızca bir hikaye konusu değil; aynı zamanda toplumsal değerlerin de temsilcisi konumundaydı.

Bu dönemdeki kadın sanatçıların rolleri, izleyici için “ilham veren, örnek oluşturan, sevilen ve saygı duyulan” karakterler olarak sunuluyordu. Sanatçılar sadece estetik açıdan değil, aynı zamanda davranışları, kararları ve toplumsal rolleriyle de örnek teşkil ediyorlardı. Ahlaki değerlere bağlılıkları, kültürlü duruşları ve zarafetleri; kadınların toplum içindeki saygınlığını pekiştiriyor, izleyicinin zihninde “ideale yakın kadın” algısını oluşturuyordu. Bu model, hem kişisel hem de toplumsal davranışları şekillendiren bir rehber ve kıstas işlevi görüyor, genç kuşaklar için de güçlü bir “örnek” teşkil ediyordu.

Dolayısıyla, 40’lı ve 50’li yıllarda sinemada yer verilen kadın karakterler, yalnızca toplumsal değerleri yansıtan değil; aynı zamanda bu değerleri güçlendiren rol modellerdi. Bu nedenle söz konusu süreç, kadın temsili açısından hem estetik hem karakter bütünlüğüyle “asil kadın modeli”nin belirgin bir şekilde öne çıktığı yıllardı.

O döneme bakıldığında, dikkat çeken bir başka özellik de sunulan yapımlarda kadın oyuncuların zarafetlerinden, vakarlarından ve asaletlerinden asla taviz vermemeleriydi. 40’lı ve 50’li yıllarda sinemadaki kadın karakterler, kavga eden, bağıran ya da çirkin yüz ifadeleriyle öfkeli tavırlar sergileyen bir biçimde ekranda yer almamıştır. Çünkü o dönemin yapımları, kadını kalitesiyle, nezaketiyle ve erdemli yönleriyle ön plana çıkarıyor; izleyiciye “güzel ahlakın önemini” de yansıtıyordu. Bu durum, dönemin sanat anlayışının bu değerlere önem vermesinden kaynaklanmaktaydı.

Günümüzde ise bu yaklaşımın yerini, kadın karakterini farklı ve olumsuz biçimlerde ele alan ve çoğu zaman değerini gölgeleyen yapımlar almıştır.

Elbette günümüz sanatçıları bu tabloyla kıyaslanarak haksız bir biçimde eleştirilmemelidir.

Çünkü sinema ve televizyon sektöründe oyuncular, kendilerine sunulan senaryo gereği bu tarz rolleri oynamak durumunda kalmaktadır.

Müvekkil burada sanatçılara değil, kadının yanlış bir anlayışla ele alındığı senaryo ve yapım kültürüne dikkat çekmektedir.

Ancak geçmişteki örnekler bize açıkça şunu göstermektedir ki; bir kadın, sesini yükseltmeden de var olabilir. Zarafetiyle ve vakarlı duruşuyla da kişilikli olabilir; saygı uyandırabilir. Güzel ahlaklı, erdemli bir karakter, izleyiciye çok daha etkili şekilde tesir edebilir.

Hollywood’un Altın Çağı ve Kadın Temsili

Hollywood’un “altın çağı” olarak anılan 1940’lı ve 1950’li yıllarda sinemada görülen kadın rolleri, yalnızca estetik zarafetleriyle değil, aynı zamanda “karakter derinlikleriyle” de öne çıkıyordu. Kadınlar, hem erdemli hem de güçlü ve kişilikli; ama aynı zamanda toplumla uyumlu, saygın figürler olarak sunuluyordu.

Katharine Hepburn

Katharine Hepburn, Audrey Hepburn, Grace Kelly, Ingrid Bergman ve Lauren Bacall gibi oyuncular, dönemin “asil kadın” modelini temsil eden isimlerdi. Katharine Hepburn’ün entelektüel ve özgür kadın duruşu, Audrey Hepburn’ün zarafeti ve inceliği, Grace Kelly’nin soylu asaleti ya da Ingrid Bergman’ın karakterli ve güçlü kadın portreleri, kadınlara sadece bir estetik beğeni değil, aynı zamanda “toplumsal bir rol modeli” sundu. Bu sanatçılar, ekranda canlandırdıkları karakterler aracılığıyla, kadın kimliğinin toplum içindeki saygınlığını pekiştiren ve izleyiciye “ilham veren” figürler haline geldiler.

Audrey Hepburn

Ilsa Lund (Ingrid Bergman)

Grace Kelly

Türk Sineması’nda Asil Kadın İmajı (1950–1960)

Aynı dönemde Türk sinemasında Yeşilçam’ın ilk dönemlerinde yer verilen kadın karakterler de, toplumun kadına dair “ideal model” anlayışını yansıtmış; kadınların toplumdaki değerini yüceltmeyi hedeflemiştir.

Türk sinemasında Cahide Sonku, Neriman Köksal, Belgin Doruk ve Sezer Sezin gibi isimler, dönemin “asil kadın portresi”ni temsil eden oyunculardandı. Cahide Sonku, yalnızca oyunculuğuyla değil, aynı zamanda yönetmenlik ve yapımcılığıyla da Türk sinemasında öncü bir karakter olmuş, güçlü ve bağımsız kadın kimliğini ekrana taşımıştı. Neriman Köksal’ın güçlü ve karizmatik kadın tiplemeleri de Yeşilçam’da kadınların saygınlığına katkı sağlayan örneklerdi. Belgin Doruk, “Türk sinemasının prensesi” olarak anılırken, hem zarafeti hem de canlandırdığı saygın kadın karakterlerle izleyicinin sevgisini kazanmıştı. Sezer Sezin ise döneminin en önemli kadın oyuncularından biri olarak, eğitimli ve kültürlü kadın rollerinin güçlü temsilcisi olmuştu.

Bu oyuncuların temsil ettiği kadın figürleri, yalnızca birer film karakteri değil; aynı zamanda toplumun değerlerini pekiştiren, izleyicinin bilinçaltına “saygı duyulan kadın” algısını işleyen birer kültürel sembol haline gelmişti.

Cahide Sonku

Belgin Doruk

Yeşilçam’ın Altın Dönemi ve Çok Yönlü Kadın İmajı (1970’ler)

1970’li yıllar ise, Türk sinemasında kadınların hem zarafetlerini hem de karakter güçlerini yansıttıkları; samimiyetin ve insani derinliğin öne çıktığı bir dönemdi. Bu yıllarda sinemada kadın algısı, toplumun; vicdanını, fedakarlığını ve sevgi dolu yönünü temsil ediyordu. Hülya Koçyiğit, hem modern hayatın yeniliklerini hem de toplumun ahlaki değerlerini bir arada yaşatan zarif karakterleriyle bu dengeyi en güzel şekilde yansıttı. Türkan Şoray, insani derinliği ve içtenliğiyle halkın gönlünde taht kurdu; sadece güzelliğiyle değil, asaletli duruşuyla da“Sultan” unvanını aldı. Fatma Girik, halkın içinden gelen kadın modeliyle cesareti, samimiyeti ve kadının çabasını canlandırdı; güçlü ama vicdanlı kadın kimliğinin sesi oldu. Filiz Akın ise modern, zarif, kültürlü ve Batılı kadın profiliyle, nezaketin modern hayatla nasıl uyum içinde olabileceğini gösterdi.

Bu isimler, sadece birer sanatçı değil; aynı zamanda kadın onurunu, güzel ahlakı ve toplumsal sorumluluğu temsil eden örnek karakterlerdi. O dönemin sineması ise kadını; ahlakın, sevginin ve vakarlı duruşun simgesi olarak gösteriyor ve bu şekilde topluma bir denge, güzellik anlayışı ve vicdan sesi kazandırıyordu.

Bu birikimin doğal sonucu olarak 1970’lerde kadın temsili, sadece “asil kadın” imajını değil; toplumun farklı kesimlerini, değerlerini ve mücadelelerini yansıtan çok yönlü bir kimliğe dönüştü.

Bu oyuncuların rol aldığı filmlerde kadın, çoğunlukla:

  • Toplum içinde saygın,
  • İnsani değerlere bağlı,
  • İyilikten, fedakarlıktan ve doğruluktan taviz vermeyen,
  • Hem zarif hem de onurlu, vakarlı bir kimlik olarak yansıtılıyordu.

Bu sinema rolleri, izleyiciyi güzel ahlaklı ve erdemli olmaya, asil ve saygın bir yaşam tarzı benimsemeye teşvik ediyordu. Kadının idealize edilmiş bu sinema karakteri, genç kuşaklara ahlaki değerleri aktaran bir köprü olmuş; sinemayı adeta bir “erdem okulu”na dönüştürmüştü.

Dolayısıyla 1940’lardan 1970’lere kadar uzanan yıllar, hem dünyada hem de Türk sinemasında kadının, “toplumun ahlaki pusulası” olarak öne çıktığı bir “altın dönem” niteliğindeydi.

Filiz Akın

Hülya Koçyiğit

Günümüz Dizilerinde ve Filmlerinde Kadın İmajı

Günümüzde ise tablo oldukça farklıdır. 1950’lerden 1970’lere uzanan dönemde kadının erdemli, asil ve saygın bir kimlikle topluma örnek teşkil eden rolü, günümüz televizyon ve sinema yapımlarında büyük ölçüde tersine dönmüştür. Bir zamanlar “toplumun ahlaki pusulasını yansıtan kadın portreleri”, günümüzde giderek metalaştırılmış, yozlaştırılmış, ahlaki ve insani değerlerden uzaklaştırılmış ve kimliksizleştirilmiş” bir biçimde sunulmaktadır. Geçmişte sinema filmlerinde dürüstlüğe, fedakarlığa, asalete teşvik eden; zarafet, merhamet, özveri, vakar ve sadakat gibi erdemlerin timsali olarak görülen kadın rolleri, bugün çoğu yapımda izleyiciyi hileye, sahtekarlığa, çıkarcılığa, agresif ruh haline ve derinliği olmayan yapay karakterlere özendiren bir kalıba yönelmiştir.

Yeni nesil televizyon dizileri, sinema yapımları ve sosyal medya içeriklerinde kadın rolleri, çoğu zaman popülerlik ve ilgi çekme kaygısıyla kurgulan , tüketim kültürüne ve reyting kaygılarına hizmet eden; bu nedenle de yalnızca dış görünüşüyle öne çıkarılan ve “entrika ve kaosun” merkezine yerleştirilen karakterler haline gelmiştir.

Ekranlarda sıkça karşılaşılan, hırslı, entrikacı ve yüzeysel yapılarıyla dikkat çeken kadın rolleri; ikiyüzlü, içten pazarlıklı, şirret, çıkarcı, düzenbaz ya da hilekâr karakterler etrafında kurgulanmakta, topluma istemsiz olarak da olsa; “başarı ve güç”ün, ancak bu yozlaşmış tavırlarla elde edilebileceği mesajı verilmektedir.

Görsellerde yer alan oyuncular yalnızca rollerini icra eden sanatçılardır; bu oyunculara yönelik bir eleştiri söz konusu değildir. Eleştirilen unsurlar, sadece senaryo kapsamında verilen karakter rollerine ilişkindir.

Bunun en önemli sebeplerinden biri ise medyanın, kadın rollerini artık ahlaki bir örnek veya değerli bir varlık olarak değil; çoğunlukla reyting ve tıklanma aracı olarak kullanmasıdır. Günümüz televizyon ve dizi kültüründe, senarist ve yapımcılar, dizi karakterlerini yalnızca ‘izlenme kaygısı’ temelinde şekillendirmektedir.

Artık “erdem ve saygınlık” öncelik olarak görülmemekte; film ve dizilerdeki hikâyeyi dikkat çekici ve sürükleyici göstermeyi amaçlayan ‘çarpık karakterler, güç savaşları, çatışmalar, entrika ve çekişmeler’ ana unsur olarak ele alınmaktadır. Bu durum ise, yalnızca kadına olan bakış açısını değil, aynı zamanda toplumdaki değer yargılarını ve ahlak anlayışını da temelden değiştirmektedir.

Sinema ve dizi dünyasında öne çıkan kadın karakterler, artık çoğunlukla şu olumsuz kalıplar etrafında şekillenmektedir:

  • Entrikacı Kadın Karakter: Sevgi ve samimiyetten uzak, ikiyüzlü, çevresindekileri manipüle eden, herkesin arkasından iş çeviren, çıkar uğruna dostluklar kuran; güvenilmezliği temsil eden karakter.
  • Servet Avcısı Kadın: Ahlaki ve insani değerlere değil, maddi imkanlara odaklanan; “zenginlik” peşinde koşarken sahte ilişkiler kuran, tamahkar ve hesap peşinde olan karakter.
  • Dominant ve Kontrolcü Kadın: Büyüklük hırsıyla çevresindekileri sürekli aşağılayan, güç peşinde, kibirli, buyurgan ve otoriter bir tavır gösteren karakter.
  • Mafya ve ‘Hanım Ağa’ Karakterleri: Şiddet, tehdit ve güç sembolleriyle ön plana çıkan; kadının zarafet ve vakarını değil, öfkeyi temsil eden, otorite peşinde olan karakterler.
  • Gerilimli ve Öfkeli Kadın: Sürekli kavga eden, bağıran, tartışan; her sahnede kriz ve gerilim oluşturan, huzursuzlukla öne çıkan kadın karakter.
  • Kin, İntikam ve Hasetle Hareket Eden Kadın: Kıskançlık, kin ve rekabet duygularıyla hareket eden; sevgiden ve huzurdan uzak, çatışmayı hayat biçimi haline getiren karakter.
  • Egoist ve Çıkarcı Kadın: Kendisinden başka kimseye değer vermeyen, hiç kimseyi düşünmeyen, menfaatleri uğruna tüm değerlerini terk edebilen, bencil karakter.
  • Gaddar, Zorba ve Acımasız Kadın: Merhamet duygusunu yitirmiş, çıkarları için her türlü kötülüğü yapabilen; sevgi ve şefkat duygularını tamamen kaybetmiş karakter.
  • Yapay Zarafetli Kadın: Zenginlik ve lüks içinde gösterilen; insani özelliklerinden kopmuş, yalnızca dış görünüşü, süsü ve toplumdaki sosyal statüsüyle var olmaya çalışan karakter.
  • Sahte ve Yüzeysel Kadın: Fiziksel olarak güzel ve çekici; ama manevi derinliği olmayan, ruhu boş kadın karakter.
  • Sevgisiz Kadın: İnsanlara karşı sevgi duyamayan, duygusal bağ kuramayan; nefretle dolu, mesafeli, soğuk ve nobran karakter.
  • Tamahkar Kadın: Sürekli menfaat peşinde koşan, her ilişkisinde maddi kazanç hedefleyen, doyumsuzlukla hareket eden ve tamah etmekten çekinmeyen karakter.
  • Basit Tavırları Benimseyen Kadın: Nezaketten, zarafetten ve görgüden uzak; kaba, ölçüsüz ve saygısız tavırları benimseyen, kendini değerli görmeyen karakter.

TV ve Sinemada Sunulan Bu Karakter Kalıplarının Toplumsal Sonuçları

Sinema ve televizyon yapımlarında; yukarıda yer alan aynı karakter kalıpları sıklıkla tekrar edilmektedir. “Kocasını kontrol eden öfkeli eş”, “rakibini kıskanan entrikacı kadın”, “kariyer için her şeyi feda eden hırslı kadın”, “para için sevgiyi satan sevgili”, “dedikodu, kaos ve lüks içinde yaşayan sosyetik kadın”, “aileyi kandırmak için her şeyi yapacak gelin" gibi kötü örnekler sürekli gündemde tutulduğunda, insanlar üzerinde yoğun bir telkin etkisi oluşturmaktadır. Medyada sıkça karşılaşılan bu çarpık kadın rolleri, toplumsal bilinçaltını etkilemekte; kimi insanlar, bu karakterleri izlerken bilinçli veya bilinçsiz olarak kötü ahlak özelliklerini, vicdansızlığı, zorbalığı, hilekarlığı, sahtekarlığı, ikiyüzlülüğü, çıkarcılığı benimsemekte ve normal karşılar hale gelmektedirler.

Bu karakterler, izleyiciye sunulma biçimleriyle, toplumun “saygı duyulan, örnek kadın algısını” başka bir anlayışa dönüştürmekte; kadına verilen değerin zedelenmesine yol açmakta ve genç kuşaklara olumsuz modeller sunmaktadır.

Allah korkusu ile hareket etmeyen, Kuran ahlakını yaşamayan insanlar, kolaylıkla bu karakterlerin etkisi altına girebilmektedirler. Söz konusu film veya dizilerin popülerliği nedeniyle, bu karakter yapıları toplumda hızla normalleşmekte; bunun sonucunda da toplumlar, güzel ahlakın, vicdanın, samimiyetin ve dürüstlüğün değil; kurnazlığın kazandığı bir dünyaya inanır hale gelmektedirler.

Görsel medyadaki bu sunumlar,

  • Erkeklerin kadına olan saygısını yok etmekte,
  • Kadınların kendi arasındaki dayanışmayı zayıflatmakta,
  • Rekabeti ve kıskançlığı körüklemekte,
  • Kadın-erkek ilişkilerini sevgi ve saygı temelinden çıkarıp çıkar ilişkisine dönüştürmekte;
  • “Başarı ve güç” elde etmenin, ahlaki olmayan yollarla mümkün olduğu algısını aşılamaktadır.

Kadının medyada sürekli olarak bu çarpık karakterlerle yer alması sonucunda;

Erkeklerin gözünde kadın, sevginin, şefkatin, sabrın, vicdanın ve güzel ahlakın simgesi olmaktan çıkıp; samimiyetsizlik, çıkar, öfke ve yapaylıkla özdeşleşen bir varlığa dönüşmektedir. Erkekler kadına daha az değer vermekte, kadına saygı duymayan ve güvenmeyen bir anlayış geliştirmektedirler.

Kadınlar, birbirlerine karşı kadın dayanışmasını değil; tam aksine rekabeti ve entrikayı öğrenmektedirler. Güçlü kadın kavramının; artık güzel huylu, erdemli, merhametli ve sabırlı değil; kavgacı, acımasız ve yükselmek için her yolu mubah gören biri olarak yaşanabilineceği inancı güçlendirilmektedir.

Genç kızlar, "Çok konuşan dikkat çeker", "Kadın kadınla dost olamaz", "Ahlak veya asalet yerine görünüş daha önemlidir", "Erkekleri manipüle etmeden hayat kazanılmaz" gibi yanlış ve çarpık değer yargılarına inanmaya teşvik edilmektedir.

Tüm bu telkinler, uzun vadede güzel ahlaka olan inancı ortadan kaldıran, kadınların toplumsal değerini, kadın-erkek ilişkilerini ve manevi değerlere olan inancı temelden zedeleyen ciddi algı bozulmalarına yol açmaktadır.

Sinema ve TV Yapımlarında, Güzel Örnek Olacak Yeni Kadın Karakterleri Oluşturmak

Kadının gerçek gücü; imanında, vicdanında, samimiyetinde, aklında, güzel ahlakında ve asaletinde saklıdır. Kadın rollerinde işlenecek en değerli unsurlar bu manevi özelliklerdir. Dolayısıyla görsel medyada kadının yeniden doğru şekilde temsil edilebilmesi için, öncelikle “asil ve erdemli kadın modeli” hatırlanmalı ve yeniden işlenmelidir.

Ancak bu model, geçmişin idealize edilmiş figürlerine bir dönüş değil;

GÜZEL AHLAKIN, VİCDANIN, İNSANİ DERİNLİĞİN, MANEVİ DEĞERLERİN, SEVGİNİN, SAYGININ, İYİLİĞİN ÖNEMİNİ VURGULAYAN ve modern dünyanın içindeyken de erdemli kalabilen insan ve kadın karakterini anlatmalıdır.

Kadın, bilgeliğiyle akıllı; duygusuyla derin; ahlakıyla güçlü; sevgisiyle yapıcı bir karakter olarak ele alınmalıdır. Medyada yeniden erdemli, ölçülü, ahlaki ve insani değerlere bağlı kadın figürleri yer aldığında; toplumun dili de, üslubu da, ilişkileri de sürekli daha da gelişecek ve güzelleşecektir.

BU MODELİN “EN KUSURSUZ ŞEKLİ” İSE KURAN AHLAKINDA YER ALMAKTADIR. Kuran’da kadının değeri; bilgi, hikmet, iffet, merhamet ve vakar gibi yüce özelliklerle anlatılmıştır. Bu üstün ahlak anlayışı, kadını ne yalnızca bir güzellik unsuru ne de sadece bir fedakarlık sembolü olarak görür; onu aklıyla, imanıyla ve ahlaki derinliğiyle ve kişiliğiyle örnek bir insan modeli olarak yüceltir.

Dolayısıyla modern sinema ve televizyon yapımlarında kadının yeniden asil ve değerli bir şekilde temsil edilebilmesi için;

KURAN’IN ÇİZDİĞİ BU ERDEMLİ ÖLÇÜLERDEN İLHAM ALINMASI büyük önem taşımaktadır.

Böylece kadın karakterler, TÜM TOPLUMA IŞIK TUTAN ÖRNEK ŞAHSİYETLER haline gelebilecektir.

Sanatçılar, Senaristler, Yapımcılar ve Yönetmenler; Yapımlarının Toplumu Nasıl Şekillendirdiğinin Farkında Olmalıdır

Sanat, yalnızca estetik veya eğlendirme amacı değil, aynı zamanda büyük bir “vicdani sorumluluk” da taşır. Bir film, bir dizi ya da bir dijital yapım, milyonların zihnine ulaşabilmekte ve bu insanların bilinçaltlarına değer yargıları yerleştirebilmektedir. Bu nedenle sanatçılar, senaristler, yapımcılar ve yönetmenler; aynı zamanda kalemlerinin toplumu nasıl şekillendirdiğinin sorumluluk duygusu ile hareket etmelidir.

Medyanın, “toplumun ahlakını dönüştürebilme etkisi”; toplumdaki eksiklikleri onarmak, daha iyiye götürmek ve güzelleştirmek için kullanılmalıdır.

Dolayısıyla medya üreticileri, şu üç amacı önemli gören yapımlara dönmelidir:

  • Kadını metalaştıran ve yozlaştıran değil, yücelten karakterler yazmak.
  • Gücü, öfkede, entrikada, samimiyetsizlikte, sevgisizlikte değil; güzel ahlakta, dürüstlükte ve iyilikte göstermek.
  • Popülerliği değil; insani değerleri ve erdemi önemli alan yapımlar oluşturmak.

Sinema ve televizyon yapımları bu eğitici bilinçle üretildiğinde; yalnızca çok izlenmekle kalmaz, aynı zamanda topluma yön verir, değer kazandırır ve manevi bir dirilişe vesile olur.

Örnek Saliha Kadın Karakteri: Hz. Meryem ve Hz. Asiye

Allah Kuran’da kadınları üstün ahlaki özellikleriyle tüm insanlara örnek olarak göstermiştir. Hz. Meryem, iffetli, teslimiyet sahibi, Allah’a gönülden bağlı bir mümindir. Hz. Asiye ise, Firavun gibi zalim bir inkarcının eşi olmasına rağmen, güçlü imanı, cesareti ve sabrıyla tarihe geçmiştir. Allah Kuran ayetlerinde bu iki saliha Müslüman kadını tüm inananlara örnek olarak göstermiştir:

—KOVULMUŞ ŞEYTANDAN RAHMAN VE RAHİM OLAN ALLAH’A SIĞINIRIZ—

“Hani melekler demişti ki: ‘Ey Meryem! Şüphesiz Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni alemlerin kadınlarına üstün kıldı.’” (Ali İmran Suresi, 42)

Allah, iman edenlere Firavun’un karısını örnek gösterdi: ‘Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap. Beni Firavun’dan ve onun kötü işlerinden koru...’” (Tahrîm Suresi, 11)

Bu ayetler, kadının değerinin zenginlikte, makamda ya da dış güzellikte değil; imanda, takvada, sadakatte ve teslimiyette olduğunu çok açık bir şekilde göstermektedir. Bu iki Müslüman kadın, güzel ahlakları, cesaretleri ve sabırlarıyla Kuran’da övülmüş ve tüm insanlara örnek kılınmışlardır.

Peygamber Efendimiz (sav) de kadını üstün ahlakıyla yücelten çok sayıda hadis-i şerif buyurmuştur. Bunlardan biri şöyledir:

“Dünya bir metadır. Onun en hayırlısı saliha kadındır.” (Müslim)

SALİHA KADIN;

Allah’tan korkan, iffetini koruyan, güzel ahlak sahibi, sözü ve davranışı ölçülü olan kadındır. Böyle bir kadın sadece kendi hayatını değil; bulunduğu her yerde etrafını ve toplumunu da aydınlatır. Onun olduğu yerde sevgi, huzur, sükûnet, nimet, güzellik ve bereket her yere yayılır.

Kuran’da bildirilen üstün ahlaklı kadın modeli, görsel medyadaki yapımlarda da dikkate alınmalıdır. Bu örnek modelden yola çıkarak sinema ve televizyonda kadının yeniden asil, erdemli ve vicdanlı yönleriyle yansıtılması hem toplumun manevi yapısı hem de gelecek nesillerin örnek alacağı karakterler açısından büyük önem taşımaktadır. Kuran’da bildirilen kadın modeli; aklı, güzel ahlakı, sabrı ve vefası ile topluma ışık tutan, insanlara yol gösteren ideal bir örnektir.

Yapımcı ve senaristlerin, bu değerlerden ilham alarak karakter inşa etmeleri; hem toplumsal ahlakın güçlenmesine katkı sağlayacak hem de eserlerine aradıkları anlam ve derinliği kazandıracaktır.

SONUÇ VE TALEP :

Müvekkil Adnan Oktar, televizyon, sinema ve dijital medya yapımlarında kadının hangi yönleriyle öne çıkarıldığı ve nasıl bir kimlikle temsil edildiğinin yalnızca bir senaryo tercihi değil; toplumun vicdanını, değer yargılarını ve maneviyatını doğrudan etkileyen çok güçlü bir etken olduğunu ifade etmektedir.

Bu çerçevede, film ve dizilerde kadının onurlu, vakarlı, erdemli, saygı uyandıran ve örnek teşkil yönlerinin yeniden ön plana çıkarılmasının; toplumsal yapının güçlenmesi ve gelecek nesillerin doğru örneklerle yetişmesi açısından büyük önem taşıdığına dikkat çekmektedir.

Kuran’da övülen kadın modeli; aklı, güzel ahlakı, sabrı ve vefasıyla topluma rehberlik eden bir örnek niteliğindedir.

Görsel medyada bu değerlerden ilham alınarak, kadının erdemli ve vicdanlı yönlerinin yeniden ekranlara taşınması, hem toplumun ahlaki yapısını destekleyecek hem de daha nitelikli, derinlikli, takdir gören ve kalıcı eserlerin ortaya çıkmasına zemin hazırlayacaktır.

Bu bağlamda, müvekkilin konuyla ilgili değerlendirilmelerini saygılarımızla Sayın Mahkemenizin bilgilerine arz ederiz. 23.11.2025

Adnan Oktar Müdafii Av. Mert Zorlu

Daha yeni Daha eski