
İSTANBUL 1 AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA
DOSYA NO : 2024/74 E
SUNAN : Adnan Oktar
MÜDAFİ : Av. Mert Zorlu
KONU : İddianamede müvekkil ve arkadaşlarının arasındaki dostluk ve sevgi bağı bir suç gibi lanse edilmiştir. Esas hakkındaki mütalaada da sevgi anlayışları adeta cezalandırılmak istenmiştir. Oysa müvekkil ve arkadaşları Allah’ın tüm dünyayı sadece sevgi için yarattığına inanmaktadırlar. Sevginin yayılmasıyla insanların canını yakan birçok sorunun ortadan kalkacağını anlatan insanlardır. Sevgiyi yaşamaları, anlatmaları suç değil bir güzellik ve iyiliktir. Müvekkil Adnan Oktar’ın konuyla ilgili görüş ve düşüncelerinin arzıdır.
AÇIKLAMALARIMIZ
Yaklaşık 8 yıldır tutuklu olan müvekkil operasyonun gerçekleştiği 2018’den bu yana gerek Türkiye’de gerekse dünya çapında ekonomik kriz, fakirlik, savaşlar ve çatışmalar, adaletsizlik, doğal afetler ve felaketlerle umutsuzluğa kapılmış olan, yalnızlaşmış ve mutsuzluğa düşmüş insanların bu açmazın içinden çıkabilmesinin tek yolunun sevgiyi yaşamak olduğunu görmektedir. Bu nedenle müvekkil Adnan Oktar her zaman sevginin savunucusu olmuş ve insanların sevginin engin güzelliğini anlamaları için ömrünü adamıştır.
Müvekkilin inancına göre; sevginin çözemeyeceği hiçbir sorun yoktur. Sevgi insanların birçoğunun çocukluktan beri filmlerden, romanlardan, çevresinden öğrendiği iki insan arasındaki ilişkiyi belirleyen bir kavramla sınırlı değildir. Sevgi, dünyanın yaratılış anlamıdır. İnsanın hayatına anlam katan, ruhunu hissetmesini sağlayan, aklen ve bedenen sağlıklı olmasının dayanak noktası olan, düşündükçe ve tadını aldıkça daha da gelişen ve derinleşen bir nimettir.
Aşağıda müvekkilin konuyla ilgili düşünce ve yorumları bilgilerinize sunulmuştur:
Bugün insanların büyük kısmının olağan olduğunu sandığı yalnızlık, acımasızlık, değersizleşme, bencillik, egoistlik aslında sevgiyi bilmemenin ve sevgiden uzak olmanın getirdiği felaketlerdir. Bu felaketler sadece kişinin ruhunun körelmesine değil toplumun huzur ve refahının da ortadan kalkmasına sebep olur. İçinden çıkılmaz gibi görünen, başka yolu yok sanılan kemikleşmiş sorunların tamamı insanların sevgiyle bakmayı öğrenmesiyle çok kısa sürede ortadan kalkar.
- Sevginin olduğu yerde gelir dağılımında eşitsizlik ve fakirlik olmaz; sevmeyi bilen bir başkasını yokluk içinde asla bırakmaz.
- Sevginin olduğu yerde şiddet, savaş, çatışma olmaz; sevmeyi bilen bir başkasına zarar veremez.
- Sevginin olduğu yerde anlaşmazlık, kavga, ayrılık olmaz; sevmeyi bilen affedici, alttan alıcı ve tevazuludur.
- Sevginin olduğu yerde bencillik olmaz; sevmeyi bilen fedakarlıktan zevk alır.
- Sevginin olduğu yerde korku ve güvensizlik olmaz; sevmeyi bilen koruyucu, dengeli ve itidalli olur.
Sevmeyi bilen güzel sözlü olmaktan, iyilik yapmaktan, ince düşünmekten, nezaketten, saygıdan, vefadan, sadakatten, affedici olmaktan, değer vermekten, kötülüğün üzerini örtüp iyiliği yaymaktan zevk alır. SEVMEYİ BİLMEK İSE ANCAK İMANLA MÜMKÜNDÜR. Bazı insanlar bu güzel vasıflara sahip olmak ister, birini veya ikisini üzerinde barındırır, ancak bu vasıflara zayıf bir bağla sahiptirler. Hastalık, yokluk, zorluk ve hatta o anda ağrına giden bir çift söz sebebiyle bile güzel ahlaktan uzaklaşıp basitleşebilirler. Ruhu bu kadar kolay basitliğe yönelebilen bir insanın ise sevgiyi anlaması ve yaşaması imkansızdır. İman sevgide, sabırda, güzel sözde, affedicilikte, kalenderlikte, vefada, sadakatte direnmenin adıdır. Sevgi Allah’ın yalnızca samimi müminlere Kendi Katından lütfettiği bir nimettir:
Kovulmuş şeytandan Allah’a sığınırız
Katımız'dan ona bir sevgi duyarlılığı ve temizlik (de verdik). O, çok takva sahibi biriydi. (Meryem Suresi, 13)
İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır. (Meryem Suresi, 96)
1. “HAYATIN GERÇEKLERİ”Nİ BIRAKMAYAN SEVGİNİN LEZZETİNİ TADAMAZ
Sevgi; Allah’a aşkın, sadakatin, teslimiyetin ve güzel ahlakın zemininde gelişir. Bir insan tüm varlığın Allah’ın tecellisi olduğunu biliyor ve bunun heyecanı ve sevincini yaşıyorsa, yani imanlıysa sevgiyi de yaşar. Allah’ın beyninde gösterdiği görüntüyü izlediğini bilen bir insan görüntünün sahibi olan Allah’a derin ve güçlü bir sevgi, şükran ve hayranlık duyar. Allah’ın bu görüntü içinde kendisine yarattığı her bir güzelliği de sevinçle karşılar. Gördüğü her şeyin yaşadığı her anın Allah’ın tecellisi olduğunu bildiğinden, görüntüye göre değil görüntünün sahibi olan Allah’a göre hareket eder. Görüntünün sahibi olan Allah’ın istediği güzel ahlakta dirayet gösterir, bu dirayeti Allah’ın beğendiğini bildiği için bundan da çok zevk alır.
Beyninin içinde Allah’ın yarattığı bir görüntü ile muhatap olduğunun farkında olmayan insan ise, Allah’ın beğendiği ve razı olduğu ahlaka göre değil, görüntüsünde imtihanın bir parçası olarak yaratılan durumlara göre şekil alır. Sabit ve itidalli bir kişiliği yoktur. Duruma, koşullara göre değişen karakter sergiler. Makul ve tutarlı değil, gelgitlerle dolu bir zihin yapısı vardır. Bu dengesizlik içinde sevgiyi anlaması da, yaşaması da, takdir etmesi de mümkün değildir.
Bu kişilerin karşısındakinin derinliğini, aklını ve vicdanını kavraması tam anlamıyla mümkün olmaz. Keskin bir vicdan ve akıl derinliğine sahip olan kişinin ahlakının ve tavrının mükemmelliği en anlayışsız insan tarafından dahi görülebilecek açıklıkta olur. Ancak yukarıda bahsettiğimiz kişiliği oturmamış, imanı zayıf, vicdanı flu olan insanlar bu ahlaki güzelliği için için fark ediyor olsalar da bu güzellikleri istikrarlı ve düzenli bir şekilde takdir edemezler. Kendi iç dünyalarının karmaşasını karşılarındaki kişiye yansıttıkları için olmadık şeylere olmadık anlamlar yüklerler. Örneğin sevildiklerine ve değer verildiklerine dair binlerce delil varken bunların hepsini bir kalemde göz ardı eder ve tek bir bakış, tek bir söz, tek bir espri üzerinden kendilerince çıkarımlar yaparak durduk yere sevgilerine engeller koymaya başlarlar. Sevgiyi geliştiren güven ve teslimiyettir, şüphecilik olan yerde sevgi gelişemez.
Berrak ve samimi bir düşünce yapısına sahip olduğunda sevgiye dair delil bulmak çok kolayken, karışık, duygusal ve yüzeysel bakış açısı geliştiğinde hep sevgisizliğe dair delil toplanır. Bu inişli çıkışlı ruh hali kimi zaman insanlar tarafından cahilce bir inanışla “sevginin rengi, heyecanı” olarak nitelense de şüphecilik, dengesizlik ve duygusallık olan yerde samimi ve güçlü bir sevginin gelişmesi mümkün değildir. Bu ruh halinde olan insanlar dizilerde, filmlerde, romanlarda insanlara öğretilen kavgalar, anlaşmazlıklar, kıskançlıklar, şüphecilik, güvensizlik dolu gerginliği ve geçici hevesleri sevgi zannederek bir ömür boyu kendilerini gerçek sevgiden mahrum ederler. Bütün benliği ve zihniyle, eminlik ve güvenlik içinde kendilerini sevgiye bırakmanın lezzetini, heyecanını, zevkini, derinliğini hiçbir zaman bilemezler.
En şaşırtıcı ve garip olan ise bu kişilerin derin sevgiye olan çağrıyı, tüm kapılar onlar için sonuna kadar açılsa bile, anlaşılması zor bir dirençle kabul etmemeleridir. Bunun en temel sebeplerinden biri “hayatın gerçekleri” ile imanın samimi boyutunun birbirine tamamen zıt olmasıdır. Dünya hayatının gerçeği denilen şey aslında insanların ideallerinde iyi olanı bildikleri halde menfaatlerinin bir şekilde zarar göreceğini düşünerek iyi olandan vazgeçmelerini sağlayan her türlü mantık örgüsüdür. Dünya hayatının gerçeğini esas alanların bilerek veya bilmeyerek vazgeçtikleri ilk şey sevgidir, bu da ruhlarını öldürmeleri demektir.
Örneğin iman ruhunda fedakarlık vardır. Dünya hayatının gerçeği ise fedakarlığı bir tür enayilik gibi görür. İman ruhunda dürüstlük ve içtenlik vardır. Dünya hayatının gerçeği ise menfaatine göre tavır almayı ve kendince uyanıklık yapmayı zekice davranmak olarak görür. İman ruhunda önemli olan ahlak ve kişiliktir. Dünya hayatının gerçeği ise “ahlak karın doyurmaz” gibi son derece sığ ve küçük düşürücü bir zihin yapısına sahiptir.
Dünya hayatının gerçeğine göre düşünenler kendilerinin akılcı ve gerçekçi olduğu iddiasındadırlar oysa bu kişilerin “gerçekçi”lik olarak değerlendirdikleri her şey vicdanlarının üstünü örterek hareket etmeye onları mecbur bırakır. Mesela ihtiyaç içinde olan birine yardım etmek varken bu kişiler “buna yardım edersem akşama ben yemek bulamam” der. Vicdanın üstü örtülmediğinde ise “rızkı veren Allah, ben verirsem Rabbim de bana verir” der, sebeplere ve olaylara değil Allah’a güvenerek hareket eder. Hayatın gerçeğine göre davranan akşama yemeğini kendince garanti etmiş olur belki ama ruhunu büyük bir felaketin içine attığını göremez. Çünkü vicdanını örterek yaşamaya çalışan insanın ruhsal dengesizliği, huzursuzluğu, tatminsizliği ve mutsuzluğu hiçbir terapi, hiçbir ilaç, hiçbir tedavi ile düzelmez. Vicdanına uyanın ise hem ruhu rahat olur hem de Allah’ın lütfu ve korumasıyla bereket içinde olur.
Sevgi, Allah rızası için hesapsız ve koşulsuz her türlü cefa, fedakarlık, kendinden geçme ve yüksek bir coşku, sevinç ve heyecanla yaşamaktır. Mümin sevgiyi gördüğünde vicdanı bu güzelliği hemen tanıdığı için hemen kabul eder. Dünya hayatının gerçeğini zihninden atamayanlar ise önce hesap yaparlar, sevgiyi yaşamanın kendi deyimleriyle “getirisine ve götürüsüne” bakarlar. Ölçüp biçerler. Vicdanen doğru olduğunu görseler bile, içlerindeki hesaba göre hareket ederler. Sevgiyi seçmeleri durumunda yine kendi zihin yapılarına göre halk arasında bilinen deyimiyle “işin sonunu yaş” olarak gördüklerinden sevgiden uzak dururlar. Oysa şüphecilik, şüpheye kapılarak iyi olandan ve iyilikten uzak durmak, sürekli bocalayıp aklını hayırda ve imanda netleştirememek iman etmeyenlere has kötü bir ahlak özelliğidir:
Ancak Allah’a ve ahiret gününe inanmayan, kalpleri şüphe içinde kıvrananlar senden izin isterler. Onlar, şüpheleri içinde bocalayıp dururlar. (Tevbe Suresi, 45)
Bir başka ayette ise, kayıtsız şartsız temiz bir imanla sevgiye teslim olmaktansa dünya hayatının gerçeklerini esas alarak hesap plan yapıp, ölçüp biçip sonunda da sevgiden vazgeçmeyi seçenlerin durumu şöyle bildirilir:
"Şüphesiz o düşündü, ölçtü biçti.
Kahrolası, nasıl da ölçtü biçti!
Sonra (yine) kahrolası, nasıl da ölçtü biçti!
Sonra baktı,
Sonra kaşlarını çattı, suratını astı..."
(Müddessir Suresi, 74:18–22)
Oysa sevginin bir insana kazandırdığı güzellikler dünyanın hiçbir değeriyle ölçülemez. Bir kere sevgiyi tadan insan dünyaya dair hiçbir endişe, hesap, kaygı, şüphe için bu lezzetten vazgeçmez. Sevginin insanın her hücresine işleyen gücü aklını, ruhunu, vicdanını müthiş açar. Üstelik sevgi bir kere yaşanıp tadına varılan ve sınırlı olan bir şey de değildir. İmanın derinliği doğrultusunda sevgi gelişir ve pekişir. Bunun anlamı insanın sevgiye niyet ettikten sonra sonsuza kadar zevki, heyecanı, coşkusu, lezzeti, tadı sürekli artan bir nimete kavuşmasıdır. İman zaafiyeti ve sevgisizlik olduğunda ise kişinin ruhu -kimi zaman kendi dahi fark etmeden- katılaşır, donuklaşır, zevkleri ve güzellikleri yavaş yavaş elinden gider. Tek düze, sıradan, rutinlerine devam eden, düşünmeden, kavramadan, tat almadan hayatı sadece bir oyalanma, zaman öldürme ve ölümü bekleme olarak geçirir.
2. ŞÜPHENİN OLDUĞU YERDE SEVGİ OLMAZ
İnsanların sevgiye koydukları en temel engellerden biri şüphedir. Filmlerde, dizilerde, romanlarda “aşk hikayesi” olarak tanıtılan hikayelerin neredeyse tamamında herhangi bir olay ya da gelişme üzerine hemen birbirinden şüphe eden insanların, iyi zanla bakmak yerine en kötüsünü kurup buna göre bir kanaat oluşturmaları, sonra da kafalarında kurdukları bu kanaat yüzünden bir türlü güven duyamayıp sevgilerini kendi elleriyle yıkmaları vardır. Sevdiklerini söyleseler de hemen vazgeçme ve silme vardır. Gerçek sevgide ise karşısındakinin kusuru dahi olsa onu örtme, telafi etme, onu en iyi haliyle düşünüp ona göre sevmek ve hep daha iyi olması için gayret etmek vardır. Böyle bir sevgide vazgeçmeye, güvensizlik ve şüpheye asla yer yoktur. Elbette bu, ancak Allah’a gönülden iman eden, Allah’ı çok seven ve Allah’ın sevgisini kaybetmekten çok korkan yüksek ahlaklı insanların sevgi anlayışıdır. İnsanların çoğu bu güçlü ve derin sevgi ruhunu bilmedikleri için heves, menfaat, geçici heyecan gibi duygularla tutundukları ve sevgi sandıkları şeyi en ufak bir şüphede bu şüpheyi kendi içlerinde büyüterek bitirirler.
Şeytanın insanlara en çok yaklaştığı yönlerden biri sevgiden şüphe duyurmaktır. Allah Kuran’da şeytanın en temel vasıflarından birinin insanların arasını açıp bozmak olduğunu bildirir:
Kullarıma, sözün en güzel olanını söylemelerini söyle. Çünkü şeytan aralarını açıp bozmaktadır. Şüphesiz şeytan insanın açıkça bir düşmanıdır. (İsra Suresi, 53)
Şeytanın insanları şüpheye düşürürken en çok başvurduğu yöntem “seni sevmiyor”, “yeterince değer vermiyor”, “seni önemli görmüyor” telkinleri vermektir. Bu, şeytanın ta Hz. Adem’den bu yana başvurduğu hem sinsi hem de özünde çok çürük bir oyundur. Şeytanın Hz. Adem ve Hz. Havva’ya yaklaşıp verdiği “Allah sizin bu ağaçtan yemenizi yasakladı çünkü sonsuza kadar burada kalmanızı istemiyor” telkininin temelinde -haşa- “Allah sizi sevmiyor, size değer vermiyor, sevse değer verse bunu size yapar mıydı?” çarpık mantığı vardır. Hz. Yusuf’un kardeşlerinin babaları Hz. Yakup’un “Yusuf’u kendilerinden daha çok sevdiğini” öne sürüp onu kuyuya atmaya kadar varan tutumlarının temelinde de şeytanın “Babalarının sevgisine güvenmemeleri” telkini yer alır. Hz. Adem’in oğullarından birinin “Allah neden benim verdiğimi kabul etmiyor” diyerek kardeşini katletmesinin ardında da şeytanın onu Allah’ın sevgisine, aklına güvenmemesi ve şüphe duyması için kışkırtması bulunur.
Tevbe Suresi’nin 45. Ayetinde bildirildiği gibi, iman etmeyenler “şüpheleri içinde bocalayıp dururlar." Bu şüphe sevgiyi gördüklerinde tanıyıp anlamalarını, kıymetini bilip lezzetini yaşamalarını engeller. İman edenler ise sevgiyi görür görmez Allah’ın verdiği ilham, his ve algıyla hemen anlar, müthiş bir dikkat, coşku, heyecan ve özenle sevgiye sahip çıkarlar. Mümin sevgiyi tanıyan ruhla yaratılmıştır. Samimiyeti ve sevgiyi gören bir müminin aklı ve zihni şeytanın telkin ettiği tüm olumsuzluklara kapalıdır.
3. SEVGİYİ ZOR GÖRMEK ŞEYTANIN İNSANLARA OYNADIĞI EN ACI OYUNDUR
Sevgi ve iyilik zevkli olmasına rağmen insanların büyük çoğunluğunun sevgiye direnmesi aslında şaşırtıcı bir durumdur. Bazı insanların sevgiyi zor, imkansız hatta ütopik bir kavram olarak görmeleri şeytanın dünya tarihindeki en büyük ve en zarar veren oyunudur.
Sevginin derinliğini anlayamayan insanların en büyük yanlışlarından biri kendilerine gösterilen sevgiyi ve o sevginin nasıl elde edildiğini görememeleridir. Sevgi birdenbire öylesine olur ve hayatın akışında kendi kendine devam eder zannederler. Oysa seven insan karşısındakine özen gösterdiği ve bu özeni korumak için istikrarlı bir şekilde emek verdiği için Allah’ın lütfettiği sevgi oluşmaktadır.
Yüzeysel düşünen insanlar ise, seven insanın karşısındakinin kusurlarını örtmeyi bilen nezaketini, iyiliğe ve güzelliğe dair zihnindeki olumlu düşünceye zarar gelmemesi için gösterdiği titizliği takdir edemezler. Oluşan sevginin kendilerinin özel vasıflardan kaynaklandığını zannederler. Halbuki her insan aciz, her insan hatalı, her insan kusurludur. Sevgi, insanın kendisi kusursuz ve üstün olduğu için değil kendisini sevenin ahlakı yüksek olduğu için gelişir ve pekişir. Eğer bu sevgiye insan kendisi bir şey katmıyorsa, güzelleştirmiyorsa, karşısındakinin sevgiye gösterdiği özeni dahi anlayamıyorsa o zaman gerçek bir sevgiden bahsetmek mümkün olmaz.
Bu tip kişilerin sevgi anlayışları kendilerine sunulan tek taraflı iyiliklere, anlayışa, sevecenliğe, iltifat ve onore edilmeye bağımlıdır. Bağımlı oldukları şeyleri düşünmekten sevginin özünü ve ruhunu düşünemedikleri için kendilerinde oluşan ruh boşluğunun da farkında değillerdir. Bu ruh boşluğu sebebiyle kendilerinin de sevgiyi beslemeleri gerektiğini, sevgilerini en güzel şekilde ifade etmelerinin önemini anlamazlar. Eğer bir şekilde sevgiyi besleyen insan bu emeğinden vazgeçerse o zaman bir anda boşluğa düşer ve yüzeysel düşündükleri için yine karşısındaki kişiye sitem ederler.
Halbuki samimi sevgide sitem değil, karşılıksız, hesapsız, en derinden ve teslimiyetle sevgisini paylaşmak, anlatmak, göstermek ve bundan lezzet almak vardır. Sitem zorlu ve sıkıntılıdır. Sevgiyi göstermek ve kendini sevgiye bırakmak ise rahatlatıcı ve zevklidir.
Mümin Allah’ın kendisini seven, iyiliğe çeken, güzellik sunan, iyileştirip güzelleştiren, asla vazgeçmeyen, hep sevgiden yana olma gücüne ve iradesine sahip çıkan birini gördüğünde ona dört elle sarılır. O zaman Allah mümine karşılıklı olarak sürekli gelişen, güçlenen, pekişen, ruhunu her an besleyen, kesintisiz bir heyecan ve sevinç içinde yaşamasını sağlayan, dinçleştiren, güzelleştiren, içini açan bir sevginin coşkusunu yaşatır.
Kendini rahat bırakıp samimiyetin tadını çıkarmak varken zihni ve ruhundaki baskı yüzünden sesi, bakışları, mimikleri ve tüm hayatı solmuş, donmuş, kasılmış bir hayata kendini mahkum etmek tamamen şeytanın oyunudur.
Mümin vicdanı ve Allah’ın ilhamıyla karşısındaki kişiye bakar bakmaz sevgi insanı olup olmadığını anlar. Karşısındakinin güzel ahlakını gördükten, samimiyetini anladıktan, vicdanından emin olduktan sonra bir kere karar verip sonsuza kadar sevgiden yana olur. Zihnini ve algısını şeytanın her türlü olumsuz yönlendirmesine kapar. Şeytana kapıyı kapamayan insan bilerek veya bilmeyerek sevgisini frenleyip tutar, tepkisiz olur, sevgiye karşı direnir. Sevgide kendini tutmak çok büyük beladır. Bir insan sevgiye coşkulu sevgiyle karşılık vereceğine tepkisiz ve sessiz kalmayı tercih ediyorsa hayatının en büyük hatasını yapıyordur, çünkü sevgiye sevgiyle karşılık vermek istemiyorsa cenneti de istemiyor demektir. Sevgisiz hayatı isteyen cehennem gibi bir hayat istiyor demektir.
Gerçekten seven bir insanın sevgisini tutması düşünülemez, çünkü sevgi önüne samimiyetsizlikten kaynaklanan hiçbir engel kabul etmez. Gurur, kibir, “ne derler”, “ne düşünürler” gibi tüm engelleri yıkar. Sevgisinde dürüst olan bir insanın sevgiye kat kat coşkulu bir sevinçle karşılık vermesi tutulabilecek, engellenebilecek, kontrol edilebilecek bir şey değildir. Seven insan sevgisini, beğenisini, heyecanını sevinçle dile getirir. Sevgi o zaman katlanarak büyür. Sevgiyi tutunca oluşan kasılma, doğal olmayan sakinlik ve donukluk yerine dışa dönük, hayat dolu, neşeli, insancıl, kalender, sevecen bir ruh gelişir. Sevgisizliği nedeniyle tepkisiz bir varlığa dönüşmüş insan bulunduğu ortama negatiflik yayarken, sevgisini coşkuyla yaşayan insan bulunduğu her yerde sevinç kaynağı ve göz aydınlığı olur.
4. SEVGİYE ENGEL KOYAN İNSAN KENDİ MUTLULUĞUNA ENGEL KOYMUŞ OLUR
İnsanlar doğdukları andan itibaren ailelerinden, akrabalarından, okullarından, içinde yaşadıkları toplumdan, sokağa adım attığı ya da sosyal medyada bir sayfa açtığı andan itibaren neredeyse dünyanın tamamından her an bir telkin alırlar. Büyük çoğunluk bu telkinleri hiç sorgulamadan, başka bir hayat ve algı şekli olabileceğini bir kere bile düşünmeden ve hatta ihtimal dahi vermeden kabullenir. Bazı insanlar ise bu sosyal dayatmaları gözü kapalı kabullenmek yerine sorgular, vicdani değerlendirme yapar, doğrunun ve yanlışın ölçüsünün “ne derler” değil, vicdanı olduğunu anlar.
Allah Kuran’da müminleri yeryüzünde olanların çoğunluğa uyarlarsa şaşırıp sapacakları konusunda uyarmıştır.
Yeryüzünde olanların çoğunluğuna uyacak olursan, seni Allah'ın yolundan şaşırtıp-saptırırlar. Onlar ancak zanna uyarlar ve onlar ancak 'zan ve tahminle yalan söylerler.' (Enam Suresi, 116)
Kuran’da bildirilen şaşırıp sapma şüphe, yersiz zan, tahmin ve olumsuz varsayımlarla sevgiden uzaklaşmaktır. Çoğunluğun algısı müminin sevgi anlayışına asla etki edemez.
Allah mümini sevgiye doğru yönlendirir. Mümin vicdanı, derinliği, aklı ve samimiyetiyle Allah’ın yönlendirmesini görür ve şükürle, sevinçle bu yönlendirmeye gönülden teslim olur. Zayıf imanda ya da gaflet oluştuğunda, insanın Allah’ın sevgiye olan bu yönlendirmesini fark edememelerinin sebebi ise, hiç olmadık yersiz endişeler ve toplumun kalıplaşmış inançları sebebiyle kendisini perdelemesidir. Bu perdeleme o anda insana bir an için -gururunu ya da kalıplarını koruduğu için- başarı gibi görünebilir ama sevgisini tutan ya da sevgiyi anlamayan kişi çoğu zaman hiç fark etmeden adım adım kendi mutsuzluğunu inşa eder. Kendisini sevgiden uzak tutmak için tepkisizleştiği, soğuk davrandığı, ağırdan aldığı her an aslında içindeki duyarlılığı, derinliği köreltir ve dünyanın en büyük lezzetinden kendi eliyle kendini uzaklaştırmış olur. Allah’ın Kuran’da “Bir şey olmayacak sandılar, körleştiler, sağırlaştılar…” (Maide Suresi, 71) ayetiyle bildirdiği uyarı kendisini sevgiden uzak tutan herkesin üzerinde düşünmesi gereken çok ciddi bir tehlikedir. İman eden bir insanın sırf çocukluğundan beri öyle alıştığı, kendini değiştirmeye dikkat vermediği veya gururunu korumayı daha önemli gördüğü için böyle bir hale düşmeyi asla kabul etmemesi gerekir.
5. SEVGİYİ NELER ENGELLER?
İnsanların birçoğu sevginin gücünden habersizdir. Bu nedenledir ki dizilerde, filmlerde, sosyal medyada ve hayatın birçok alanında sevgi denildiğinde görülebilen tek örnek kısa sürelik heves, entrika, tartışma, hırs, kıskançlık gibi karmaşık ve olumsuz hallerden ibarettir. Topluma yerleşmiş olan “cicim ayları bittiğinde sevginin bitmesi”, “evliliğin aşkı öldürmesi”, “kavganın aşkın tuzu biberi olması” gibi anlayışlar aslında sevginin hiç bilinmediğinin ve anlaşılmadığının acı verici birer yansımasıdır.
Toplumun geneline sevgiye dair bu yüzeysel ve soğuk bakış açısı hakim olduğu için müminin keskin bir dikkatle öncelikle nelerin sevgisine engel olabileceğini tek tek tespit etmesi önemlidir. Her insanın kendi kişiliği ve fıtratı içinde sevgisine engel olabilecek farklı yönler, telkinler, öğretilmiş yanlışlar olabilir. Bu yanlışlardan kurtuldukça aklında ve ruhunda oluşan temizlenme sevgi gücüne de yansıyacaktır. Sevginin tadını aldıkça böyle lezzetli, böyle hayat veren ve üzerindeki tüm ağırlıkları alan bir nimeti korumak güçlendirmek için var gücüyle gayret edecektir. İşte bu gayret müminin Allah’a aşkla bağlanmasında, delice Allah için yaşamasında, dünyadan tamamen geçip sadece imanının coşkusuyla yaşamasında temel dayanak noktasıdır.
Müminin sevgisini güçlendirmesi, sevgisinin gücünü kırabilecek her unsurdan yılandan, akrepten kaçınır gibi uzak durması, tüm dikkatini ve emeğini sevgisine vermesinin tek sırrı ise samimi olmaktır. Samimi olan insana sevginin tüm yolları sonuna kadar açıktır. Mümin bir kere samimiyete niyet eder ve sonsuza kadar o samimiyetin konforunu yaşar. Bu sebeple mümin için sevgi kolay olandır. Allah Kuran’da müminlere imanı sevdirdiğini, küfrü ise çirkin gösterdiğini buyurmuştur. Müminlerin imanı sevmeleri sevgiyi bilmeleri ve sevgilerini geliştirebilecek yapıda yaratılmış olmalarındandır. Mümin için zor olan sevginin önüne engel koymaktır. Gururlu olmak zor ve çilelidir. Tevazulu olmak ve teslimiyetli olmak ise kolaydır. Güzel sözlü olmak, karşısındakine iltifat etmek zevklidir. Gördüğü bir güzelliği dile getirmemek için irade göstermek ise zordur. Affedici olmak ruha ilaçtır. Öfkeli, sitemkar ve hırslı olmak ise insanı yorar.
Allah müminleri kolay olanda başarılı kılacağını bildirmiştir:
Ve seni kolay olan için başarılı kılacağız. (Ala Suresi, 8)
Bu, müminlere Allah’ın harika bir yardımı sevgisi ve desteğidir. Bu güzel nimet karşısında müminlerin sevgiye engel olabilecek konularda dikkatli olmaları ve tüm müminleri de bu konuda bilinçlendirmeleri vicdani bir sorumluluktur.
İnsanları sevgiden alıkoyan engellerden bazıları şunlardır:
- EN ÖNEMLİ ENGELLERDEN BİRİ SEVGİSİZLİK İÇİNDE BOĞULAN İNSANIN SEVGİYİ BİLDİĞİNİ SANMASIDIR. İman eden insanın önce çocukluğundan itibaren sevgi diye öğrendiği şeyi bir kenara bırakıp, Kuran’ın samimiyete, vicdana, kendini bırakmaya, tevazuya, coşkuya dayalı sevgi anlayışını kabul etmek gerekir. Bunu yapmayan, “biraz öyle biraz böyle” düşüncesiyle cahiliyeden gelen alışkanlıkları ve tepkilerini sevgiyle birleştirmeye çalıştığında daha en baştan sevgisine set çekmiş olur.
- GURUR VE BENCİLLİK OLAN YERDE SEVGİ OLMAZ, ÇÜNKÜ KENDİNİ SEVEN BAŞKASINI SEVEMEZ. Eğer bir insanın gururu sevgisinden daha kıymetli ise, sevdiğiyle birlikte şekillenmekten, aynı ruhla aynı heyecanı yaşamaktansa gururunu tercih ediyorsa orada sevgiden bahsedilemez. Sevgi, insanı değiştiren bir güçtür. Gururunu muhafaza eden ise değişemez ve sevemez.
- DÜŞÜNMEDEN ALIŞKANLIKLA YAŞAMAK SEVGİYE DAİR DETAYLARI GÖRMEYİ ENGELLER. Sevgide hayat rutin değildir. Sevgisiz insanların hayatı ise tekdüzedir. Bu tekdüzelik bir süre sonra sakinliği, tepkisizliği olağan görür, heyecanı, coşkuyu, sevinç dolu olmayı ise anlamsız bulur. Sevgiyi yaşayan biriyle karşılaştığında da onun sevgi derinliğini, sevgisini yansıtan tutumlarını ve yaklaşımlarını anlayamaz. Bundan sakınmanın yolu keskin bir dikkatle, yalnız Allah için yaşamaktır.
- İLKEL DÜŞÜNCE YAPISI OLAN YERDE SEVGİ ANLAŞILMAZ VE YAŞANMAZ. Basitlik sevgiye en büyük darbedir. Sevgide yüksek bir kalite vardır. İncelik, derinlik, ruh zenginliği sürekli gelişir. Dünyası basit olanın ise sevinçleri, talepleri, beklentileri, mutlulukları, hayalleri, idealleri sevginin asil güzelliğini içermez. Sevgiden yana olanın basitlikten şiddetle kaçınması gerekir.
- TOPLUMUN SEVGİ DİYE ÖĞRETTİĞİ DEĞİL, AKIL VE VİCDANLA BULUNAN GERÇEK SEVGİDİR. Sevgi denildiğinde dizilerde gördüğü suni bir bakış, doğal olmayan bir ses, ara sıra kavga ve tartışma ile heyecan oluşturma gibi yüzeysel bir hayat aklına gelen insanın sevgiyi yaşaması mümkün olmaz. Dinin temiz ruhunu öğrenen bir insanın o güne kadar hiç bilmediği ve yaşamadığı derinlikte ve kalitede bir sevgi olduğunu bilerek ve düşünerek, sevginin tüm inceliklerini ve güzelliklerini tek tek bulup düşünmesi gerekir.
- SEVGİ CESUR VE DÜRÜSTTÜR. Müminin sevgisi çok değerli ve kıymetlidir. Sevgisini koruması, geliştirmesi ve güçlendirmesinin önünde hiçbir kaygı, endişe, korku, vesvese engel olamaz.
- SUNİ VE YÜZEYSEL BİR RUH SEVGİYİ ANLAYAMAZ. Sevgi kat kat içiçe geçmiş güzellik içerir. Derinlik sahibi olmayan ruh kalitesi zayıf insanların sevginin inceliklerini anlaması mümkün değildir. Bu sebeple mümin vargücüyle olabilecek en derin, en asil, en yüksek ruhla sevmek ve yaşamak için dua edip çaba göstermelidir.
- MADDİYATA VE MENFAATE AYARLI OLAN İNSAN HİÇBİR ZAMAN GERÇEKTEN SEVEMEZ VE SEVİLEMEZ. Geçici olan değerlerle mutlu olmak ve bunları yeterli görmek o insanın sevgiyi hiç bilmediğini gösterir. Sevgi menfaate değil ruhta oluşan heyecana, tarifsiz zevk ve lezzete, Allah’ı razı etmenin mutluluğuna dayanır. Fedakarlıkla, kendinden geçmeyle, sevdiğinin mutluluğunu ve rahatını esas almakla beslenir.
- SEVGİYİ BESLEYEN GÜZELLİKLERDEN KAÇINMAK VİCDAN TAHRİBATINDAN KAYNAKLANIR. İltifat, nezaket, güzellik, özen, coşku, heyecan, samimiyet, doğallık, candanlık sevgiyi besler. Sevdiğini iddia ettiği halde bir çift güzel söz söylemekten dahi imtina eden bir insanın vicdanından böyle bir duyarsızlığı ve katılığı geçirebiliyor olması sevgiyi hiç bilmediği anlamına gelir.
- GÜVEN OLMAYAN YERDE SEVGİ OLMAZ. Sevginin yaşanabilmesi ve gelişebilmesi için kişinin hem güven vermesi hem de güven duyması gerekir. Mümin Allah’a olan tam teslimiyeti ve güveniyle, Allah’ın sevgi, samimiyet, akıl, vicdan tecelli ettirdiği kullarına da güven duyar. En önemlisi ise böyle güzel vasıflara sahip birinin sevgisinden asla şüphe etmez.
- SEVGİ EMEK VERİLEREK AKIL VE VİCDAN KULLANILARAK GÜÇLENİR. Sevgi nazik bir çiçek gibi sürekli bakım, özen, dikkat ve ilgi ister. Bir kere sevdim oldu bitti denilerek bırakılacak bir güzellik değildir. Sürekli gelişmesi ve ilerlemesi ihtimali varken olduğu haliyle bırakmak hem vicdana uymaz hem de çok büyük bir lüksü, zevki, güzelliği geri çevirmek anlamına gelir ki bunu hiçbir aklı başında insan kabul etmez.
- SEVGİSİZ BİR YAŞAMI KENDİNE YAKIŞTIRMAK ÇOK ACI BİR FELAKETTİR. İnsanların bir kısmı daha küçük yaşlarda insanların ahlak bozukluklarını görüp hayatları boyunca sevgiyi yaşayamayacaklarına kanaat getirirler. Kendilerini sevgiye ve dostluğa kaparlar. Samimi sevmeyi bilen güzel insanlarla karşılaştıklarında da bir süre kendilerini açmazlar. Bazı insanlar da hayatın günlük meşgalelerini ve koşturmalarını sevginin önüne engel olarak koyar, sevgiyi ikinci plana atarlar. Sonrasında da sevgiden uzak durmalarına birçok bahane geliştirirler. Bu bahanelerin en kötülerinden biri sevgiyi cennete ertelemektir. Oysa insan dünyada öğrendiği sevgi derinliği ile cennete gidecek, o ruh ile sonsuza kadar yaşayacaktır. Burada öğrenmediği sevgiyi cennette birdenbire kazanması diye bir şey söz konusu değildir. Dolayısıyla hiçbir bahane insanın kendisine sevgisiz bir yaşamı layık görmesine gerekçe olamaz.
- MÜSLÜMAN İÇİN SEVGİ GÜCÜ VE DERİNLİĞİ EN KIYMETLİ, EN HASSAS NİMETİDİR. Sevginin gücünün hayatını nasıl güzelleştirdiğini düşünüp anlayamayan bir insanın bu nimetin tadına varması mümkün olmaz. Mümin sevgisinin asla lekelenmesini, zarar görmesini, zayıflamasını istemez. Bundan şiddetle korkar ve sakınır. Bu sebeple de sevgisine hep emek verir.
- SEVGİ AYNI KALMAZ, ALABİLDİĞİNE GENİŞLEYEN VE ARTAN SINIRSIZ BİR NİMETTİR. Sevginin sürekli gelişeceğini bilmeyen ve düşünmeyen insan daha en baştan sevgisini sınırlamış, dolayısıyla kendisine çok büyük bir engel koymuş demektir. Mümin olabilecek en yüksek, en derin, en güçlü, en coşkulu, en asil, en lezzetli sevgiyi sürekli Allah’tan ister. Bunun için duası ve talebi olmayanın sevgiyi anladığından bahsetmek mümkün değildir.
6. MÜSLÜMAN AKLI VE VİCDANIYLA SEVGİNİN ÖNÜNDEKİ TÜM ENGELLERİ KALDIRIR
Sevgide irade imanın özüdür. Yukarıda sadece birkaç örneğine yer verilen konular insanların sevginin önüne koydukları engellerden bazılarıdır. Bunlar, nesiller boyunca şeytanın insanları mutsuz kılmak, neşelerini kaçırmak, gerginliğe ve kavgalara sürüklemek, bereketlerini almak için oluşturduğu sistemlerdir. Mümin dikkatle ve özenle şeytani olan her bir telkini fark edip, kendisinde noksanlıkları tespit edip, Allah’ın beğendiği yüksek sevgiyi yaşamak için emek verir. Bu emek imanın diğer adıdır.
Allah sevgiyi müminler için yaratmıştır, ancak bazen Müslümanlar arasında da bu gerçeğin farkında olmadan yaşayıp giden insanlar olabilir. Bu kişilerin çoğu iyi niyetli olmakla birlikte günlük detaylarla kendilerini oyalar, sevgiyi yaşamıyor olduğunu düşünmek bile istemezler. Oysa sevgiyi yaşamayan her insan hayatında büyük bir boşluk vardır. Bu boşluğu anlamazdan gelmek ya da kendini kandırmak ve bu boşluğu unutmaya çalışmak yerine bir an önce sevgiyi isteyip, sevgiyle yaşamak gerekir.
Sevgiye mesafeli durmayı telkin eden ve bunu insanların bir kısmına olağan gösteren şeytan sevgiden korkmayı telkin eder. Sevdiğinde, sevildiğinde, sevgisini verdiğinde, kendini bıraktığında her an zarar görebileceği korkusunu körükler. Oysa şeytanın sevgiyi zor göstermek, gözünde büyütmek ve sevgiden korkutmak için telkin ettikleri, insanın sevgiyi yaşamasına engel olmasına hiç değmeyecek şeylerdir. Bir şeyleri kaybedeceğinden, örneğin gururunun kırılacağından korkan insan gururunu kırmanın kayıp değil kazanç olduğunu bilmelidir. Bunun için Kuran terbiyesi ve ruhunu esas almak önemlidir. Allah’tan korkan, vicdanlı insanların yanında bir kişinin sevgiyi yaşadığı için kaybedebileceği en ufak bir şey dahi olamaz.
Bazı insanlar da sevgiye güvenebilmek için somut şeylere güvenmek isterler. Örneğin maddiyatı somut bir güvence olarak görürler, sevgiyi ise garantisi olmayan her an değişebilecek bir şey olarak değerlendirirler. “Bir anda unutulabilir”, “bir anda kendisinden vazgeçilebilir”, “bir anda karşısındaki değişebilir” endişesi hakimdir. Oysa bu korkuların gerçek sevgide yeri yoktur. Çünkü gerçek sevgi Allah’ın tecellisine olan aşktır. Allah’ın tecellisini seven ve Allah’ın beğenmesini umarak seven bir insanda dengesizlik, istikrarsızlık, silip atma gibi ahlak bozuklukları olmaz. Elbette her insanda bir şeyi ilk defa görmenin, duymanın, tadına varmanın farklı bir heyecanı olur, işte Allah’ın tecellisi olarak yaşanan sevgide her zaman ilk defa görme, ilk defa tatma heyecanı vardır. Çünkü Allah her defasında o güzelliği mümin için yeniden yaratmaktadır. Mümin her defasında Allah’ın bu nimet ve ikramının heyecanını yaşar. Bıkma, usanma, unutma, vazgeçme Allah’ın sanatından gafil insanlarda olur.
Müminlerin sevgisinde ise imanla, akılla ve vicdanla sevgi sürekli gelişir, yeni bir güzellik ve anlam kazanır. Hem kişi kendi güzelleşir hem sevgisi güzelleşir. Böyle derin ve temiz bir sevgiyle kazanılan güzellikleri ne yaşlanma ne hastalık ne fiziksel değişim ne de maddi imkansızlıklar olumsuz olarak etkileyemez. Çünkü sevgi ruha etki etme gücüdür. Maddiyat ise sadece anlık hazlara etki sağlayabilir.
Sonuç olarak;
İnsanların büyük kısmının sevgiyi unutmaları, uzak durmaları ya da önemsiz görmeleri bugün en önemli toplumsal sorundur. Müvekkil insanların canını yakan tüm sorunların ortadan kaldırılması için gayret etmenin Allah’ın razı olacağı bir ahlak olduğunu bilmektedir. İnsanlar acı içindeyken, bunun çözümü de kolayken bu çözümü gündemde tutmayı vicdani bir sorumluluk olarak görmektedir.
Saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz. 21.11.2025
Adnan Oktar Müdafi Av. Mert Zorlu