İSTANBUL 1. AĞIR CEZA MAHKEMESİ'NE

DOSYA NO               : 2024/74 E.

SUNAN                      : Adnan OKTAR

MÜDAFİİ                  : Av. Mert ZORLU

KONU                        : Müvekkil Adnan Oktar'ın, dışarıda bir dünyanın varlığına dair bilimsel bir delil bulunmadığı, dolayısıyla beynimizde yaratılan algıların oluşturduğu sanal bir görüntüler bütünü içinde yaşadığımızı, mevcut davaları da bu bilinç ile değerlendiğini belirten fikirlerinin, bilim adamlarının açıklamaları ışığında sunumudur.

AÇIKLAMALAR:

Müvekkil Adnan Oktar, gerek 6 yıl boyunca yargılandığı ana dava kapsamında gerekse çeşitli sanal gerekçelerle açılan diğer davalar kapsamında kendisini yargılayan mahkeme hakimlerine, kainatın yaratılış sırrını ve dolayısıyla kendisinin hayata bakış açısını çeşitli bilimsel delillerle iletmeyi önemli görmüştür. Bir kumpas davası kapsamında yargılandığından, yaşadığı imtihan sürecini nasıl algıladığını, yargılamaları yapan hakimlere iletmek, dolayısıyla bu süreci bir görüntüler bütünü olarak algıladığını, sadece Allah ile ve O'nun yarattığı görüntülerle yaşamanın sırrına vakıf olduğunu ve dolayısıyla yaşanan hiçbir haksızlığın kendisini olumsuz etkilemediğini ve etkilemeyeceğini aktarmak istemiştir.

Müvekkil, konuyla ilgili olarak yeni bilimsel delilleri takdirinize sunmak ve bu veriler ışığında yıllar boyunca anlatmakta olduğu maddenin aslı ve dünyayı algılayış biçimimiz konusunun önemine vurgu yapmak istemektedir. Konuyla ilgili müvekkilin açıklamaları şu şekildedir:

Beyindeki Görüntülerin Sırrına Erişmek, Hayata Bakış Açısını Değiştirir

20. Yüzyıl bilimsel verilerinin izah ettiği gerçek, gördüğümüz, duyduğumuz, dokunduğumuz, algıladığımız dış dünyanın, aslında dışarıda değil, sadece beynimizin içinde yaratıldığı gerçeğidir. Temelleri 1900'lü yılların başında atılmış olan kuantum mekaniği, o tarihlerden itibaren bu konuda yapılan tüm deneylerde tereddütsüz tek bir gerçeği göstermiştir. Işık ve maddenin temeli olarak nitelendirilen elektron, hem parçacık hem de dalga özelliği göstermektedir. Sanal birer dalga görünümünden çıkıp bir parçacık görünümüne geçmelerinin tek şartı ise, onları izleyen bir gözlemcinin var olmasıdır. Gözlemci var olduğu anda, elektronlar da ışık da, dalga özelliklerini bir anda değiştirip parçacık halini almakta, bir bakıma sadece o gözlemci için var olmaktadır.

Bu gerçek karşısında bilim adamlarının aydınlatmaya çalıştıkları soru şudur: Gözlemlenmediğinde dış dünya var mıdır? Gözlemlenmeyen evrende maddeyi oluşturan tüm yapı taşları sadece dalga özelliği gösterdiğine göre, bir başka deyişle birer hayalet varlık olduğuna göre, algıladığımız dünya dışında bir dünyanın varlığından bahsedemeyiz. Başka bir deyişle, BİZE İZLETTİRİLEN GÖRÜNTÜLER DIŞINDA BİR DIŞ DÜNYA YOKTUR.

Bir bilimsel eserde bu konu şu şekilde tarif edilmektedir:

"Bilimsel deneyler, bir bakıma bilincin gerçekliği yarattığını gösteriyor. Fotonlar, elektron ve moleküller ancak gözlenirlerse parçacık halinde var oluyorlar. Bu buluş öyle inanılmaz ki günlük hayatın gerçekliğine gömülünce fark etmemek ve kolayca geleneksel düşünme biçimine geri dönmek oldukça normal. Nesnelerin kendi kendilerine ve bizden bağımsız var olduklarını, bir tarafta bizim, diğer tarafta da dünyanın bulunduğunu düşünüyoruz. Oysa sonuçta gerçekliği gözleyen bilinç olmaksızın nesnelerin de aslında bizim düşündüğümüz gibi olmadıklarını fark ediyoruz. Gözlemden bağımsız bir gerçeklik yok."[1]

Burada "gözlem" adı verilen ifade kişileri yanıltmamalıdır. Kimse, hayatında beyninin içinde izlediği görüntülerin dışına ÇIKAMAMIŞTIR. Yani kendisinden bağımsız bir dış dünya gözlemleyememiştir. Dolayısıyla, "gözlemlenen" ifadesiyle nitelendirilen şey, dışarıda var olduğu varsayılan şeydir. Ancak dışarıda varsayımsal olarak dahi maddesel varlığın hiç olmadığını, madde denen şeyin temel taşı elektronların dalgadan yani birer hayaletten ibaret olduklarını deneyler göstermiştir. Einstein'ın hayalet etki olarak adlandırdığı dalga kavramı, gerçekte MADDESEL HİÇBİR ŞEYİN VAR OLMAMASI demektir. Yani maddeyi oluşturan elektronların dalga özelliği göstermesi, dışarıda maddesel bir gerçeklik olmadığının da kanıtıdır.

Dr. Bernardo Kastrup, Why Materialism is Baloney? (Materyalizm Neden Saçmalıktır?) isimli kitapta materyalistlerin bilince dair algısıyla, gerçekte olanları karşılaştırmıştır:

"Materyalizmin en temel iddiası, gerçekliğin yalnızca maddi olduğudur. Materyalizm, gerçekliğin zihninizin dışında, uzay-zaman çerçevesini işgal eden maddi parçacıkların bir araya gelmesi şeklinde var olduğunu ileri sürer. Günümüz fiziğinde enerji alanlarının bile kuvvet taşıyan maddi parçacıklar olduğu düşünülmektedir. Bu maddi gerçekliğin varlığının sizin ya da bir başkasının ona ilişkin öznel algısından tamamen bağımsız olduğu varsayılmaktadır. Dolayısıyla, gerçekliği gözlemleyen bilinçli varlıklar olmasaydı bile, gerçekliğin yine de keyifle devam edeceği varsayılmaktadır... Materyalist bir dünya görüşü altında anlam ya da amaca çok az yer vardır.

Materyalizm, bilincin kendisinin beyin dediğimiz maddi parçacıkların bir araya gelmesiyle üretilen ve tamamen açıklanabilir bir olgu olduğunu savunur... Parçacıkların mekanik hareketlerinin nasıl olup da iç yaşamla birleştiği materyalizm tarafından cevapsız bırakılan bir sorudur.

Bilinç söz konusu olduğunda, hiçbir şey öznel deneyimin özelliklerini - kırmızının kırmızılığı, pişmanlığın acılığı, ateşin sıcaklığı - kütleden, momentumdan, spinden, yükten ya da beyinde zıplayan atom altı parçacıkların herhangi bir özelliğinden çıkarmamıza izin vermez. Bu, bilincin zor problemidir.

Aslında bilinç, materyalizmin ayağındaki bir sızıdır."

Kastrup, bilinç ve zihin konusundaki bu zor problemin, materyalistlerin dogmatik inançlarıyla çözülemeyeceğini, bilincin, maddeden bağımsız ve tüm hayatın izlendiği bir ekran olduğunu şu şekilde açıklamıştır:

"Zihin nedir? Bu kadim soruya verilebilecek en doğal ve açık yanıt basitçe şudur: Zihin, bildiğiniz, gördüğünüz ya da hissettiğiniz her şeye, sizin için bir anlam ifade etmiş olan her şeye aracılık eden ortamdır. Sizin zihninizin kapsama alanına girmeyen her şey, sizin açınızdan hiç var olmamış da sayılabilir. Tüm yaşamınız ve evreniniz - ebeveynleriniz ve sevdiğiniz insanlar, okuldaki ilk gününüz, hastalık dönemleriniz, iş yerindeki sevimsiz patronunuz, hayalleriniz ve özlemleriniz, başarılarınız, hayal kırıklıklarınız, dünya görüşünüz vs. - her zaman zihninizin bir ürünüdür ve onun sınırları içinde var olmuştur. Carl Jung'un ifade ettiği gibi, KİŞİNİN RUHU, ONUN BİLEBİLECEĞİ YEGANE GERÇEKLİK TAŞIYICISIDIR.

Doğa ve gerçeklik hakkındaki tüm materyalist fikirler zihnin ürünüdür ve yalnızca zihnin içinde var olurlar. ZİHNİN DIŞINDA VE ZİHİNDEN BAĞIMSIZ OLARAK VAR OLDUĞUNA İNANILAN HER ŞEY - BEDENİNİZ VE BEYNİNİZ DE DAHİL OLMAK ÜZERE - KESİN OLARAK BİLEBİLDİĞİMİZ KADARIYLA, ZİHİNDEKİ İMGELER VE ZİHNİN YORUMLARINDAN İBARETTİR. Zihin dışında herhangi bir şeyi bilmek imkansızdır, çünkü bilme eyleminin dokunduğu her şey kaçınılmaz olarak ve anında zihin alanına 'taşınır'."

Anlaşılabileceği gibi kişiye sunulan dünyanın tümü, zihninde onun için var edilendir. Zihninde ise aslında sadece, üç boyutlu bir ekran üzerindeki filmi izler. Gerçeklik algısı o kadar güçlüdür ki, kendisinin de bu filmin içinde bir karakter olduğundan emin olur ve yanılır.

Bilim, bizlere, dışarıda hiçbir maddi gerçekliğin olmadığını ispat etmiştir. 20. Yüzyılın başından beri, başvurulan her bilimsel deney tarafından tartışmasız olarak kanıtlanmış bu gerçeği bilim adamlarının çok az bir kısmının dile getiriyor olması kimseyi şaşırtmamalıdır. Bilim insanları, kuantum mekaniğinin bu özel doğasını keşfetmiş, deneylerini ve bilimsel keşiflerini gözler önüne sermiş ve maddenin hayalet bir varlık olduğuna, yani gerçekte var olmadığına dair bilimsel kanıtlarını ortaya koymuş olmalarına rağmen; bu bilimsel gerçeğin ortaya çıkardığı gerçek -dış dünyanın var olmadığı gerçeği- konusunda çok az konuşurlar. Dr. Kastrup, bunun sebebini ise şöyle açıklamaktadır:

"Gerçekten de, materyalizmin hakimiyeti nedeniyle, yetenekli filozofların veya zeki yorumcuların çok azı tutarlı ve saygın bir alternatif oluşturabilmek için gereken zaman ve enerjiyi harcamıştır; her halükarda, bunların sayısı gerekli kritik kütlenin çok altındadır. Bunu yapmaya kalkışmak KARİYERLERİN SONUNU GETİREBİLİR ve KİŞİNİN MESLEKİ OLARAK ALAY KONUSU OLMASINA NEDEN OLABİLİR. MATERYALİZMLE MÜCADELE SÖZ KONUSU OLDUĞUNDA ŞARTLAR EŞİT DEĞİLDİR. Bu nedenle, materyalizmin hala şehirdeki tek geçerli oyun olduğu algısına sahip olması şaşırtıcı değildir. Tutarlı ve eksiksiz alternatiflerin günümüzdeki yetersizliği, benim görüşüme göre, bir alternatif üretmedeki herhangi bir zorluktan değil, bunu yapmak için yeterince ciddi girişimlerin eksikliğinden kaynaklanmaktadır."

Bilimsel deneylerin ulaştığı, maddenin dış dünyada gerçek bir varlığı olmadığına dair olağanüstü sonuç, görülebildiği gibi çok az bilim adamı tarafından sesli olarak dile getirilmektedir. Çünkü bu, yukarıdaki açıklamadan da anlaşılabileceği gibi, bir bilim adamının, materyalist meslektaşları tarafından alay konusu haline getirilmesine veya kariyerinin sona ermesine neden olabilir. Çünkü materyalizm, tıpkı Darwinizm gibi, son derece despot bir diktatörlük tarafından, sahte deliler, sahte açıklamalar, sahte yandaşlar tarafından ayakta tutulmakta olan bir bilim yalanıdır.

Diktatörlüğün dayatmalarından kurtulmuş olan her akıl, beynimizin içindeki görüntüler silsilesinin dışarıda HİÇBİR VARLIĞI OLMADIĞINI, bir ekranın dışında HİÇBİR ŞEY SEYRETMEDİĞİMİZİ, kafamızın içindeki KARANLIK BÖLGEDE rengarenk bir dünya ile muhatap olduğumuzu ve o dünyada GERÇEKTE HİÇBİR YERE GİTMEDİĞİMİZİ, HİÇBİR ŞEYİN ASLI İLE MUHATAP OLMADIĞIMIZI açık şekilde anlayacaktır.

Görüntü içinde yaşayan ve kendisi de görüntüden oluşan bir insanın düşeceği en büyük yanılgı, kendisine üstünlük atfetmesidir. Bir görüntü varlığın kendisini büyük görmesi, kararlar verdiğini zannetmesi, beyninin içindeki görüntülere aldanması, beyninin içinde bir yerlere gittiğini zannetmesi, beyninde izlediklerine kapılarak gerçek bir yaşam içinde olduğunu sanması, dışarıda hiçbir varlığı olmayan kişi ve nesneleri gerçekte var zannetmesi, çok büyük yanılgılardır. Ancak, izlenen görüntülerin mükemmelliği, gerçeklik algısını zorlamakta ve insanların büyük bölümünü yanıltmaktadır.

Müvekkilin, bu önemli gerçekleri izah etmekteki amacı şudur: Müvekkil, çok defa izah etmiş olduğu gibi, hem hayatının büyük bir bölümünde hem de 6 yıldan fazla bir zamandır yaşadığı imtihanda, gerçeklik ve görüntü arasındaki farkı daima bilerek, bu önemli sırra haiz olarak yaşamıştır. Müvekkilin açıklamalarına göre, kendisinin karşılaştığı bu kapsamlı kumpasta gözlemlediği en ilginç konu, bu kumpası kurgulayan kişilerin, beyinlerinin içindeki bir görüntü adına bir oyun oynadıklarının, beyinlerinin içinde bir başarı kazandıklarının, sadece görüntüden ibaret bir dünyada sanal bir mücadele verdiklerinin FARKINDA DAHİ OLMAMALARIdır. Oysa müvekkil, bu süreç boyunca karşılaştığı her ortamın beyninde yaratıldığını, kendisine özel olarak gösterildiğini, beynindeki mahkemelerde, aynı görüntünün parçası olan hakimler tarafından yargılandığını, aslında hiçbir yere gitmediğini, kaldığı cezaevlerinin de bu görüntü silsilesinin birer parçası olduğunu bilerek hareket etmiştir. Beynimin içinde sadece Allah'ın kendisine gösterdiği görüntüleri izlerken, bu görüntülerin dışarıda bir gerçekliğinin olmadığından eminken ve Allah'ın, dilediği anda bu görüntüleri anında değiştirmeye muktedir olduğuna iman etmişken, tüm bu görüntülerden veya kumpaslardan olumsuz etkilenebilmesinin de mümkün olmadığını izah etmiştir. Böyle bir beklenti içinde olanlar, şimdiye dek hep boşuna beklemişlerdir; bundan sonra da boşuna beklemeye devam edeceklerdir.

Görüntü varlıklarla muhatap olduğumuz bu dünyada, müvekkil için, ALLAH'IN DIŞINDA BİR KUVVET KABUL ETMEK VEYA BİR BAŞKASINA GÜÇ ATFETMEK -HAŞA- OLACAK ŞEY DEĞİLDİR. Dolayısıyla müvekkil, tüm gücün Allah'a ait olduğunu bilerek, Allah'ın özel yarattığı bu görüntüyü daima BÜYÜK BİR MUTLULUK VE TESLİMİYETLE karşılamıştır.

Müvekkil, inanarak yaşadığı ve özümsediği bu bilimsel gerçek ışığında, karşılaştığı imtihana yönelik bakış açısının, kendisini yargılayan tüm hakimler tarafından bilinmesini önemli görmektedir. Çünkü kumpaslar, yıldırmak, korkutmak, sindirmek amacıyla yapılan eylemlerdir. Müvekkile göre ise, BEYNİNDE GÖRÜNTÜ İZLEDİĞİNİ BİLEN VE TÜM BU GÖRÜNTÜLERİN MUTLAK GÜÇ SAHİBİ ALLAH'A AİT OLDUĞUNA GÖNÜLDEN İMAN ETMİŞ OLAN BİR İNSANI YILDIRMAK, KORKUTMAK, SİNDİRMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR.

Müvekkilin, gerçeklik algısı ve imtihana bakış açısı ile ilgili görüşlerini içeren yukarıdaki izahları takdirinize sunar, saygılarımızla, bilgilerinize arz ederiz.20.09.2024

Adnan Oktar müdafi,

Av. Mert Zorlu

 

[1] Jose Rodrigues Dos Santos, Süleyman'ın Anahtarı, s. 187

Daha yeni Daha eski