İSTANBUL 1 AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

DOSYA NO            : 2024/74 E

SUNAN                  : ADNAN OKTAR

MÜDAFİİ               : Av. Mert ZORLU

KONU                    : Müvekkilin Mehdiyet konusunu anlatıyor olmasının inancının bir gereği olduğundan inanç ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiği, Mehdiyet inancının anlatılmasının hiçbir tehlikeli unsur içermediği, tüm İslam alimlerinin Mehdiyeti anlattığı ve bu kapsamda -müvekkilin de sıkça anlattığı- pek çok İslam aliminin ortak görüşüyle Hicri 13. yüzyılın müceddidi olarak kabul edilen Bediüzzaman Said Nursi’nin Mehdiyetle ilgili anlatımlarının sunumudur

AÇIKLAMALARIMIZ:

Gerek ana dava dosyasının gerekse huzurdaki dosyanın iddianamelerinin temel dayanak noktası müvekkilin güya mehdilik iddiasında olduğu, mehdilik inancı aracılığıyla da çevresindeki insanların iradelerini sözde fesada uğrattığıdır. Oysa daha önceki dilekçelerimizde izah ettiğimiz üzere,

  • Müvekkil hiçbir zaman mehdilik iddiasında olmamıştır, asla olmayacağını da açıkça beyan etmiştir.
  • Mehdiyet, başta Ehli Sünnet ve Şia olmak üzere pek çok İslam mezhebinde hak olduğuna itikat edilen temel konulardan biridir. Başta Kütübi Sitte olmak üzere en muteber hadis kaynaklarının tamamında yer almaktadır.
  • Mehdiyeti anlatmak Mehdilik iddia etmek değildir. Nitekim Mehdiyet iddia ile vuku bulan bir durum da değildir.
  • Müvekkilin Mehdiyeti anlatması inanç ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gereken, Türkiye’de on binlerce kişinin hemen her gün yaptığı bir şeydir.
  • Mehdilik, Devletin bekasına veya toplu düzenine karşı tehdit içeren bir inanç değildir. Tam tersine Devletimiz’in yazılı olmayan ideolojisi olarak bilinen Kızıl Elma ülküsü bir Mehdiyet anlatımıdır.
  • Mehdilik farz bir inanç olmadığından, farz olmayan bir konunun yaptırımı olmayacağından, Mehdiyeti anlatarak kişilerin iradesinin etki altına alınması mümkün değildir.

Bu açık gerçeklere rağmen iddia makamı -kanaatimizce dini konulardaki bilgi noksanlığı sebebiyle- hiçbir hukuki dayanağı olmadan Mehdiyeti anlatmayı suç unsuru olarak görmüştür. Oysa, Peygamberimiz (sav)’den bu yana Mehdiyet her devirde anlatılmış, konuşulmuş, İslam alimleri tarafından önemli görülmüştür. Sahabe ve tabiinden sonra büyük hadis alimleri, mezhep imamları ve müfessirlerin tamamı Mehdiyeti eserlerinde kapsamlı olarak izah etmişlerdir. İmam Rabbani, İbni Hacer el-Askani, Abdülkadir Geylani, Kurtubi, İbni Kesir, Muhiyydin Arabi, İmam Taberi gibi geçmişte yaşamış alimler, Süleyman Hilmi Tunahan, Hüseyin Hilmi Işık, Esad Coşan, Mehmed Zaid Kotku, Muhammed Raşid Erol, Mahmut Ustaosmanoğlu gibi yakın geçmişte yaşamış olan kıymetli alimlerin hepsi de Mehdiyeti anlatmıştır.

Eserlerinde Mehdiyete geniş yer veren alimlerden biri de Bediüzzaman Said Nursi’dir. Cumhurbaşkanımız Sayın Erdoğan’ın teşvikiyle DİYANET TARAFINDAN BASILAN VE DAĞITILAN Risale-i Nur Külliyatı’nın oldukça geniş bir bölümünde Mehdiyet anlatılmakta ve müvekkilin de anlatımlarında yer verdiği gibi bu eserlerde,

  • Mehdi’nin Hicri 1400 (Miladi 1979)’da çıkacağı,
  • İstanbul’da faaliyet yapacağı,
  • Peygamberimiz (sav)’in soyundan olacağı,
  • Darwinist materyalist ideolojiyi fikren yerle bir edeceği,
  • İman hakikatlerini anlatan eserler yayınlayacağı,
  • Sevgi, sanat, kalite ve şefkati esas alan bir tebliğ anlayışı olacağı,
  • Siyasete karışmayacağı,

gibi çok sayıda detay vermiştir. Müvekkilin Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinden alıntılar yapması, o eserlerde anlatılanları konuşmalarında kullanması, Mehdiyeti buradan edindiği bilgiler doğrultusunda açıklaması hiçbir suç unsuru içermemektedir.

Müvekkilin bu anlatımlarında suç unsuru bulunmadığını göstermek açısından Diyanet İşleri Başkanlığımız vasıtasıyla bastırılan Risale-i Nur’da Mehdiyetin nasıl anlatıldığını bilgilerinize arz ediyoruz:

1. BEDİÜZZAMAN MEHDİ’NİN HİCRİ 1400’DE (Miladi 1979), YANİ İÇİNDE BULUNDUĞUMUZ HİCRİ 14. YÜZYILDA GELECEĞİNİ SÖYLEMEKTEDİR

İstikbal-i dünyeviyede (dünyanın geleceğinde) 1400 SENE SONRA (Hicri 1400’de) GELECEK BİR HAKİKATİ (MEHDİ’Yİ) asırlarında (kendi yaşadıkları dönemde) karib (yakın) zannetmişler. (Sözler, s. 318)

Görüldüğü üzere Bediüzzaman Said Nursi, Mehdi’nin Peygamberimiz (sav)'den “1400 SENE SONRA” geleceğini söylemektedir. Ne 1373, ne 1378 ne 1398 ne de başka bir tarih vermemekte, tam olarak 1400 demektedir. “GELECEK” ifadesini kullanarak da, Mehdi’nin -kesin olarak söylediği bu tarihte- yani Hicri 1400’de (Miladi 1979'da) imani faaliyetine başlayacağını müjdelemektedir. Hadislerden okuduğu bilgilere dayanarak; Peygamber Efendimiz (sav) dönemindeki bazı kişilerin dahi Mehdi’nin, kendi yaşadıkları dönemde çıktığını ya da çıkışının yakın olduğunu düşündüklerini, ancak bu düşüncelerinin yanlış olduğunu, gerçekte ise Mehdi’nin “Hicri 1400 yılında” geleceğini ve bu tarihten itibaren tebliğ faaliyetlerine başlayacağını açıklamaktadır.

2.  BEDİÜZZAMAN’IN MEHDİ’NİN HİCRİ 1400’LERDE GÖREV BAŞINDA OLDUĞUNU ANLATAN BİR DİĞER SÖZÜ DE ŞÖYLEDİR:

“Allah’ın nûrunu üflemekle söndürmek isterler. Allah ise nûrunu tamamlamaktan başka birşeye râzı olmaz. kâfirler isterse hoşlanmasınlar.” (Tevbe Sûresi, 9:32)

Ayetindeki ALLAH‘IN NÛRUNU ÜFLEMEKLE SÖNDÜRMEK İSTERLER. ALLAH İSE NÛRUNU TAMAMLAMAKTAN BAŞKA BİRŞEYE RÂZI OLMAZ. Cümlesi kuvvetli ve letafetli münasebeti mâneviyesiyle beraber şeddeli (lam)’lar, birer (lam) ve şeddeli (mim) asıl kelimeden olduğundan, iki (mim) sayılmak cihetiyle 1324 ederek, …. Eğer şeddeli (mim) dahi şeddeli ’  (lam) lar gibi bir sayılsa, o vakit 1284 eder. ŞİMDİ HATIRA GELDİ Kİ, EĞER ŞEDDELİ (lam) LAR VE (mim) İKİŞER SAYILSA, BUNDAN BİR ASIR SONRA ZULÜMATI DAĞITACAK ZATLAR İSE, HAZRET-İ MEHDÎNİN ŞAKİRTLERİ OLABİLİR. HER NE İSE... BU NURLU ÂYETİN ÇOK NURANÎ NÜKTELERİ VAR. Bir damla su denizin varlığına işaret eder sırrıyla kısa kestik. (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s.131, 132)

Bediüzzaman’ın yukarıdaki açıklamasını yaptığı Tevbe Suresi’nin 32. ayetinin; “ŞEDDELİ LAMLARI VE MİM İKİŞER SAYILDIĞINDA” ÇIKAN EBCEDİ 1910 YILINI VERİR.

“Allah'ın nurunu üflemekle söndürmek isterler. Allah nurunu tamamlamaktan başkasını istemiyor” ayetindeki

 "Allahi" اللّهِ

 "Allahu" اللّهُ

"illa" إِلاَّ 

sözcüklerindeki "lamlar"

ve

"yutimmu"   يُتِمَّ

sözcüğündeki mim 2'şer kez sayıldığında ayetin bu cümlesinin ebced değeri 1910 etmektedir.

Bediüzzaman ÇIKAN BU TARİHTEN YANİ 1910 YILINDAN 1 ASIR YANİ 100 YIL SONRASINDA DİKKAT ÇEKMEKTE ve bu tarihte Mehdi ve talebelerinin yaşayacağını ve dünyaya hakim olan zalim sistemleri ve düşünce akımlarını fikren etkisiz hale getirmek için mücadele edeceklerini söylemektedir.

1910+100=2010

2010 YILI HİCRİ 1433’TÜR. BEDİÜZZAMAN AÇIK VE NET OLARAK MEHDİ’NİN FAALİYET YAPTIĞI TARİHLERİ SÖYLEMİŞTİR.

Nitekim Üstad, Kastamonu Lahikası’nda da Mehdi’nin, kendisinin yaşadığı Hicri 13. asırdan “BİR ASIR SONRA” YANİ HİCRİ 14. ASIRDA GELECEĞİNİ söylemiştir:

"Hakiki beklenilen ve BİR ASIR SONRA GELECEK O ZAT (MEHDİ)" ... (Kastamonu Lahikası, s. 61-62) 

AYRI BİR KONU OLARAK; BEDİÜZZAMAN KENDİSİNDEN 100 YIL SONRAKİ VAN’A DA DİKKAT ÇEKMİŞTİR

Bediüzzaman Hazretleri, Van Kalesi’nde kendi kurduğu Horhor medresesinde birçok talebe yetiştirmiştir. Bununla birlikte kendisinden 100 sene sonra Risale-i Nur’a değer veren bazı kimselerin Van’a geleceklerini ve söz konusu medreseyi ziyaret edeceklerini belirtmiş, o sırada yaşanacaklardan bahsederek ziyaretine gelecek olan kardeşlerini şöyle müjdelemiştir:

“… Şu muâsırlarım (benim zamanımda yaşayan kişiler), varsın beni dinlemesinler. Tarih denilen mazi derelerinden sizin yüksek istikbalinize uzanan telsiz telgrafla sizinle konuşuyorum. Ne yapayım, acele ettim, kışta geldim; sizler cennet-âsâ BİR BAHARDA GELECEKSİNİZ. Şimdi ekilen nur tohumları, zemininizde çiçek açacaktır. Biz, hizmetimizin ücreti olarak sizden şunu bekliyoruz ki: Mazi kıt’asına geçmek için geldiğiniz vakit, mezarımıza uğrayınız; o bahar hediyelerinden birkaç tanesini medresemin mezartaşı denilen ve kemiklerimizi misafir eden ve Horhor toprağının kapıcısı olan kalenin başına takınız. Kapıcıya tenbih edeceğiz; bizi çağırınız. MEZARIMIZDAN “NE MUTLU SİZE!” SADÂSINI İŞİTECEKSİNİZ. Hatta misafirlerimizin gölgeleri bile mezartaşımızdan bu sadayı işitecektir...” (Münazarat, s. 88)

3.  BEDİÜZZAMAN, ŞAM HUTBESİNDE DE MEHDİ’NİN HİCRİ 1400’LERDE FAALİYETTE OLACAĞINI ANLATMIŞTIR

Bediüzzaman, Hicri 1327 (Miladi 1911) yılında Şam’da Emevi Camii’nde bir hutbe vermiştir. Burada Üstad, İslam aleminin, Hicri 1371'den yani Miladi 1951’den sonraki geleceğine yönelik izahlar yapmıştır.

YETMİŞ BİRDE FECR-İ SADIK (tan yerinin ağarması, Güneş doğmadan önceki kızıllık, sabah vakti) BAŞLADI veya başlayacak. Eğer bu, fecr-i kazib (sabaha karşı ufukta yayılmaya başlayan birinci kızıllık) de olsa, OTUZ KIRK SENE SONRA FECR-İ SADIK (fecr-i kazibden sonra yayılmaya başlayan aydınlanma, gerçek aydınlanma, yani MEHDİYET) ÇIKACAK. (Hutbe-i Şamiye, 23)

“...Evet ŞİMDİ OLMASA DA 30-40 SENE SONRA fen ve hakiki marifet (hüner, sanat, ilim ve fenerle öğrenilen bilgi) ve medeniyetin mehasini (güzelliklerini) o üç kuvveti tam teçhiz edip, cihazatını verip O DOKUZ MANİLERİ MAĞLUP EDİP DAĞITMAK İÇİN TAHARRİ-İ HAKİKAT MEYELANINI (HAKİKATİ ARAŞTIRMA MEYLİ) VE İNSAF VE MUHABBET-İ İNSANİYEYİ (İNSAN SEVGİSİNİ) O DOKUZ DÜŞMAN TAİFESİNİN CEPHESİNE göndermiş, inşaAllah YARIM ASIR SONRA ONLARI DARMADAĞIN EDECEK (yani Mehdiyet dinsizliğin felsefesini tamamen ortadan kaldıracak).” (Hutbe-i Şamiye, s. 25)

Hicri 1371 + 30 = 1401 (Miladi 1981) (30 yıl sonrası)

Hicri 1371 + 40 = 1411 (Miladi 1991) (40 yıl sonrası)

Hicri 1371 + 50 = 1421 (Miladi 2001) (yarım asır sonrası)

Bediüzzaman’ın haber verdiği bu tarihler Mehdiyetin önemli aşamalarına işaret eden tarihlerdir. Bu sözler cümle cümle incelendiğinde Bediüzzaman’ın çok hayati hususlara dikkat çektiği de görülür:

... fen ve hakiki marifet ve medeniyetin mehasini (faydalı yönlerini), o üç kuvveti tam teçhiz edip...

Bediüzzaman Mehdi’nin bilimin ve teknolojinin tüm yönlerinden en iyi şekilde faydalanacağına vurgu yapmaktadır.

... cihazatını verip o dokuz manileri mağlup edip dağıtmak için...

Bediüzzaman Hazretleri, “Mağlup edip dağıtmak” ifadesini kullanmaktadır. Mağlup edip dağıtmak, tıpkı Hz. Musa (as)’ın buzağı heykelini yakıp küllerini denize savurarak yok etmesi gibi, küfrü fikren tam anlamıyla etkisiz hale getirmek, dinsizliğin sebep olduğu tüm belaları ortadan kaldırmak, acıların, zulümlerin, haksızlıkların, mağduriyetlerin son bulmasını sağlamak demektir. Bediüzzaman, tüm bunları Mehdi ve talebelerinin gerçekleştireceğini söylemektedir.

...taharri-i hakikat meyelanını (yani, gerçekleri araştırma eğilimini) ve insaf ve muhabbet-i insaniyeyi (insan sevgisini) o dokuz düşman taifesinin cephesine göndermiş,

Bediüzzaman, Mehdi’nin ilmi mücadelesini sevgiyle ve şefkatle yürüteceğine, dinsizliğin dinini gerçek, somut bilgilerle fikren yok edeceğine dikkat çekmektedir.

... inşaAllah yarım asır sonra onları darmadağın edecek...

YARIM ASIR SONRA: 1371 + 50 = 1421 = 2001

4.  BEDİÜZZAMAN MEHDİ DEVRİNİN KENDİ DÖNEMİNDEN SONRA OLACAĞINI BELİRTİĞİ O DÖNEMİ "BAHAR" OLARAK NİTELENDİRMİŞTİR

BEN BÖYLE BİR NURUN ZUHURUNA (MEHDİ’NİN ORTAYA ÇIKIŞINA) ÇOK İNTİZAR ETTİM VE EDİYORUM (bekledim, bekliyorum). FAKAT ÇİÇEKLER BAHARDA GELİR.  ÖYLE İSE O KUDSİ ÇİÇEKLERE (Mehdi ve cemaatine) ZEMİN HAZIR ETMEK LAZIM GELİR. Ve anladık ki, bu hizmetimizle O NURANİ ZATLARA (Mehdi ve talebelerine) ZEMİN İZHAR EDİYORUZ (hazırlıyoruz). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 189)

Bediüzzaman bu sözlerinin yer aldığı Barla Lahikası adlı risalesini Hicri 1926 yılında yazmıştır. Bediüzzaman, Mehdi ve yardımcılarını “baharda gelecek kudsi çiçekler” yani “KENDİSİNDEN SONRA, İLERİKİ BİR ZAMANDA GELECEK mübarek kimseler” olarak nitelendirmiş, “bahardan önceki dönemden” bahsederek ise kendisinin de, “yaptığı hizmetlerle, bu mübarek şahsa ZEMİN HAZIRLAYAN BİR ÖNCÜ OLDUĞUNU” belirtmiştir.

5.  BEDİÜZZAMAN MEHDİ’YE ZEMİN HAZIRLADIĞINI, MEHDİ’NİN YARDIMCISI, ÖNCÜSÜ, NEFERİ OLDUĞUNU İFADE ETMİŞTİR

Senin şu âciz ve fakir ve hiç ender hiç olan kardeşin, bin derece haddimin fevkinde olarak, kendimi O GELECEK ŞAHIS (MEHDİ) olduğumu iddia edemem, hiçbir cihette liyakatim yoktur. Fakat o ileride gelecek acip şahsın (Mehdi’Nİn) bir hizmetkârı ve ona yer hazır edecek bir dümdârı (geriden gelen emniyet kuvveti) ve o büyük kumandanın pîşdâr (öncü) bir neferi olduğumu zannediyorum. (Barla Lahikası, 28. Mektup, sf. 250)

Bediüzzaman, bu sözlerinin yer aldığı Barla Lahikası adlı risalesini Hicri 1926 yılında yazmıştır. “O İLERİDE GELECEK ACİB ŞAHIS” sözleriyle, ‘MEHDİ’NİN KENDİSİNDEN SONRAKİ DÖNEMDE GELECEĞİNİ’ ifade etmiştir. “KENDİSİNİN ‘MEHDİ’ DEĞİL, ‘MEHDİ’NİN ‘BİR HİZMETKARI, YARDIMCISI, NEFERİ VE ÖNCÜSÜ’ OLDUĞUNU” belirtmiştir. Bediüzzaman bu sözleriyle Mehdi’nin, kendi yaşadığı dönemde henüz ortaya çıkmadığını kendi döneminin bir “hazırlık devresi” olduğunu vurgulamaktadır.

6.  BEDİÜZZAMAN MEHDİ’NİN HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE FAALİYET GÖSTERECEĞİNİ ANLATMIŞTIR

... TÂ AHİR ZAMANDA (benden sonraki dönemde), HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE (teknolojinin geliştiği, iletişimin güçlü olduğu dönemde), (RİSALE-İ NUR’UN) ASIL SAHİPLERİ, YANİ MEHDÎ VE ŞAKİRTLERİ CENAB-I HAKKIN İZNİYLE GELİR, O DAİREYİ GENİŞLETTİRİR VE O TOHUMLAR SÜMBÜLLENİR. BİZLER DE KABRİMİZDE SEYREDİP ALLAH’A ŞÜKREDERİZ. (Kastamonu Lahikası, Sayfa 72)

Bediüzzaman, Kastamonu Lahikası adlı eserini Miladi 1936 yılında hazırlamıştır. "TA AHİR ZAMANDA...." ifadesiyle, Risale-i Nur’un asıl sahipleri olarak nitelendirdiği Mehdi ve talebelerinin, “KENDİSİNDEN ÇOK DAHA SONRAKİ BİR VAKİTTE, BİR SONRAKİ DÖNEMDE GELECEKLERİNİ” ifade etmiştir. Ayrıca bu sözlerindeki, “BİZLER DE KABRİMİZDEN SEYREDİP ALLAH’A ŞÜKREDERİZ” ifadesiyle de, kendisinin Mehdi’nin gelişini göremeyeceğini; Mehdi’nin görev yapacağı ve Kuran ahlakını tüm dünyaya hakim kılacağı dönemde, kendisinin vefat etmiş olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman Risale-i Nur’un etkisinin ve bu yolla yapılan iman hizmetinin ‘dar dairede’; yani sınırlı bir topluluğa yönelik olarak yapılan kısıtlı bir faaliyet olduğunu ifade etmiştir. Mehdi’nin yapacağı ilmi ve imani faaliyetlerin ise “HAYATIN GENİŞ DAİRESİNDE” yani “DÜNYA ÇAPINDA”, modern ve ultra hızlı bilişim teknolojilerinin, iletişim ağlarının tüm yeryüzünü kapsayacağı içinde yaşadığımız dönemde gerçekleştirileceğini belirtmiştir.

7.  BEDİÜZZAMAN MEHDİ’NİN 3 TEMEL GÖREVİ OLACAĞINI VE BU 3 GÖREVİN HEPSİNİ BİRDEN YAPACAĞINI SÖYLEMİŞTİR

Bediüzzaman’ın anlatımlarına göre Mehdi’nin 3 vazifesi olacaktır:

... Çok defa mektuplarımda işaret ettiğim gibi, MEHDİ AL-İ RESUL’ÜN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen Mehdi’nin) temsil ettiği kudsi (mukaddes, kutsal) cemaatinin şahsı manevisinin ÜÇ VAZİFESİ VAR. Eğer çabuk kıyamet kopmazsa ve beşer (insanlar) bütün bütün yoldan çıkmazsa, o vazifeleri onun cemiyeti ve seyyidler cemaati (Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelenlerin) yapacağını Rahmet-i İlahiyeden (Allah’ın rahmetinden) bekliyoruz. Ve ONUN (MEHDİ’NİN) ÜÇ BÜYÜK VAZİFESİ OLACAK. (Emirdağ Lahikası, s. 259)

Hz. Mehdi'nin bu üç büyük vazifesini Bediüzzaman eserlerinde şöyle dile getirmiştir:

1) Darwinist, materyalist ve ateist felsefelerle fikri mücadele yaparak bu akımları fikren tam olarak susturmak ve böylece dünya çapında tüm insanların imanını kurtarmak,

2) İslam Birliği’ni oluşturmak ve tüm dünya Müslümanlarının manevi önderi olmak,

3) Kuran ahlakını ve Peygamberimiz (sav)'in sünnetini yeniden canlandırıp tüm dünyaya hakim kılmak ve Hıristiyanlarla ittifak ederek onların da İslam’ı kabul etmelerine vesile olmak.

Bediüzzaman, Mehdi’nin bu üç görevi de birarada yapabilme özelliği nedeniyle de, “Ahir Zaman’ın Büyük Mehdi”si ünvanını alacağını belirtmiştir.

MEHDİ’NİN BİRİNCİ VAZİFESİ DARWİNİZM’İ VE MATERYALİZMİ TAM SUSTURACAK TARZDA FİKREN ORTADAN KALDIRMAK ve İMAN HAKİKATLERİNİ ANLATARAK İNSANLARIN İMANLARINA VESİLE OLMAKTIR:

Birincisi: FEN VE FELSEFENİN TASALLUTİYLE (etkisiyle) ve MADDİYYUN VE TABİİYYUN TAUNU, (materyalizm, Darwinizm ve ateizm hastalığı) BEŞER İÇİNE İNTİŞAR ETMESİYLE (insanlar arasında yayılmasıyla), HERŞEYDEN EVVEL FELSEFEYİ VE MADDİYYUN FİKRİNİ (materyalizm, Darwinizm ve ateizm gibi Allah’ı inkar eden dinsiz akımları) TAM SUSTURACAK TARZDA İMANI KURTARMAKTIR. EHL-İ İMANI DALÂLETTEN MUHAFAZA ETMEK (iman edenleri sapkınlıktan korumak)... (Emirdağ Lahikası, 206. Mektup, s. 259)

ÜMMETİN BEKLEDİĞİ, AHİR ZAMAN’DA GELECEK ZATIN (MEHDİ’NİN) ÜÇ VAZİFESİNDEN EN MÜHİMMİ (önemlisi) VE EN KIYMETDARI (değerlisi) OLAN İMAN-I TAHKİKİYİ (gerçek imanı) NEŞR (yazma ve dağıtma yoluyla yaymak) VE EHL-İ İMANI (iman edenleri) DALALETTEN (sapkınlıktan) KURTARMAK... (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)

Bediüzzaman, Ahir Zaman'da ateist felsefelerin tehlike oluşturacağını bildirmiş, özellikle Darwinist, materyalist felsefelerin güç bulacaklarını ve Allah'ın varlığını inkar edecek tehlikeli bir çizgiye geleceklerini ifade etmiştir. Bu nedenle Mehdi’nin birinci vazifesinin, maddecilik fikri, yani Allah’ı inkar üzerine kurulmuş materyalist, Darwinist ve ateist felsefelerle ilmen mücadele etmek ve bu felsefelerin insanlar üzerindeki etkisini tam anlamıyla kaldırmak olacağını belirtmiştir. Bediüzzaman'ın burada kullandığı “TAM SUSTURACAK TARZDA” ifadesi son derece önemlidir. Bu sözler, Mehdi vesilesiyle Darwinizm, ateizm, materyalizm karşıtı ilmi çalışmaların çok köklü ve etkili bir şekilde yapılacağını ve ancak Mehdi vesilesiyle iman sahiplerinin dalaletten korunacağını anlatmaktadır.

Bediüzzamanın dikkat çektiği hususlardan biri de; Mehdi’nin bir yandan materyalist Darwinist felsefeleri sustururken bir yandan da insanların samimi imanlarına vesile olacak iman hakikatlerini, bilimsel bilgileri, Allah’ın sanatını ortaya koyan güzellikleri anlatacak olmasıdır. Mesih Deccal’in Ahir Zaman fitnesi, ancak böyle güçlü yöntemlerle kırılacaktır.

MEHDİ’NİN İKİNCİ GÖREVİ İSE  İSLAM BİRLİĞİ’Nİ OLUŞTURMAKTIR

İkinci vazifesi: Hilafet-İ Muhammediye (A.S.M) ünvanı ile (Peygamberimiz (sav)'in halifesi -Müslümanların manevi lideri- ünvanı ile) şeair-i İslamiye’yi (İslam ahlakının esaslarını) ihya etmektir (yeniden canlandırmaktır). ALEM-İ İSLAM’IN VAHDETİNİ (İslam aleminin birliğini) NOKTA-İ İSTİNAD EDİP (dayanak noktası yapıp) beşeriyeti (insanlığı) maddi ve mânevi tehlikelerden ve gadab-ı İlâhi’den (Allah'ın azabından) kurtarmaktır. Bu vazifenin, nokta-i istinadı (dayanak noktası) ve hadimleri (hizmetkarları), MİLYONLARLA EFRADI (fertleri) BULUNAN ORDULAR LAZIMDIR. (Emirdağ Lahikası, 206. Mektup, s. 259)

Bediüzzaman Mehdi’nin daha önce hiçbir müceddid tarafından yerine getirilmemiş olan üç büyük görevinden birinin “İslam Birliği’nin sağlanması” olduğunu açıklamıştır. Bediüzzaman'ın açıklamalarına göre Mehdi, halihazırda çeşitli gruplar halinde dağınık olarak bulunan Müslümanları manen tek bir kardeşlik ruhu içinde birleştirecek, İslam ahlak ve faziletini, İslam dininin Peygamberimiz (sav) döneminde yaşandığı gibi saf ve bidatsız yaşanmasına vesile olacaktır. Şu anda dünyanın dört bir yanında halen Müslüman toplumlar bölünmüş ve ayrı ayrı durumdadırlar. Pek çok Müslüman toplum büyük acılar, sıkıntılar, baskı ve zulüm altında yaşamaktadır. Tüm dünyadaki Müslümanların yaşadığı bu sıkıntılar Mehdi vesilesiyle son bulacaktır.

MEHDİ’NİN ÜÇÜNCÜ VAZİFESİ ‘BÜTÜN EHL-İ İMANIN MANEVİ YARDIMLARIYLA’ VE ‘MİLYONLARIN FEDAKARANE KATILIMLARIYLA’ İSLAM AHLAKININ DÜNYAYA HAKİM OLMASIDIR

Üçüncü vazifesi: ... O ZAT (MEHDİ), BÜTÜN EHL-İ İMANIN (iman edenlerin) MANEVİ YARDIMLARIYLA  ve İTTİHAD-I İSLAM’IN MUAVENETİYLE (İslam Birliği’nin yardımlaşmasıyla) ve BÜTÜN ULEMA VE EVLİYANIN (alimlerin ve velilerin)  ve bilhassa AL-İ BEYT’İN NESLİNDEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) HER ASIRDA KUVVETLİ VE KESRETLİ (çok sayıda) BULUNAN MİLYONLAR FEDAKAR SEYYİDLERİN İLTİHAKLARIYLA (Peygamber soyundan gelen fedakar kimselerin katılımlarıyla) O VAZİFE-İ UZMAYI (büyük görevi) YAPMAYA ÇALIŞIR. (Emirdağ Lahikası I, 206. Mektup, s. 260) 

... O ZATIN (MEHDİ’NİN) üçüncü vazifesi, HİLAFET-İ İSLAMİYE’Yİ (İslam halifeliğini; Müslümanların manevi liderliğini) İTTİHAD-I İSLAM’A BİNA EDEREK (İslam Birliği üzerine kurarak), İSEVİ RUHANİLERİYLE (dindar Hıristiyanlarla ve Hıristiyan alimleriyle) İTTİFAK EDİP (iş birliği ve dayanışma içerisine girerek) DİN-İ İSLAM’A (İslam dinine) HİZMET ETMEKTİR. BU VAZİFE, PEK BÜYÜK BİR SALTANAT VE KUVVET VE MİLYONLAR FEDAKARLARLA (MİLYONLARIN FEDAKARANE KATILIMIYLA) TATBİK EDİLEBİLİR (yerine getirilebilir). (Sikke-i Tasdik-i Gaybi, s. 9)

Bediüzzaman’ın bu anlatımlarına göre, Mehdi ‘İslam toplumunun birleşmesini sağlayacak ve bu birliğin başındaki şahıs olarak Hıristiyan alemiyle ittifak yapacak” ve İslam ahlakının dünyaya hakim olması gerçekleşecektir. Kuşkusuz ki böylesine geniş çaplı gelişmeler elbetteki bütün dünyanın gözleri önünde cereyan edecektir. Kitle iletişim araçları vasıtasıyla herkesin anında haberdar olacağı ve yaşayacağı bu büyük değişim, ne Bediüzzaman'ın devrinde ne de bir başka zaman diliminde yaşanmamıştır. Bediüzzaman bu vazifenin, Mehdi tarafından yerine getirileceğini özellikle vurgulamaktadır.

MEHDİ BU ÜÇ GÖREVİ BİR ARADA YERİNE GETİRECEKTİR

Gerçi HER ASIRDA HİDAYET EDİCİ, BİR NEVİ MEHDÎ VE MÜCEDDİD GELİYOR VE GELMİŞ. Fakat HER BİRİ ÜÇ VAZİFELERDEN BİRİSİNİ BİR CİHETTE (açıdan) YAPMASI İTİBARIYLA (nedeniyle) AHİR ZAMANIN BÜYÜK MEHDÎ UNVANINI ALMAMIŞLAR. (Emirdağ Lahikası, s. 260)

Bediüzzaman bu sözünde, Kuran ahlakını dünya üzerinde hakim kılmak amacıyla önceki asırlarda da bazı Müslüman şahısların geldiğini, ancak bunların hiçbirinin, ahir zamanda Mehdi’nin yapacağı üç önemli görevi bir arada yerine getiremediklerini ifade etmiştir. Bediüzzaman bu sözüyle birkaç önemli konuya açıklık kazandırmıştır. Bilindiği üzere, her yüz yıl başında bir müceddid (dini gerçek özüne döndüren, hurafe ve bidatlerden arındıran, çağın koşullarına göre yorumlayan büyük alim) gönderileceği hadislerde açıklanmıştır. Ulemanın ittifakıyla, Mevlana Bağdadi 12. yüzyılın müceddidir, Bediüzzaman 13. yüzyılın müceddidir, Mehdi de içinde bulunduğumuz 14. yüzyılın müceddi olacaktır.

Bediüzzaman bu sözüyle ayrıca geçmiş dönemlerde gönderilmiş olan müceddidler ile Mehdi arasındaki farkı da açıklamıştır: Mehdi’den önce gelen müceddidler, onun üç vazifesinden sadece birini yerine getirmişler ve bu açıdan "bir nevi Mehdi ve müceddid görevi üstlenmişlerdir. Ancak Bediüzzaman, yukarıda bahsettiği üç vazifenin üçünü birden yerine getirecek olan kişinin yalnızca "BÜYÜK MEHDİ" olacağını ve bu özelliğiyle diğer müceddidlerden ayırt edileceğini  belirtmiştir.

Sadece bir görevi yerine getiren kişinin ahir zamanın Büyük Mehdisi olması mümkün değildir. Mehdi üç görevi birden yerine getirecektir. Bu yüzden, bu önemli görevlerin yerine getirilmesine vesile olan kişiye Bediüzzaman "BÜYÜK MEHDİ" demiştir. Ahir zamanın Büyük Mehdisi, Darwinizm ve materyalizmi tam anlamıyla susturacak, İslam aleminin birliğini sağlayacak ve İslam ahlakının tüm dünyaya hakim olmasına vesile olacaktır.

8.  MEHDİ AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI ZAMANINDA GELECEK, BU FESADI TAM İZALE EDECEK, "EN BÜYÜK MÜCTEHİD, EN BÜYÜK MÜCEDDİD, HEM HAKİM, HEM MÜRŞİD, HEM MEHDİ, HEM KUTBU AZAM" OLACAKTIR

AHİR ZAMANIN EN BÜYÜK FESADI ZAMANINDA (fitnelerin en yoğun olduğu dönemde), elbette  EN BÜYÜK BİR MÜÇTEHİD (ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi) hem EN BÜYÜK BİR MÜCEDDİD (her yüzyıl başında dini hakikatleri devrin ihtiyacına göre ders vermek üzere gönderilen büyük İslam alimi, yenileyen, yenileyici), hem  HAKİM, hem  MEHDİ hem MÜRŞİD (doğru yolu gösteren kişi) hem  KUTB-U AZAM (Müslümanların kendisine bağlandıkları büyük evliyalardan, zamanın en büyük mürşidi)  olarak  BİR ZAT-I NURANİYİ (MEHDİ’Yİ) GÖNDERECEK  ve  O ZAT (MEHDİ) da,  EHL-İ BEYT-İ NEBEVİDEN (Peygamberimiz (sav)’in soyundan) OLACAKTIR. Cenab-ı Hak bir dakika zarfında beyn-es sema vel-arz alemini (yer ile gök arasındaki alemini) bulutlarla doldurup boşalttığı gibi bir saniyede denizin fırtınalarını teskin eder (dindirir) ve bahar içinde bir saatte yaz mevsiminin numunesini (örneğini) ve yazda bir saatte kış fırtınasını icad eden  KADİR-İ ZÜLCELAL (herşeye muktedir olan Yüce Allah) MEHDİ İLE DE, ALEM-İ İSLAM’IN (İslam aleminin) ZULÜMATINI (zulüm devrini, karanlığını) DAĞITABİLİR. VE VA’DETMİŞTİR VAADİNİ ELBETTE YAPACAKTIR. (Mektubat, s. 411-412)

Bediüzzaman, Mektubat adlı risalesini Miladi 1929 yılında hazırlamıştır. Bediüzzaman'ın döneminde “Ahir Zaman'ın en büyük fesadı” olan “Darwinizm, materyalizm ve ateizm gibi dinsiz akımların” toplum üzerindeki etkisi günümüzde olduğu gibi şiddetli değildi. Ayrıca Bediüzzaman burada, kendi dönemlerinde yaptıkları hizmetler açısından, ne Bediüzzaman ne de ondan önceki müceddidlerin Mehdi de toplanacak olan “EN BÜYÜK MÜCEDDİD”, “EN BÜYÜK MÜRŞİT VE “EN BÜYÜK MÜÇTEHİD”, “HAKİM”, “MEHDİ” ve “KUTB-U AZAM” özelliklerine bir arada sahip olmadıklarını, tüm bunların ancak Mehdi'de toplanacağını belirtmiştir.

Yukarıdaki bölümde bir yönüyle açıklandığı gibi, Mehdi’nin en önemli özelliklerinden biri de ‘EN BÜYÜK MÜÇTEHİD’ vasfını taşıyacak olmasıdır. Bilindiği gibi “müçtehid”, ihtiyaç oluştuğunda ayetlerden hüküm çıkaran büyük İslam alimi ve önderlerinin vasfıdır. Bu önderlerden kimi, içtihat etme ve hüküm verme vasıflarından dolayı "mezhep önderleri" olmuşlardır; Müslümanlar da onlara uymuşlardır.

İmam Hanefi, İmam Şafi, İmam Hanbeli, İmam Maliki bu önderlerden olup 4 mezhebin kurucularıdır. Bütün Ehl-i Sünnet onların verdiği hükümlerle amel etmektedir. Bediüzzaman bu "müçtehid”lerin en büyüklerinin Mehdi olacağını ifade etmiştir.

Hadislerde verilen bilgilere göre, ‘Hz. Mehdi yeryüzündeki tüm mezhepleri kaldıracak, dini Peygamberimiz (sav) döneminde olduğu gibi aynen uygulayacak ve tüm insanlar da ona tabi olup uyacaklardır’. Geçmişten günümüze pek çok İslam alimi eserlerinde bu konuya değinmişlerdir. İslam tarihinin en büyük alimlerinden biri olan Muhyiddin Arabi, "Fütühat-ül Mekkiye" isimli eserinde bu konuda şöyle bilgi vermiştir:

... (MEHDİ), DİNİ PEYGAMBER'İN ZAMANINDA OLDUĞU GİBİ AYNEN UYGULAYACAK. YERYÜZÜNDE MEZHEPLERİ KALDIRACAK. HALİS HAKİKİ DİNDEN BAŞKA HİÇBİR MEZHEP KALMAYACAK. (Muhammed B. Resul El Hüseyin El Berzenci, Kıyamet Alametleri, s. 186-187)

Hüseyin Hilmi Işık ise, “Saadet-i Ebediye” adlı eserinde Mehdi’nin bu özelliğini şöyle haber vermiştir:

HAZRET-İ MEHDİ (A.S.), AHİR ZAMANDA DÜNYAYA GELECEKTİR. Resullulah Efendimiz (sav)’in soyundan olacaktır. İsa Aleyhisselam’la buluşacak, MEZHEPLERİ KALDIRACAK, YALNIZ ONUN MEZHEBİ KALACAK. (Hüseyin Hilmi Işık, Saadet-i Ebediye, s. 35)

9.  BEDİÜZZAMAN, MEHDİ’NİN ÇIKIŞI ÖNCESİNDE ÇOK BÜYÜK OLAYLARIN MEYDANA GELECEĞİNİ, “HAMİYET-İ İSLAMİYE’NİN FEVERAN EDECEĞİNİ” SÖYLEMİŞTİR

... Böyle bir cemaat-ı azime (Peygamber Efendimiz (sav)'in soyundan gelen büyük seyyidler cemaati) içindeki mukkades kuvveti tehyic edecek (harekete geçirecek) ve uyandıracak   HADİSAT-I AZİME (büyük olaylar) VÜCUDA GELİYOR (meydana geliyor). Elbette O KUVVET-İ AZİMEDEKİ (büyük kuvvetteki) BİR HAMİYET-İ ALİYE (yüce bir gayret) FEVERAN EDECEK (harekete geçecek)  VE  HAZRETİ MEHDİ BAŞINA GEÇİP, TARİK-I HAK (hak yola) VE HAKİKATE (gerçeğe) SEVK EDECEK. (Mektubat, Yirmi Dokuzuncu Mektup, s. 473)

Bediüzzaman, Ahir Zaman'da Müslümanların ‘hamiyet’ yani ‘koruma duygularını’ harekete geçirecek ve ‘gayretlerini artıracak’ büyük olaylar yaşanacağına dikkat çekmekte ve Hz. Mehdi (a.s.)'ın Müslümanların önderliğini üstlenerek, onlara çözüm yolunu göstererek kurtuluşa ulaştıracağını açıklamaktadır.

Peygamberimiz (sav)'in hadislerinde belirtildiğine göre Ahir Zaman'da insanları hayrete düşürecek çok büyük olaylar meydana gelecek; Mehdi’in ortaya çıkışından önce, dünya genelinde kargaşa, anarşi ve terör artacak, açlık ve yokluk yaygınlaşacak, Müslümanlar büyük sıkıntılar yaşayacaklardır. Müslümanlara yöneltilen haksızlıklar, adaletsizlikler, zulüm ve baskılar çok şiddetli boyutlara ulaşacak, ancak Müslümanlar yaşanan bu şiddeti durdurmayı başaramayacaklardır. İşte böyle bir ortamda Allah, Mehdi’yi vesile ederek insanları içine düştükleri durumdan kurtarıp, onları kurtuluşa yöneltecektir. Bediüzzaman da “HADİSAT-I AZİME” sözleriyle bu gerçeği dile getirmiş, böyle büyük olayların meydana gelmesinin Mehdi’nin gelişini haber veren önemli bir alamet olduğunu ifade etmiştir.

10.  MEHDİ SEYYİD, YANİ PEYGAMBERİMİZ (SAV)’İN SOYUNDAN OLACAKTIR

Bediüzzaman, eserlerinde birçok kez Mehdi’nin hadislerde bildirildiği gibi “seyyid”, yani “Peygamberimiz (sav)'in soyundan gelen bir kimse” olacağını, “KENDİSİNİN İSE SEYYİD OLMADIĞINI” belirtmiştir.

BEN, KENDİMİ SEYYİD BİLEMİYORUM. Bu zamanda nesiller bilinmiyor. Halbuki AHİR ZAMANIN O BÜYÜK ŞAHSI (MEHDİ) AL-İ BEYT'TEN (Peygamberimiz (sav)'in soyundan) OLACAKTIR.  (Emirdağ Lahikası, s. 247-250)

... Rivayetlerde, Ahir Zaman’ın alâmetlerinden olan ve ÂL-İ BEYT-İ NEBEVİ’DEN HAZRET-İ MEHDİ’NİN (Radıyallahü Anh) hakkında ayrı ayrı haberler var. (Şualar, Beşinci Şua, On Dokuzuncu Mesele, s. 465)

... HEM MEHDİLİK İSNADINI HİÇ KABUL ETMEDİĞİMİ BÜTÜN KARDEŞLERİM ŞEHADET EDERLER. Hatta Denizli’deki ehli vukuf eğer Said Mehdiliğini ortaya atsa bütün şakirtleri kabul edecek dediklerine mukabil, Said itiraznamesinde demiş ki: “BEN SEYYİD DEĞİLİM MEHDİ SEYİD OLACAK” DİYE ONLARI REDDETMİŞ... (Şualar, On Dördüncü Şua, s. 365)

Sonuç olarak;

Yukarıda izah ettiğimiz üzere MEHDİYET İslam tarihi boyunca tüm İslami kitaplarda ve doğal olarak DİYANET’İN BASTIRDIĞI KİTAPLARDA DA ANLATILAN, Diyanet'in en büyük kurumu ve en büyük kütüphanelerinden birisi olan İslam Araştırmaları Merkezinde yer alan el yazması eserler dahil olmak üzere tüm kaynaklarda yer alan, YANİ DEVLET ELİYLE DE HALKA ÖĞRETİLEN BİR KONUDUR. CUMHURBAŞKANIMIZ SAYIN TAYYİP ERDOĞAN’IN TEŞVİKLERİYLE, DEVLETİMİZ TARAFINDAN BASILIP DAĞITILAN RİSALE-İ NURLARIN OLDUKÇA GENİŞ BİR BÖLÜMÜNDE DE MEHDİYET ANLATILMAKTADIR. Dolayısıyla devletin kitaplarında dahi olan bir konunun müvekkil tarafından da anlatılmasından daha doğal bir şey bulunmamaktadır. 

Risale-i Nur’da da Bediüzzaman, Müslümanların her dönem Mehdi beklentisi içerisinde olduklarını, hatta zaman zaman Müslümanların ''falanca kişi Mehdi olabilir'' şeklinde fazlaca hüsnü zanda bulunabildiklerini, bunun sıkça rastlanılabilen bir durum olduğunu, bir zararı olmayacağını izah etmiş, yukarıda çok sayıda örnekle izah ettiğimiz üzere Mehdi’nin geliş zamanı olarak ise Hicri 1400’leri işaret etmiştir:

…Risale-i Nur’un şahs-ı mânevîsini haklı olarak bir nevi Mehdî telâkki ediyorlar... Gerçi bu, bir iltibas ve bir sehivdir, fakat onlar onda mes’ul değiller. Çünkü ziyade hüsn-ü zan, eskiden beri cereyan ediyor ve itiraz edilmez. Ben de o kardeşlerimin pek ziyade hüsn-ü zanlarını bir nevi dua ve bir temenni ve Nur talebelerinin kemâl-i itikatlarının bir tereşşuhu gördüğümden, onlara çok ilişmezdim. (Emirdağ Lahikası, Sf 205)

Tüm bu bilgiler ışığında müvekkil hakkında Mehdilik iddia ettiği ve bu suretle insanların iradesini etki altına aldığı iddiasının geçersizliği somut olarak görülmektedir. Bilgilerinize saygılarımızla arz ederiz. 08.10.2024

Adnan Oktar Müdafii

Av. Mert ZORLU

Daha yeni Daha eski