İSTANBUL 1. AĞIR CEZA MAHKEMESİ'NE
DOSYA NO : 2024/60 E.
SUNAN : Adnan OKTAR
MÜDAFİİ : Av. Mert ZORLU
KONU : Müvekkil ve arkadaşlarının, “sırf birbirlerini görebilmek için duruşmalara getirilmeyi istedikleri” iddiası bir bakıma devleti aciz gösteren bir anlam taşıyabilir. Konuyla ilgili açıklamalarımızı içeren dilekçemizin sunumudur.
AÇIKLAMALAR:
Müvekkil, İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından görülmekte olan 2024/60 ve 2024/74 esas sayılı davaların duruşmalarına bizzat katılmak istemiş, ancak bu talep mahkeme başkanı tarafından çok kereler reddedilmiştir. Konu hakkında edindiğimiz bilgilendirmelerde, mahkeme başkanının, sanıkların birbirlerini görebilmek için duruşmaya getirilmeyi istedikleri yönünde bir kanaatinin olduğunu ve duruşmalara getirtmeme kararını da bu gerekçeye dayandığını öğrenmiş bulunmaktayız.
Öncelikle söz konusu davalar, müvekkilin onlarca yıllık cezalarla yargılandığı ağır ceza davalarıdır. Böylesine büyük ve önemli davaların, sanığın yokluğunda görülebilmesi gibi bir durumun hukuki tüm normlara aykırı olduğu izahtan varestedir. SANIĞIN DİNLENMEDİĞİ, hatta SANIĞIN HEYET TARAFINDAN GÖRÜLMEDİĞİ, SANIĞIN DURUŞMADA KENDİ ALEYHİNE GERÇEKLEŞEN OLAYLARDAN BİHABER OLDUĞU ve SAVUNMA VE SORU SORMA GİBİ HAKLARINDAN TÜMÜYLE MAHRUM BIRAKILDIĞI bir ağır ceza yargılaması tartışmasız büyük bir hukuk hezimetidir. Eminiz ki, yargılamayı yapan heyet de böyle bir uygulamanın ciddi bir hak ihlali ve hukuksuzluk olduğunu gayet iyi bilmektedir.
Olayın hukuki boyutunu şimdilik bir kenara bırakıp, mahkeme başkanının bu kararındaki gerekçeye baktığımızda, müthiş bir mantık boşluğu ile karşı karşıya kalıyoruz. Sanıkların kilometrelerce uzaktan ve son derece eziyetli bir yolculuk ile duruşmaya getirilme isteklerinin sırf birbirlerini görebilmek için olduğu iddiası, pek çok açıdan yüzeysel bir değerlendirmedir. Aslında bu, bir bakıma devleti aciz gösterme anlamına dahi gelmektedir.
Sayın Mahkeme heyetinin de çok iyi bildiği gibi duruşma salonları devletin hakimiyetinde yerlerdir. Orada görev alan jandarma devletin jandarmasıdır. Jandarmaya sanıkların birbirleri ile konuşturulmaması yönünde emir verildiğinde, bu emrin derhal yerine getirileceği açıktır. Eğer sanıkların böyle bir amacı olduğuna dair bir çekince varsa, mahkeme başkanının, sanıkların arasına birer jandarma koymak, jandarmaya konuşma ve görüşmeyi yasaklatmak gibi talimatlar verebileceği bilinmektedir. Bir duruşma salonunda bu görüşmenin engellenebilmesi için bir mahkeme başkanının alabileceği çok fazla tedbir vardır. Bunların tümü mahkeme başkanının inisiyatifindedir.
Sanki bu konuda işin içinden çıkılamıyor ve bir çözüm getirilemiyor görünümü vererek, “BİRBİRLERİYLE GÖRÜŞMEK İSTİYORLAR” GEREKÇESİYLE SANIKSIZ BİR AĞIR CEZA DAVASI YÜRÜTMEK, BU ACZİYETİ KABUL ETMEKLE AYNI ANLAMA GELMEKTEDİR.
Ayrıca tüm suç örgütlerinin ve terör örgütlerinin duruşmaları, sanıkların tümünün bir arada olduğu duruşmalardır. Bu gerekçe, yalnızca müvekkil ve arkadaşlarına yönelik kullanılan bir bahane gibi görünmektedir.
Şayet mahkeme başkanının, müvekkilin insanlar tarafından görülmesinden yana bir çekincesi varsa, bu yönde de bir çekinceye mahal yoktur. Çok iyi bilindiği gibi müvekkil, yıllarca TV yayınlarında konuşmalar yapmış, VİDEOLARI VE AÇIKLAMALARI HER YERE YAYILMIŞ bir kişidir. DÜNYANIN HER YANINDA OLDUKÇA FAZLA SEVENİ bulunmaktadır. Kendisini takip edenler YILLAR İÇİNDE ÇOK DAHA FAZLA ARTMIŞ bulunmaktadır. DİJİTAL DÜNYADA HER YERDE KONUŞMALARI, VİDEOLARI, FOTOĞRAFLARI BULUNMAKTADIR. Hali hazırda SÜREKLİ HAKKINDA HABERLER YAPILMAKTA VE BASIN KENDİSİNİ SÜREKLİ GÜNDEMDE TUTMAKTADIR.
Tüm bunların dışında bulunduğu cezaevinde sürekli olarak cezaevi müdürleri ile ve görevli memurlarla konuşmaktadır. Avukat kısıtlılığı kararı nedeniyle kendisini çok fazla dinleyen memur olmakta ve tüm konuşmalarına şahit olmaktadırlar. Bu kişiler, akşam evlerine gittiklerinde bu fikirleri ailelerine, eşlerine, dostlarına anlatmaktadırlar. Bu fikirler, bu yollarla halen yayılmaya devam etmektedir.
DOLAYISIYLA, MÜVEKKİLİN FİKİRLERİ HER YERDEDİR.
Yılda iki veya üç defa gerçekleştirilen tek günlük duruşmalara müvekkilin getirilmesini engelleyerek bu etkinin engellenmesini sağlamaya çalışmak, oldukça sathi ve devleti acz içinde gösteren bir bakış açısı olacaktır.
Ayrıca, müvekkilin her zaman belirttiği önemli husus, feyzin, yani bir kişiden elde edilen bereket, ilham ve manevi kazancın, onu gören ve ondan faydalanan kişilerden sürekli olarak başkalarına yayılıyor olduğu gerçeğidir. Dolayısıyla feyz, kişiden kişiye yayılan bir nimettir. Müvekkil, imanı vesilesi ile Kuran’dan ve Peygamberlerden elde ettiği manevi kazancı, kendi anlatımları ve çalışmaları yoluyla çevresindeki kişilere aktarmıştır ve şu anda da onların taşıdıkları bu feyzden başkaları faydalanmaktadır. Bu feyzi tek bir kişinin bile almış olması, bunun binlerce insana yayılması için yeterli olmaktadır.
Müvekkil, bu konuda İmam Rabbani’nin feyz konusuyla ilgili aşağıdaki açıklamalarını örnek vermektedir:
Asrlardan, çok uzun zemân sonra, böyle bir cevher dünyâya gelir. Kararmış olan âlem, onun gelmesi ile aydınlanır. Onun irşâdının (doğru yolu gösterme) ve hidâyetinin nûrları, bütün dünyâya yayılır. Yer küresinin ortasından tâ Arşa kadar, herkese rüşd (doğru yol), hidâyet, îmân ve ma’rifet (Allah ve O'nun sıfatları, fiilleri, isimleri ve tecellileri hakkında mânevî tecrübeyle doğrudan elde edilen bilgi) Onun yolu ile gelir. Herkes, ondan feyz (bereket, ilham, manevi kazanç) alır. Arada o olmadan, kimse bu ni’mete kavuşamaz.
Onun hidâyetinin nûrları, bir okyânûs gibi, [çok kuvvetli radyo dalgaları gibi] bütün dünyâyı sarmışdır. O deryâ, sanki buz tutmuşdur. Hiç dalgalanmaz. O büyük zâtı tanıyan ve seven bir kimse, onu düşünürse, yâhud o, bir kimseyi sever, onun yükselmesini isterse, o kimsenin kalbinde, sanki bir pencere açılır. Bu yoldan, sevgisi ve ihlâsına göre, o deryâdan kalbi feyz alır. Bunun gibi bir kimse, Allahü teâlâyı zikr ederse ve bu zâtı hiç düşünmezse, meselâ onu tanımazsa, yine ondan feyz alır. Fekat, birinci feyz dahâ fazla olur. Bir kimse, o büyük zâtı inkâr eder, beğenmezse, yâhud o büyük zât, bu kimseye incinmiş ise, bu kimse, Allahü teâlâyı zikr etse bile, rüşd (doğru yol) ve hidâyete (hak olan yol) kavuşamaz. Ona inanmaması veyâ onu incitmiş olması, feyz yolunu kapatır.
O zât “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” bu kimsenin zararını istemese bile, hidâyete kavuşamaz. Rüşd ve hidâyet, var görünür ise de yokdur. Fâidesi (faydası) çok azdır. O zâta inanan ve sevenler, onu düşünmeseler de ve Allahü teâlâyı zikr etmeseler de, yalnız sevdikleri için, rüşd ve hidâyet nuruna kavuşurlar. Mektûb burada temâm oldu. (İmam Rabbani- Mektubat, 260. mektup)
Bu izahlardan hareketle, müvekkilin duruşmaya getirilmesi veya getirilmemesinin, onun görülmesi ve fikirlerinin yaygınlaşması adına belirleyici bir etkisi yoktur. Müvekkil, Kuran’dan, Peygamberlerden ve tüm üstün alimlerden almış olduğu feyzi, KENDİSİNİ TAKİP EDEN SEVENLERİNE, OKUYUCULARINA, DİNLEYİCİLERİNE ÇOKTAN ULAŞTIRMIŞTIR VE İNTERNET VESİLESİYLE ULAŞTIRMAYA DEVAM ETMEKTEDİR. Bu feyz, her geçen gün kişiden kişiye ilerleyerek genişlemektedir. Bu, zaten etkisi ortada olan bir durumdur. Dolayısıyla, müvekkilin duruşma salonunda görülmesinin başkalarını etkileyeceği yönündeki düşünce dayanaksızdır.
Tüm bu gerekçelerle müvekkilin 3 Kasım 2025 tarihinde görülecek olan sonraki celsede duruşma salonunda hazır bulundurulmasına karar vermenizi talep eder, saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz.
Adnan Oktar müdafi,
Av. Mert Zorlu