İSTANBUL 1. AĞIR CEZA MAHKEMESİ BAŞKANLIĞI’NA

Dosya No : 2024/60 E.

Sunan : Adnan OKTAR

Müdafii : Av. Mert Zorlu

Konu : Müvekkil hayatını Kur'an'ın gerçekleri, Peygamberlerin hayatları, Allah’ın varlığının delilleri gibi manevi konuları araştırmaya, düşünmeye adamış mütedeyyin bir kişidir. Müvekkil ileride öneminin daha da anlaşılacağı Peygamberlerin bulundukları mekanlar gibi bazı konuların tüm kamuoyunca öğrenilmesi gerektiğini düşündüğü için, bu dilekçenin sunulmasını talep etmiştir.

AÇIKLAMALAR:

Aşağıda sunulan içerik, müvekkilin Peygamber mekanlarının bilinmesinin, tanınmasının önemi üzerine hazırladığı çalışmanın sunumudur:

******

Peygamberlerin yaşadıkları yerlerin bilinmesi ve tanınması son derece önemlidir; ilerleyen zamanlarda bu konunun önemi daha da iyi anlaşılacaktır. Kur’an’da ve Peygamber Efendimiz (sav)’in hadislerinde ve ayrıca Tevrat’ta, bir çok kutsal mekana, kutsal eşyaya, coğrafi konumlara dikkat çekilmektedir. Bu mekanlar ve eşyalar, peygamberlerin mucizelerine tanıklık eden ya da Allah’a bağlılığın simgesi olan kutsal unsurlar olarak anılmıştır. Bu mekanların veya eşyaların önemi, Allah ile olan bağlantı, vahiy, mucize veya peygamberlerin hatırası gibi sebeplerle anlam kazandığı gibi, ahir zamanla ilgili de birçok sırrı barındırmaktadır. Örneğin içinde Tevrat’tan levhalar, Hz. Musa (as)’ın asası, Hz. Harun (as)’ın cübbesi gibi kutsal emanetlerin olduğu Tabut-u Sekine’nin ahir zamanda bulunacağı rivayet edilmektedir.

Peygamberlerin yaşadıkları yerleri bilmek, onların hayatlarını daha somut bir şekilde anlamaya yardımcı olur. Bu da imanı ve bağlılığı güçlendirir. Bu yerler, İslam tarihinin önemli dönüm noktalarını da barındırmaktadır. Mekke, Medine, Kudüs gibi şehirlerin her biri, hem İslam’ın hem de diğer semavi dinlerin tarihinde merkezi konumdadır.

Peygamberlerin içinde bulundukları toplumların nasıl yaşadıkları, nelere karşı uyarıldıkları ve sonlarının ne olduğu bu bölgelerde görülür. Bu da Kur’an’da anlatılan kıssaların etkisini artırır.

Bu yerleri ziyaret etmek de maneviyatı artırmaya vesile olur. Mekke'deki Hira Mağarası ya da Kudüs’teki Mescid-i Aksa gibi yerler, tefekkürü derinleştiren mekanlardır.

Çok az bilinen ancak önemleri ileride daha da anlaşılacak olan bu yerlerden bazıları şöyledir:

Mescid-i Nebevi / Ravza-i Mutaharra

Peygamber Efendimiz (sav), Medine-i Münevvere’ye geldikten sonra ilk iş olarak bir mescit yaptırmıştır. Bu kutlu mescidin yapımında bizzat kendileri de çalışmışlardır. Bu mescit, İslam toplumunun şekillenmesinde ve devletin kurulmasında her türlü, dinî ve sosyal faaliyetin en önemli merkezi olmuştur.

Peygamber Efendimiz (sav), Hicret sırasında Kuba’dan ayrılıp Medine’ye gelince bindiği deveyi serbest bırakmış, devenin çöktüğü arazi, üzerine mescit yapılmak amacıyla buranın sahibi olan iki yetimden parası ödenerek satın alınmıştır. Peygamber Efendimiz (sav) de mescit tamamlanana kadar Eyyub el-Ensarî’nin evine misafir olmuştur.

Mescidin ilk binası yapılırken duvarlar, taş ve kerpiç ile örülmüş, direkleri hurma ağaçlarından yapılmış, üzeri de hurma dalları ile kapatılmıştır.

Mescidin doğu tarafına da Peygamber Efendimiz (sav)’in kalabileceği odalar yapılmıştır. Annelerimizin her biri için de bir oda eklenmiştir. Bunlar mescidin duvarına bitişik olarak yapılmışlardır.

Mescid-i Nebevî’nin ilk genişletilmesi bizzat Peygamber Efendimiz zamanında olmuştur. Bu genişletme için Hz. Osman (ra), kendi parasıyla mescidin çevresindeki bazı evleri satın alarak mescide bağışlamıştır. Bundan sonraki ilk genişletme ve yenileme Hz. Ömer zamanında yapılmış, Hz. Osman zamanındaki genişletme ve yenileme ise daha kapsamlı olmuştur.




Daha sonra tarih boyunca Müslüman hükümdarlar tarafından pek çok defa genişletme ve yenileme faaliyeti olmuştur. Sultan Abdülmecid’e kadar Osmanlı sultanları da pek çok yenileme faaliyetinde bulunmuşlardır. Sultan Abdülmecit zamanında ise en önemli genişletme ve yenileme gerçekleştirilmiştir. Mescid-i Nebevî’de Osmanlı döneminde yapılan harika mimarî ve süsleme sanatı örnekleri göz kamaştırıcı güzelliğiyle hâlâ bugünkü mescidin orta ön kısmında varlığını sürdürmektedir.

Peygamber Efendimiz (sav)’in ikameti için mescidin bitişiğine, mescit ilk defa yapılırken iki oda yapılmıştır. Birisi, annelerimizden Sevde (ra.) için, diğeri de Hz. Ayşe (ra) validemiz içindir.

Peygamber Efendimiz (sav), Hz. Ayşe (ra) validemizin odasında Rabbine kavuştuğu içi orada defnedilmiştir. Çünkü Peygamberler, Allah’a kavuştukları yere defnedilmektedir. Böylece burası Hücre-i Saadet adını almıştır. Peygamber Efendimizin halen kabrinin bulunduğu yer işte bu odadır. Daha sonra bu hücreye Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer (ra) de defnedilmiştir. Hücre-i Saadet tarih boyunca halifeler, sultanlar ve emirler tarafından yenilenmiş, tamir edilmiş ve tezyin edilmiştir. Halife Velid zamanında bu hücreler yıktırılarak Mescid’e dâhil edilmiştir. Halife Ömer b. Abdülaziz zamanında hücre yenilenmiş ve Mescid’in içerisinde kalmıştır.

Peygamber Efendimiz (sav) başlangıçta bir hurma kütüğüne dayanarak hutbe okurken, daha sonra üç basamaklı bir minber yapılmıştır.[1]

Peygamber Efendimiz zamanında Mescid-i Nebevî’de minare yoktu. Bilal (ra) ezanı mescidin kıble tarafında yüksekçe bir yere çıkarak okuyordu. Mescid-i Nebevî’ye ilk minareyi Ömer b. Abdülaziz yaptırmıştır. Bundan sonra tarih boyunca Mescid-i Nebevî’nin minareleri pek çok defa yenilenmiştir.



Peygamber'in içinde namaz kılmayı teşvik ettiği Hücre-i Saadet ve Minberi arasında kalan kısım, "Ravza-i Mutahhara" veya "Riyazul Cenne" olarak bilinir. "Temiz bahçe" anlamına gelen bu isim, Cennetin bir parçası olarak kabul edilen bu bölgenin güzelliğini ve kutsallığını ifade eder.  Dünya üzerinde başka hiçbir yer için böyle bir nitelendirme yoktur

 

Cennet’ül Baki Kabristanı

Medine’nin Baki veya Bakiu’l-garkad adı verilen bu mezarlığı, şehrin güneydoğusunda Mescid-i Nebevî’nin yakınında bulunmaktadır.

Hz. Peygamber tarafından mezarlık olarak kullanılmasına karar verilmeden önce Baki “garkad” adı verilen bir tür çalılıkla kaplı bir yerdi. Peygamber Efendimiz (sav) ashabından vefat edenlerin defnedilmesi için bir yer arayarak Baki mevkiini mezarlık olarak kararlaştırmıştır. Türkler arasında daha çok Cennetü’l-baki adıyla meşhur olan bu mezarlığa muhacirlerden ilk defnedilen Osman b. Maz‘ûn’dur. Hz. Peygamber onun baş ve ayak uçlarına kendi getirdiği iki taşı koymuş; sonra da, “Bu âhirete ilk gidenimizdir” diyerek buraya Revhâ(iyi ve pak olan, ferahlık veren yer) adını vermiştir. Daha sonra vefat eden bir kimsenin nereye defnedileceği sorulduğu zaman Hz. Peygamber, “Âhirete ilk gidenimiz olan Osman b. Maz‘ûn’un yanına” buyururdu. Ensardan Baki’ya ilk defnedilen ise Es‘ad b. Zürâre’dir.

Hz. Peygamber, oğlu İbrâhim vefat edince aynı yere defnedilmesini emretmiştir; kabrinin üstüne su dökmüş ve buraya Zevrâ(uzak yer) adını vermiştir. Bunun üzerine Medine’deki her kabile Cennetü’l-bakida kendileri için bir yer ayırmışlardır. Hz. Peygamber’in kızlarından Rukıyye ve Zeyneb de buraya defnedildiler; sonradan Hz. Fâtıma ile oğlu Hz. Hasan da Baki‘ya gömüldüler.

Kerbelâ’da şehid edildikten sonra Dımaşk’a götürülen Hz. Hüseyin’in başı Yezîd tarafından Medine’ye gönderilince annesinin yanına defnedildi. Hz. Peygamber’in amcası Abbas ile halası Safiyye bint Abdülmuttalib ve bazı torunları da burada yatmaktadır.

Baki’ya defnedilenler arasında, Hz. Peygamber’in “benim ikinci annem” dediği Hz. Ali’nin annesi Fâtıma bint Esed ile süt annesi Halîme, Resûl-i Ekrem’in zevcelerinden başta Hz. Âişe olmak üzere Hafsa, Ümmü Seleme, Zeyneb bint Huzeyme, Zeyneb bint Cahş, Safiyye, Reyhâne ve Mâriye bulunmaktadır.

Cennetü’l-baki‘a birçok sahâbî yanında Ehl-i beyt’in ileri gelenleri, tâbiîn neslinden birçok kimse defnedilmiştir. Sahâbîlerden ise Halife Hz. Osman, Abdurrahman b. Avf, Sa‘d b. Ebû Vakkās, Abdullah b. Mes‘ûd, Suheyb b. Sinân ve Ebû Hüreyre zikredilebilir.

Hz. Âişe’nin rivayetine göre Resûlullah zaman zaman Cennetü’l-baki‘ya gider ve orada medfun bulunanlara dua ederdi. Bazı cenaze namazlarını burada kıldırırdı. Habeşistan hükümdarı Ashame’nin gıyabî cenaze namazını da Baki’da kıldırmıştı. Bazen de ordularını buradan sefere uğurlardı.




Cennetül Baki Kabristanlığı Krokisi

 

Kuba Mescidi

Hz. Peygamber (sav)'in Hicret sırasında inşa ettiği ve içinde ashabıyla birlikte namaz kıldığı, İslam'da inşa edilmiş ilk mescittir. İslâm'ın yükseliş devri arifesinde ve tam anlamıyla bir dönüm noktasında bina edildiği için önemli hatıralar taşır.

Mekke'den Medine'ye hicret eden ilk muhâcirler Kubâ'ya vardıklarında orada Amr b. Avfoğullarının hurma kurutma yerini tesviye ederek, namaz kılmaya başladılar. İçlerinde Hz. Ömer (r.a.)'in de bulunduğu bu ilk muhacirlere en güzel Kur'an okuyanları olan Ebû Huzeyfe'nin azadlısı Sâlim imamlık yapıyordu.

Hz. Peygamber, Kubâ'ya Rebîulevvel ayının ortalarında bir pazartesi günü ulaştı. Orada, Amr b. Avfoğullarının yurdunda onların himâyesinde bulunan Külsüm b. Hidm'in evinde bir müddet misâfir oldu. Târihi kaynaklar Rasûlüllah'ın burada kaç gün kaldığı konusunda ihtilaf etmektedirler. Buhârî'nin Hicret'le ilgili bir rivâyetine göre, on küsur gece kalmıştır (Buhârî, Menâkıb, 45). Bu, İbn Sa'd'ın on dört gün kaldığına dair rivayetine uygundur (bk. İbn Sa'd, Tabakâtü'l Kübrâ, l, 235).

Hz. Peygamber (s.a.s), ilk muhacirlerin namaz kıldığı Külsüm b. Hidm'in hurma harmanındaki sahayı genişleterek Kubâ Mescidi'ni bina etti. Mescid kare şeklindeydi ve ebadları 66x66 zira idi (yaklaşık 32X32 m). Hz. Peygamber (s.a.s), Kubâlılardan taş getirmelerini istemiş, onlardan birini alıp kıble tarafına koyarak, Hz. Ebû Bekir ve Ömer'in de aynı şekilde sırayla taş koymalarını emir buyurmuştu.

Mescid'in yapımında en büyük gayreti Ammar b. Yâsir göstermiştir. Bu bakımdan kendisi için "İslâm'da ilk mescid bina edendir" denilmiştir. Abdullah b. Revâha da hem çalışıp hem şiir söylüyor, mü'minlerin yorgunlukların hafifletiyordu.

Amr b. Avfoğullarını kıskanan Ganem b. Avflar Hz. Peygamber (s.a.s)'in Tebük seferi sırasında, Kubâ'da bir mescid daha yaptılar. Ancak amaçları müslümanların arasını açmak, cemaati bölmek ve Hz. Peygamber'e bir tuzak hazırlamaktı. Liderleri olan Ebû Âmir er-Rahip, Bizans'tan yardım istemeye gitmişti.

Tebük Seferi dönüşünde Zû Evan denilen mevkide konaklayan Allah Rasûlünün yanına gelerek yaptıkları mescidde namaz kılmaya davet ettiler. Hz. Peygamber (s.a.s), dâvete icabet etmeye hazırlanırken Allah tarafından uyarıldı ve bundan vazgeçti:



"Zarar vermek, (hakkı) tanımamak ve mü'minlerin arasını açmak ve önceden Allah ve Rasûlü ile savaşmış olan (adamın gelmesin)i gözetmek için bir mescid yapanlar da var. "İyilikten başka bir niyetimiz yoktu " diye de yemin edecekler. Halbuki Allah onların yalan söylediklerine şâhitlik eder. Orada asla namaza durma. Tâ ilk günden takvâ üzerine kurulan mescid, elbette içinde namaza durmana daha uygundur. Orada temizlenmeyi seven erkekler vardır. Allah da temizlenenleri sever" (et-Tevbe, 9/107-108).



Kubâ Mescidi Hz. Peygamber (s.a.s)'in, düzenli olarak Cumartesi günleri, zaman zaman da Pazartesi günleri ziyaret etmeyi âdet haline getirdiği bir mesciddi. Oraya bazen binekli olarak bazen yaya gider ve namaz kılardı. Bir hadîs-i şeriflerinde bunu müslümanlara da tavsiye ederek şöyle buyururlar: "Kim güzel bir şekilde abdest alır, sonra Kubâ Mescidine gelir ve orada namaz kılarsa onun için umre sevabı vardır"
Mescid-i Nebevî ve Medine'deki dokuz mescid gibi Kubâ Mescidinde de eğitim ve öğretim devam etmekte idi. Hz. Peygamber buraya her gelişlerinde buna nezâret ederdi

Hz. Ömer (r.a.) halifeliğinde pazartesi ve perşembe günleri burayı ziyaret eder, Kubâ çok uzak bir yerde olsaydı devesini oraya ulaşmak için yine süreceğini ifade ederdi (İbn Sa'd, I, 245).

Ashâb-ı Kiramdan Sa'd el-Kurazi buranın müezzinliğini yapmaktaydı.

Bilâl-i Habeşî'nin Hz. Peygamber'in vefatı üzerine üzüntüsünden Mescidi Nebevî'nin müezzinliğini bırakması üzerine Sa'd orada görev yapmaya başladı.



Uhud Okçular Tepesi

 Peygamber efendimizin (S.A.V) “Bu dağ bizi sever biz de onu” dediği Uhud Dağı’nda bulunur. Hz. Hamza ile birlikte 70 Müslümanın şehit edildiği hicretin 3.yılında yapılan Uhud savaşının yapıldığı yerdir. Müslümanların 700 kişi olmasına karşın müşriklerin 3000 kişi ile savaştığı Uhud savaşının sonrasında 70 Müslüman Uhud dağının eteklerine defnedilmiştir. Bu savaşta Peygamber efendimizin (S.A.V) mübarek dişi kırılmış ve yüzü yarılmıştır.

Peygamber efendimiz her yıl Uhud Şehitliğini birden fazla kez ziyaret eder, şehitleri selamlardı. Uhud Şehitliği Medine’nin 5 km kuzeyinde yer almaktadır. Peygamber Efendimizin sözlerine karşın, savaşı kazandıklarını düşünerek yerlerinden ayrılan okçularla birlikte savaşın seyri değişmiş ve 70 şehit verilmiştir.

Günümüzde Uhud Şehitliğindeki kabirlerden yalnızca Hz.Hamza’nın kabri bilinmektedir. Diğer şehitlerin kabirlerini gösteren bir taşın konulduğu zikredilmektedir. Şehitler arasında Abdullah b. Cahş, Mus‘ab b. Umeyr ve Abdullah b. Cübeyr de vardır.

Uhud savaşına erkek sahabilerin yanısıra on civarında kadın sahabede katılmıştır. Hz. Fâtıma, Ümmü Eymen, Ümmü Umâre, Hz. Aişe ve Ümmü Süleym Uhud savaşına katılan hanım sahabelerin bazılarıdır. Bu sahabiler su dağıtımı ve yaralıların tedavisi gibi hizmetlerde bulunmuşlardır. Hz. Fâtıma validemiz Hz. Peygamber’in yaralandığı sırada onu tedavi etmiştir. Ümmü Umâre, Müslümanların zor durumda kaldıkları sırada Peygamber efendimizin etrafında düşmanla vuruşmuştur.

Bir gün Peygamber Efendimiz (sav), Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman (ra) Uhud dağının üzerine teşrif edince, Uhud dağı onların aşkıyla çoşar ve sallanmaya başlar. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, onu teskin için şöyle buyurur: Sakin ol ey Uhud! üzerinde bir peygamber, bir sıddîk ve iki şehit var. (Tirmizi, Menakıb, 18)




Okçular tepesi, Uhud Savaşında okçuların bulunduğu tepe.

Hz Hamza Kabri Uhud Şehitliği. Aslında 70 Uhud şehidinin mezarı bulunmasına rağmen, yalnızca üç kabir görülebiliyor. Bunlar; Hz.Hamza, Mus’ab b. Umeyr ve Abdullah İbni Cahş’a aittir.

Uhud Şehitliği ve Uhud Dağları



Takiyye (Takke-Uhud) Mağarası

Uhud Savaşını Müslümanların kaybetmesiyle birlikte Peygamberimiz ve müslümanlar Uhud Dağına çekilmişlerdir. Bu sırada Peygamberimiz yaralanmış ve dişi kırılmıştır. Peygamberimizin Uhud Dağının eteklerinde dinlendiği oyuk, Takiyye (Takke) Mağarası olarak bilinmektedir. Peygamberimizin yaraları burada Hz. Fatıma (ra) tarafından tedavi edilmiştir. Peygamber Efendimizin bu kayalığa yaslandığında, kayanın Peygamberimizin başının şekline büründüğü rivayet edilmektedir. Hakikaten, başın rahatça dayanabileceği bir oyuk bulunmaktadır.

Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali ile birlikte bir grup sahabe, Hz. Peygamberi korumak için etrafında bir halka oluşturmuşlardır. Mus’ab b. Umeyr’in şehit olması üzerine, Peygamber Efendimiz sancağı Hz. Ali’ye vermiştir.

Hz. Fatıma, Ayşe, Ümmü Eymen, Ümmü Süleym ve Ümmü Umare’nin de aralarında olduğu on veya on dört kadın sahabi savaş alanına yiyecek ve su getirmiş, yaralıların tedavisiyle ilgilenmiştir. Hz. Fatıma Peygamber Efendimizin yaralarını temizlemiştir. Hz. Ali, Peygamber Efendimizin yaralarını yıkamak için dağdaki doğal havuzlardan kalkanına su doldurarak getirmişlerdir.



Peygamber Efendimiz’in Uhud Savaşı sırasında kırılan dişinin ve yaralanan yüzünün tedavisinin yapıldığı yarık – kırmızı ok ile işaretl



Oyuğun iç kısmı, Peygamberimizin oturduğu rivayet edilen alan



Uhud Mihrası (Göleti)

Uhud Mağarasındayken, Peygamberimizin tedavisi ve su ihtiyacı için, Mihras-ı- Uhud (Uhud Göleti)’dan Hz. Ali kalkanı ile su taşımıştır. Suyun acı olmasından dolayı Peygamberimizin suyu içemediği ancak yaralarının temizlendiği rivayet edilmektedir.



Uhud Dağı

Uhud’un bir başka özelliği de Hz. Hamza ve birçok şehit sahabeyi barındırmasının yanısıra, zirvesinde Hz. Musa’nın kardeşi Hz. Harun’u barındırıyor olmasıdır. Hac dönüşünde rahatsızlanan Hz. Harun Peygamber’in, Uhud Dağının tepesine defnedildiği rivayet edilir.

Uhud Savaşı bu dağ ile Medine arasındaki vâdinin Şam tarafında meydana gelmiştir. Bu harp de şehit olanlar kazılan kabirlere ikişer, üçer konularak defnedildiler. Buna sebep, ölü sayısının çokluğu ve geride kalan Sahâbenin yaralı ve yorgun olmasıydı. Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem durumun farkında olduğundan: ″Ben Uhud şehitlerinin şehitliklerine âhirette şâhidim, şehitleri elbiseleri ile öyle gömün ve aynı kabre arka arkaya gelecek şekilde ikişer veya üçer koyun tâ ki en üstün olanları en öne gelecek şekilde olsun″[2] diye buyurdu.

Resûlullah Sallallâhu aleyhi ve sellem, bu emri vermeden önce bâzıları yakınlarının cenazelerini alarak harp meydanından uzaklaşmışlardı. Bunların her biri Peygamber Efendimizin emri bunlara nerede ulaşmışsa hemen orada durdular ve cenazeyi oraya gömdüler.

Peygamber Efendimiz her yıl Uhud şehitliğini ziyaret eder, yüksek bir noktadan hepsini selamlardı. Hz. Fatıma, Babasının sünnetini devam ettirdi. Hz. Hamza’nın kabrini sık sık ziyaret eder; Kur’an okurdu, vefat edinceye kadar böyle devam etmişti.




El Ula

Kapadokya bölgesine benzer bir yapıda olan bu bölgenin asıl önemi bir zamanlar Salih peygamberin ve kavminin yaşadığı yer olmasından gelmektedir. Salih peygamber kavmini doğru yola çağırdığı zaman kavmi ondan bir kayanın içerisinden canlı bir deve çıkarmasını istemiştir. Bunun üzerine ortadan ikiye ayrılan kayanın içerisinden bir deve hayret dolu bakışlar arasında yürüyerek çıkmıştır. Allah bir mucize yaratmıştır. Ancak kısa süre sonra Semud kavminin inkarcıları deveyi kesmişler ve Salih peygamberi de öldürmeye teşebbüs etmişlerdir. Bunun üzerine Allah bir ses ile Semud kavmini helak etmiştir.





SONUÇ:

Müvekkile göre Ahirzamanda, İslam ve tüm Peygamberler tarihinin unutulmuş mekanları ve eşyaları hatırlanarak insanlara önemleri anlatılarak buralara hak ettikleri önem ve değer verilecektir. Şu an yerleri bilinmeyenler dahi açığa çıkarak koruma altına alınacak, halkın buraları ziyaret ederek görüp bilmesine imkân tanınacaktır.

Müvekkilin yukarıdaki görüşlerini Sayın Mahkemenin bilgilerine sunarım. 16.06.2025

Adnan Oktar müdafi

Av. Mert Zorlu

[1] https://hacumreegitim.hac.gov.tr/ziyaret-yerleri/medine-ziyaret-yerleri/mescid-i-nebevi-ile-ilgili-bilgiler.htm





Daha yeni Daha eski