VAN İNFAZ HAKİMLİĞİ'NE
SUNAN : Adnan Oktar
VEKİLİ : Av. Mert Zorlu
KONU : Müvekkil Adnan Oktar ve arkadaşlarının, birbirlerine yönelik duydukları sevgi, görüntüler bütünü ile muhatap olduğumuz bu dünyada, birbirlerini Allah'ın tecellisi olarak görmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu hususun anlaşılması için, maddenin aslı ve görüntünün nasıl var olduğu konularının anlaşılması gerekmektedir. Bu konularla ilgili bilgilendirme dilekçemizin sunumudur.
AÇIKLAMALAR:
Gerek yargılandığı dava duruşmaları döneminde, gerekse hali hazırda müvekkil Adnan Oktar'ın kalmakta olduğu Van Yüksek Güvenlikli Cezaevi nezdinde, müvekkil ve arkadaşlarının birbirlerini neden çok sevdiği konusu, anlaşılamaz bir konu olarak gündeme getirilmiştir. Sevgisizliğin bir bela olarak ülkemize ve tüm dünyaya çöktüğü, karşılıksız iyilik yerine materyalist çıkarcılığın hakim olduğu bu dönemde, sevgiden bu derece uzaklaşılması ve sevgiye dair eylemlerde şüphe aranması, belki de yaşadığımız şu günlerin en vahim olaylarındandır.
Müvekkil, 7 yıllık yargılama sürecinin başından beri, arkadaş camiasının birbirine duymakta olduğu sevgi, övgü ve fedakarlık anlayışının sorgulanmasını, buna şüpheyle yaklaşılmasını, bunun yargılamanın konusu edilmesini HAYRETLE KARŞILAMIŞTIR.
Şu anda da, yine hayret verici bir şekilde, özellikle müvekkile yönelik avukat kısıtlılığı kararlarında, müvekkilin arkadaşlarına, arkadaşlarının da müvekkile yönelik sevgi sözleri, övücü ifadeleri, iltifatları adeta bir suçmuş gibi yansıtılmış ve eleştiri konusu edilmiştir.
Sevginin bu kadar garipsenmesini, sevgiden bu kadar uzaklaşılmış olunmasını büyük bir teessürle karşılayan müvekkil, arkadaşları ile arasında yaşanan sevgi anlayışının tam kavranamamış olduğunu düşünerek, bu konuda bir açıklama yapma gereği hissetmiştir.
Müvekkil Adnan Oktar, hayatının son 40-45 yılını, Allah'ın yaratma sanatını anlayarak ve anlatarak geçirmiş bir kişidir. Hayatını bu amaç üzerine kurmuştur. Müvekkile bu konuda yol gösteren düşüncelerden belki de en önemlisi, KAİNATTA ALLAH'IN DIŞINDA HİÇBİR VARLIK OLMAYIŞINI kavramasıdır. Müvekkil, Allah'ın, "varlığının sonu olmaması" anlamını içeren "Baki" sıfatı gereğince, KAİNATIN HİÇBİR YERİNDE ALLAH'IN DIŞINDA BİR VARLIK OLAMAYACAĞINDAN yola çıkmış ve MADDENİN VARLIĞINI ŞÜPHEYLE KARŞILAMAYA başlamıştır. Şayet madde, materyalistlerin iddia ettiği şekilde mutlak bir varlık olsa, bu, Allah'ın "Sonsuz" sıfatına uygun gelmeyecektir. Çünkü müvekkile göre, bir yerde, bir şeyin Allah'tan bağımsız varlığını iddia etmek, -Haşa- Allah'ın sonsuz olmaması demektir ki, BU İMKANSIZDIR. Demek ki kainattaki her şey, BİRER GÖRÜNTÜLER BÜTÜNÜ içinde yaratılmaktadır; hiçbir şeyin mutlak bir varlığa sahip olma imkanı yoktur.
Müvekkilin yıllar önce fark ettiği ve "Maddenin Ardındaki Sır", "Kuledeki Küçük Adam", "Hayalin Diğer Adı: Madde", "Darwin'in Açmazı: Ruh" isimli kitaplarıyla anlattığı bu gerçek, dünyayı sarsan bir netlikte BİLİMSEL OLARAK DA KANITLANMIŞTIR. Maddenin, enerji olarak var olduğunu ispat eden KUANTUM FİZİĞİ, bugün, yapılmış olan her türlü deney ve denklem ile doğrulanmıştır.

Müvekkilin bu konuyla ilgili temelde anlattığı husus şudur: Kainatta hiç kimse, kendi algılarının dışına çıkamamaktadır. Dışarıdan geldiğine inandığımız görüntü, ses, ışık gibi uyarıcıların DIŞARIDAKİ ASILLARINA BİZLER ASLA ULAŞAMAYIZ. Bizim algıladığımız şey, vücudumuzda bizlere ses, görüntü, ışık, koku hissiyatı oluşturan elektrik sinyallerinden ibarettir. Görüntüyü ele alacak olursak; bir cisimden gelen ışık, göz merceğinden geçer ve gözün arka tarafındaki ağ tabakanın üzerine baş aşağı (yani ters) ve iki boyutlu bir görüntü bırakır. Ağ tabakadaki çubuk ve koni hücreler, bazı kimyasal işlemlerden sonra bu görüntüyü elektriksel akıma dönüştürür. Bu elektriksel akımlar, göz sinirleri aracılığı ile beynin arka kısmında yer alan görme merkezine götürülür. Beyin ise bu gelen sinyali ÖNCE DÜZELTİR, sonra ANLAMLI VE ÜÇ BOYUTLU GÖRÜNTÜLER haline getirir.
Bir başka deyişle görüntü, beyne sadece ELEKTRİK SİNYALİ olarak gider. DIŞARI İLE BAĞLANTISI YOKTUR. Dışarıdaki ışık, BEYNİN İÇİNE ASLA GİRMEMEKTEDİR. Beyin de, asla dışarı çıkıp dışarıda var olduğuna inanılan IŞIĞA ULAŞAMAMAKTADIR. Dolayısıyla insan, aslında beynindeki algılar bütünü içinde hapsolmuş durumdadır. BUNUN DIŞINDAKİ BİR DÜNYAYA ERİŞİMİ YOKTUR. Hatta böyle bir dünyanın varlığına dair bir KANITI DA YOKTUR.
BEYNİN İÇİ KAPKARANLIKTIR!

"Kuledeki Küçük Adam" kitabında müvekkil Adnan Oktar, "kule" metaforu ile insanın algı sınırlarını anlatmak istemiştir. Buna göre, bedenimiz dev bir kuleye, beynimiz ise bu kulenin zirvesindeki KÜÇÜK, KAPALI BİR ODAYA benzetilir. İnsan, YAŞAMI BOYUNCA BU ODADAN ÇIKAMAZ; dış dünyayı daima BU ODANIN DUVARLARINA YANSITILAN GÖRÜNTÜLER üzerinden deneyimler. Dolayısıyla "KÜÇÜK ADAM", ASLINDA ALGILARIN İÇİNE HAPSOLMUŞ İNSANIN KENDİSİDİR.
Zirvedeki bu küçük odaya, sürekli dış dünyaya dair algılar gönderilir. Bu algılar, elektrik sinyalleri ile taşınan görüntüler, sesler, kokular ve hislerdir. Bu elektrik sinyallerinden herhangi birinin kesilmesi durumunda o algı da ortadan kalkacaktır. Bu elektrik sinyallerinin tümünün kesilmesi sonucunda, algıların tümü ortadan kalkacaktır. Dolayısıyla, var olduğunu zannettiğimiz o dünya, SADECE ELEKTRİK SİNYALLERİNE BAĞIMLIDIR. Dışarıda olduğuna inanılan herhangi bir nesne ile HERHANGİ BİR BAĞIMIZ YOKTUR.
Beynin içinde hapsolmuş olan bu insan, burada, sadece KENDİSİNE İZLETTİRİLEN GÖRÜNTÜLERİ algılayabilir. BU GÖRÜNTÜLERİN DIŞINA ÇIKMASI İMKANSIZDIR. YAŞADIĞI, GÖRDÜĞÜ, YAPTIĞI HER ŞEY BİRER ALGIDIR. BU ALGILARIN DIŞINDA BİR DIŞ DÜNYA YOKTUR. BÖYLE BİR DIŞ DÜNYAYA ULAŞMASI İMKANSIZDIR.
Müvekkile göre bunun anlaşılabilmesi için verilebilecek en iyi örnek RÜYALARDIR. Rüya sırasında kişi, gerçekmiş gibi görünen bedenler, mekanlar ve olaylar deneyimler. Oysa bunların hiçbirinin maddi varlığı yoktur. Bunların da tümü, tıpkı günlük hayatımızda olduğu gibi, elektrik sinyallerinin iletimi ile oluşurlar. Aynı sinyaller, sanki kişi görüntü görmüş gibi aynı yollardan geçerek, beynin aynı bölgesine ulaştırılır ve kişi, rüyada olan olayları, sanki gerçekte yaşıyor gibi görebilir. Dolayısıyla, RÜYALAR İLE "GERÇEK HAYAT" ARASINDA TEKNİK BİR FARK YOKTUR; HER İKİSİ DE BEYİNDEKİ ALGI MERKEZLERİNDE ŞEKİLLENİR. Rüyasında 30 katlı bir gökdeleni nefes nefese çıktığını gören bir kişi, rüyadan uyandığında aslında yatağında yatıyor olduğunu fark eder. Oysa kendisine, normal yaşamında da aynı görüntüler izlettirilmektedir ve bundan uyanması da an meselesidir.

Özetle, müvekkilin açıklamalarına göre tüm insanlar, yalnızca algılarla muhataptırlar. Bunun dışında hiçbir şeyin gerçeğine ulaşamazlar. Bu görüntüler, özel olarak insanın ruhuna izlettirilen görüntülerdir; kişi, bunların dışarıdaki gerçekliğine ulaşamadığı gibi, bunların dışarıda bir gerçekliği olup olmadığını da bilmesinin imkanı yoktur.
İşte bu görüntü dünyanın içinde, müvekkil ve arkadaşlarının sevgisi, MÜSTAKİL HİÇBİR VARLIĞA DEĞİL, YALNIZCA ALLAH'ADIR. ALLAH'IN YARATTIĞI GÖRÜNTÜLERE, ALLAH'IN TECELLİLERİNE, YANİ ALLAH'A SEVGİ GÖSTERİLMEKTEDİR. Müvekkile göre bir insana sevgi gösterildiğinde, onu bir görüntü olarak var eden ve ona Kendi ruhundan üfleyen Allah'a sevgi gösterilmektedir. Birisi övüldüğünde, onu o görüntüde mükemmel şekilde yaratan, Kendi tecellisinin izlerini bu görüntüde var eden Allah övülmektedir.
İşte tüm bu nedenlerle, müvekkil de arkadaşları da SON DERECE GERÇEK BİR SEVGİYİ YAŞAMAKTA VE ONU, TÜM KAİNATIN TEK SAHİBİNE YANİ ALLAH'A YÖNELTMEKTEDİRLER. ALLAH'I ÇOK SEVDİKLERİ İÇİN, ALLAH'IN TECELLİLERİNİ ÖVMEKTEN ZEVK ALMAKTADIRLAR. Aralarındaki sevgiye ve övgüye dayalı ilişkinin sebebi budur. Onlar birbirlerini överken, aslında Allah'ın tecellilerini, yani Allah'ı övmektedirler.
Müvekkil ve arkadaşlarının, insanlara, hayvanlara, yaratılmış tüm güzelliklere büyük bir sevgi içinde olmalarının ve dünyaya sevgiyi yayma amacını üstlenmelerinin de nedeni budur. Görüntülerden oluşan bu dünya, Allah'a ait bir dünyadır. Dolayısıyla, yaratılanı sevmek, Allah'ı sevmek anlamına gelir.
Bu mühim hususu görmezden gelerek, müvekkil ve arkadaşlarının yaşadığı sevgi anlayışının temelini bilmeyerek yapılan eleştiriler, konu hakkında yapılan yüzeysel yorumlar, buradaki derinliğin anlaşılamamasından kaynaklanmaktadır.
Sayın Hakimliğinizin ve Cezaevi yönetiminin, söz konusu eleştirileri yöneltmeden önce, buradaki derin manayı görmeleri ve takdir etmeleri önem arz etmektedir.
Bu önemli hususu takdirinize sunar, saygılarımızla bilgilerinize arz ederiz.25.09.2025
Adnan Oktar vekili,
Av. Mert Zorlu